kapat

24.02.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Hayalden hatıralara "Köprüler"...
Kollarından biriyle Kars-Erzurum şosesini kucaklıyordu, ötekisiyle de Yağanbaba köyü üzerinden Erzurum-Karaköse, yani şimdiki adıyla Ağrı yolunu... Başının hemen üzerinde Çobandede dağı yükseliyordu. Dağın etekleri ise Köprüköy...

İlkokul üçüncü sınıfı Yağanbaba köyünde okumuştum. Köy, "Yağan" adlı bir evliyadan almaktaydı adını. "Baba"nın pürtüklü bir mezartaşı vardı. Ziyaretçiler, mezarın üzerindeki bir küçük taş parçasını alıp dik duran mezartaşı üzerine koyardı. Eğer dilek olacaksa taş dururdu, düşerse umutlar artık bir başka bahara...

Bingöl dağlarından gelen su, Yağanbaba köyünün alt tarafından geçerek Çobandede köprüsünün bağrında Hasankale çayı ile birleşirdi.

O çocukluk günlerimden iki fotoğraf kalmış anılarımın albümünde...

Biri, mevsimini hatırlamasam da balık yakalamak; öteki, ilkbahar geldiğinde Köprüköy'e ağaç dikmeye gitmek... Balık tutulmaz, yakalanırdı çünkü... Bingöl dağlarından kopup gelen su azametini azalttığında, yatağı bir başka yöne verilir, çakıllar üzerinde kalan balıklar, bostanda karpuz misali toplanırdı.

Bingöl dağlarından gelen su, Hasankale çayı ile birleştiğinde ise şanlı Aras adıyla anılan bir büyük ırmak olacaktı...

Büyük suyun balığı da büyük olur derler. Bu yüzden abiler, amcalar bilek kalınlığında "dinamit"leri Çobandede köprüsü üzerinden Aras'ın kalbine bırakır bırakmaz bu kez suyun yüzü silme balığa keserdi,

O çocukluk günlerimde Çobandede köprüsü, hülyalarıma sığmayan azametiyle bir uzun yıllar durdu. Birkaç yıl önce, yine mahzun yüzünü gördüm. Ulaşıma kapanmıştı. Yılların ve anıların tozu ile ihtiyarlığının demini sürmekteydi sanki...

Şimdi "Koç Allianz" yayını olarak çıkan "Türkiye'nin Köprüleri" kitabında Yusuf Tuvi'nin, üstelik geçen yılın tarihini taşıyan Çobandede köprüsü fotoğrafını görünce, hayalim ve hatıralarım birden o çocukluk günlerime yelken açıverdi.

Çobandede köprüsü, yıllara değil yüzyıllara meydan okuyan o azameti ve haşmeti ile karşımdaydı yine... Üstelik üzerinde iki insan silüeti ile...

Biri bendim şüphesiz o silüetin, öteki ise çocukluğumun hayali ve hatırası...

"Türkiye'nin Köprüleri" kitabındaki fotoğraflara bakın, mutlaka sizin de çocukluğunuzdan bir gölgenin hayaliniz ve hatıranız üzerine düştüğünü göreceksiniz. Zaten çocukluk da hayallerden hatıralara kurulan bir köprü değil midir?

HAFTANIN KİTABI: EL VERENLER
Yaşar Kemal, "Eller bir şiirdir" diyor ve ekliyor: "Dil icat edilmeden, insanoğlu elleriyle konuşmuştur." "El" üzerine Memet Fuat'ın düşüncesi ise şöyle: "Ellerim olmasaydı ne yapardım? Şarkı söylerdim herhalde." Ve şair Haydar Ergülen'in "el"e bakışı: "Alınyazısıdır şiir, elyazısı geveze." 1999'da herkes bir ucundan tutmaya başlar yirminci yüzyılın. Melih Cevdet'in "Yirminci yüzyılı yaşadım / Ertelenmiş bir yüzyıldı bu" mısralarından yola çıkan İnci Asena, "ben de bu yüzyılın bir ucundan tutayım" diye düşünür ve edebiyatımıza "el veren"lerin el izlerini panolar üzerine almaya başlar. Sonra da bu şair ve yazarlardan "el" üzerine yazmalarını ister ve bunları "Adam Yayınları" arasında çıkan "Yirminci Yüzyılda Yazınımıza El Verenler" başlıklı bir kitapta toplar.

Kimler mi var Asena'nın listesinde? Mina Urgan'dan Leyla Erbil'e, Server Tanilli'den Orhan Duru'ya, Erdal Öz'den Murathan Mungan'a tam yetmiş yazar ve şair... Her şair ve yazarın "el" izi yanında fotoğraflarının da yer aldığı, "el" üzerine öykü, şiir ve deneme tadındaki yazılar dışında görselliği ile de ilgiye değer bir çalışma...

"Çadırcı" oğlunun rubaileri...
Gıyâs-üd-din Ebülfeth Ömer B.İbrahim el Hayyami, XI. yüzyılın ilk yarısında Horasan'ın Nişabur kentinde dünyaya geliyor. Babası çadırcı olduğu için de aynı anlama gelen "Hayyam" mahlasını alıyor.

Rubaileri o tarihten beri de dilden dile dolaşmakta...

İsmet Nadir Atasoy'un Dr.Abdullah Cevdet'in 1914 yılında "Rubaiyat-ı Ömer Hayyam" çalışmasını kaynak alarak hazırladığı kitap, aynı adla Berfin Yayınları tarafından yayımlandı.

Atasoy'un Hüseyin Daniş Bey'in 1922'de İstanbul'da yayımlanan "Rubaiyat-ı Hayyam" yapıtından aktardığına göre Ömer Hayyam'ın ölümü ise şöyle:

"1123 yılında İbni Sina'nın "Kitabüş Şifa"sının ilahiyat bölümündeki 'Bir ve Çok' bölümünü okurken dişlerini karıştırdığı altın kürdanını kitabın arasına koyarak ayağa kalktı. Vasiyetini yaptı. O gün hiçbir şey yemedi. Yatsı namazını kılarak secdeye kapandı.

- Yarabbi! Bilirsin ki ben seni bileceğin kadar bildim. Bana mağfiret et. Seni bilmem, mağfiretine vesiledir, dedi ve ruhunu teslim etti."


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır