kapat

24.02.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Bir başarının nedenleri
Türk sinemasının son dönemde ulaştığı seyirci ilgisi gerçekten şaşırtıcı. Bu aslında sinemamız için yabancı bir olay değil.

1960-70'lerde de -malum ve mahut 'seks filmleri' olayına dek- bizim filmlerimiz, en pahalı ve gösterişli yabancı filmleri aşan bir seyirci ilgisiyle karşılaşırdı. Araya seks filmleri, TV patlaması, video olayı, tek-merkezleşen bir dünya içinde kendi kültürümüze yabancılaşma gibi olaylar girdi. Şimdi yaşanan, bir yeniden kavuşma, bir büyük buluşma olayıdır.

Amerikan sinemasının globalleşme rüzgârını da arkasına alarak ve müthiş bir dünya çapındaki tanıtım kampanyasıyla ulaştığı sonuç, en azından Türkiye'de çok parlak değil... Son beş yılda bir milyon seyirciyi aşan sadece beş film var: "Cesur Yürek", "Titanik", "Mumya", "Matrix" ve "Altıncı His". Onlar da bir milyonun çok ötesine geçebilmiş değil. Oysa yerli filmlerdeki ulaşılan seyirci sayılarına bakınız: "Eşkiya" ve "Kahpe Bizans" herbiri yaklaşık 2.5 milyon, "Güle Güle" 1.5 milyon, "Vizontele" sadece 17 günde 1.6 milyon seyirci...

Bu bir rönesans mı, yani bir yeniden doğuş mu? Bir anlamda öyle. Sonunda seyircisinin nabzını tutmuş, ona istediğini ve beklediğini veren bir ulusal sinemayla karşı karşıyayız. Üstelik kendi adıma bu sinemanın en azından kimi örnekleriyle hiç de kötü olmadığını düşünüyorum.

TV KÜLTÜRÜ ETKİSİ
Hele hele bu sinemayı tümüyle günümüzün pek yukarlarda uçmayan TV kültürünün bir uzantısı olarak görenlere katılmıyorum. Bu sinemanın popüler yıldızları, Okan Bayülgen, Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan, Cem Davran, hatta aslında pek sevmediğim Mehmet Ali Erbil bile, eski Yeşilçam'ın parlak günlerinde yaşasalardı, birer Sadri Alışık, Zeki Alasya - Metin Akpınar, Öztürk Serengil ya da Münir Özkul olurlardı.

Elbette bu popülerleşme ve her filmi bir büyük ticari başarı haline getirme çabası, hep sinema sanatının lehine olmuyor. Yeşilçam'a sinema sanatının, hatta kısaca zevkin, sağduyunun ve estetiğin tümüyle dışında kalan ögeler sızıyor, neredeyse egemen oluyor. İşte orada daha ciddi bir görev, eleştiri görevi başlıyor. Ve bir yandan popüler olanla iyi olanı birleştirmeye çaba gösteren yaratıcıya, öte yandan aynı bileşimi arayan bilinçli seyirciye yardım etmeye çabalıyor.


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır