kapat

28.02.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Kurban Bayramı
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )


Kendi kendini aldatma salaklığı...

T.C.'nin, 20. yüzyılı da rezalet bir fiyaskoyla neden ıskalamış olduğunu; neden çürümüş ülkeler sıralamasında baştan 4'üncü sıraya oturduğunu ve "yaşam kalitesi" açısından Yunanistan'ın bile 65 basamak altına neden düştüğünü kendinize dert eder de; sorunları "resmi görüş" diye bilinen hamaset afyonlamasının dışında, ele almaya başlarsanız; çöller ortasında kendi kendine zikredip duran deli dervişlere de benzemeye başlayabilirsiniz...

Yüz yıldır tekrarlanıp duran cızırtılı bir eski zaman plağını hâlâ daha döndürüp durma ötesinde, kendisini yenileyip çağdaşlaştıracak ne yeterli bir dinamiği var buraların, ne de yeterli kadroları...

Ancak globalleşme sürecinin dış dinamikleri değiştirecektir Türkiye'yi... O da 20-30 yıl daha alır gibime gelir...

Napoleon, anlamsız yere Duc d'Enghien'i kurşuna dizdirdiği zaman; o dönemin Dışişleri Bakanı Talleyrand'ın söylediği ünlü bir söz vardır:

- Salakça, ama ne yapalım böyle...

Son günlerde çok sık hatırlıyorum bu sözü...

Ankara egemenlerinin, hiçbir sorunun özüne inmeden; yapay kurnazlıklarla sadece kendi durumlarını idare etmeye çalışarak; bir çıkmaza doğru gittikleri, daha biten yüzyılın ortalarında belli olmuştu.

O zaman dilden dile dolaşan bir Alman fıkrası vardı.

Bir Alman, Türkiye ile Almanya'yı kıyaslarken şöyle demişti:

- Almanya'da da durum ciddidir, ama asla umutsuz değildir. Türkiye'de ise durum umutsuz, ama asla ciddi değildir.

Ankara başkent olup da imajı, yani ilk bakıştaki vitrini değiştirildiği zaman; İçcebeci, Hamamönü, Samanpazarı, Ulucanlar gibi semtleriyle eski Ankara, yine bir mezbelelik olarak kalmıştı.

Aka Gündüz anlatmıştı. Bir Fransız gazeteciye yeni başkenti gezdirirken, Bentderesi'ndeki sefaletin içinden de geçmek zorunda kalmışlar.

Fransız gazeteci şaşırmış; vitrin görüntüsünün arkasındaki yoksul, döküntü mahalleleri görünce:

- Bu da ne, diye sormuş.

Aka Gündüz tatlı tatlı gülümser ve verdiği yanıtı tekrarlardı:

- Biz buraları kasden böyle tutuyoruz. Genç kuşaklara "bakın neydik, ne olduk" diye gösterebilmek için...

İmaj... Vitrin görüntüsü... Cila... Dışa karşı çağdaşlaşmış görünme... Ya işin iç yüzü? Boşver işin içyüzüne. Boşver kul yığınlarına...

İşin içyüzünü kurcalamaya kalkanları da ezer, süründürür, yok edersin; olur biter.

Biten yüzyıl boyunca ortalama her iki yılda bir, bir yazı adamının öldürülmesi bir rastlantı mıdır? Ya yasaklanan yerli ve yabancı kitaplar?

Geçenlerde Ali Kırca'nın "Siyaset Meydanı"nında, -politik sözlüğümüzde "meydan-ı siyaset" idamların infaz edildiği alan anlamına da gelir- Prof. Eser Karakaş, Türkiye'nin yine imajını değiştirmekten söz edilirken; dayanamadı, beylik gazeteci deyimiyle, patladı:

- Türkiye'nin imajını düzeltmeyi bırakın da, Türkiye'nin kendisini düzeltin, dedi.

Sorunların özüne inerseniz, Türkiye'nin sorunları karmaşık da değildir. En baş sorun, saydamlıktır... Sezildiği kadarıyla kimsenin pek de istemediği saydamlık...

Yunanistan karşılıklı olarak savunma harcamalarını azaltmayı önerdi.

İçerde yeterince durulmadı üstünde. Bize kalırsa durulması gerekirdi...

Neyse...

Türkiye, kendi tutarsızlıklarıyla vitrin dışı kaosunu yaşayabildiği yere kadar yaşayacak. Kimi kendince keyfetmeye kalkacak, kimi kahrolmamaya...

Sonra globalleşme süreci sarmalayacak Türkiye'yi de...

ABD ile Avrupa Birliği'nin girişimlerine bakarsanız, bu süreç başlamış durumda...

Hababa debaba; düzlüğe çıkılacak sonunda.

Enseyi karartmayın.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır