kapat

24.02.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Türk sinemasında rönesans mı?
N'oluyor? 'Cesur Yürek' ve 'Titanik' bile 1 milyon seyirci sınırını zar zor geçerken, Türk sineması rekora koşuyor!

Gülünür bu Şekspir'e...

Sinan Çetin'in son filmini sevmiş olmayı çok isterdim. 'Komser Şekspir'e epey güldüm. Ama her güldüğüm sahneden sonra utandım. Çünkü filmde her şey abartılı

Sinan Çetin'in son filmini sevebilmeyi ne denli isterdim!.. Onun açık sinema yeteneğini artık tam olarak göstermesini, bu zengin kadroyla gerçekten iyi bir film çıkarmasını ve hepimizin ona alkış tutmasını nasıl yürekten dilerdim!.. Ama olmadı, olmuyor. Belki gelecek filme!

Filmin gerçekten çok sevdiğim yerleri oldu. Koca İstanbul'un çarpan gündelik yüreği içinde, kimi zaman korkunç bir trafiğin ortasında yakalanan tiplere, onların bir karakol mekânında bir araya gelmesi fikrine bayıldım. Kimi sahneleri çok sevdim: Kadir'le Müjde'nin bir sözümona temsilin orta yerinde birden her şeyi unutup birbirlerine yüreklerini açtıkları sahne gibi... Finaldeki "şerefli Türk polisi"ndeki yerini bir avuç berduş için terk eden komiserle yapılan toplumsal eleştiriyi önemsedim. Kimi yerlerde de oldukça güldüm.

RAHMETLİ ŞEKSPİR
Ama her güldüğüm sahneden sonra nerdeyse utandım. Rahat, sağlıklı ve kendinden emin bir gülüş değil bu... İnsanı mutlu eden değil, sanki utandıran bir gülüş.

Çünkü film, sürekli en abartılı gülmeceyle en koyu dram arasında gidip geliyor. Çünkü Sinan Çetin ilginç bir konuyu, en doğal biçimde akan rahat, sıcak bir komedi yerine, sözümona absürd'ün doruklarında gezinen ve her sahnesinde seyirciyi gıdıklayan bir gösteriye dönüştürüyor. Bir Türk karakolunun önüne dikilen "rahmetli Şekspir" heykelini, filmin en kapı gibi iki kahramanını (hem de asıl rolü oynayan Müjde Ar artık incinen ayağı iyileşip ortalarda salınmaya başladıktan sonra bile) ille de kadın kılığına sokma gayretkeşliğini, Atatürk heykeline yalvarma sahnesini hangi sinema, sanat ve komedi anlayışının neresine oturtabilirsiniz?

Kadir İnanır rolüne bir türlü ısınamamış, belli. Yine de deneyimiyle işin içinden çıkıyor. Okan Bayülgen filmin en iyi oyuncusu. Birçok bölümü sanki tek başına götürüyor. Özkan Uğur ve Müjde Ar çok iyiler. Pelin Batu ise gerçekten yepyeni bir yüz, taptaze bir yetenek. Bir de ne söylediği anlaşılabilse...

İçinde yer yer çok iyi şeyler olan, ama tümüyle başarılamamış bir film; illa popüler, medyatik ve başarılı olmak için sanki ruhunu şeytana satmış bir yönetmenin son çabası. Kaçırılmış bir fırsatın filmi olarak yine de görülebilir. Ve fırsatı kaçırmayıp bu kez dörtbaşı mamur bir film yapmış bir Sinan Çetin filmi yine umutla beklenir...

KOMİSER ŞEKSPİR
Yönetmen: Sinan Çetin

Senaryo: Mesut Ceylan

Görüntü: Kâmil Çetin n Müzik: Marco Beltrami

Oyuncular: Kadir İnanır, Müjde Ar, Okan Bayülgen, Pelin Batu, Özkan Uğur, Mesut Ceylan, Gazanfer Özcan

Plato Film yapımı

Erdoğan'ın filmini sevdim
'Vizontele' televizyona uzaklardan, doğudan gelen kişisel bir bakış; çok başarılı bir tiyatro ve TV komedyeninin etrafına ekibini toplayarak yaptığı sımsıcak bir ilk film

Vizontele'yi hakkında koparılan onca gürültüden ve şimdiden eriştiği inanılmaz hasılattan bağımsız yargılamak zor. Ama baştan söyleyeyim: Bu filmi sevdim.

Film, bize televizyonun ilk günlerini anlatıyor. Hem de doğuda, Hakkâri'de... Burnundan kıl aldırmaz devlet memuru tavrıyla gerekli aygıtları getirip, bilgi filan vermeden köyün ortasına bırakıp giden TRT'cilerin ardından bakakalan köy (TRT bu sahnelere biraz kızacak!), uyanık tamirci Deli Emin'in çabalarıyla ilk TV yayınına kavuşuyor. Ve birçok şey değişmeye başlıyor.

Sinema tutkusunu bildiğim Erdoğan, ilk filmi için çok akıllı seçimler yapmış. Öncelikle, çok iyi bildiği bir şeyi, Hakkâri'deki çocukluk anılarına dayanan bir olayı anlatmış. İkincisi, kendisine yardımcı olarak TRT'ye yaptığı kısa filmlerle dikkat çeken yönetmen-kameraman Ömer Faruk Sorak'ı seçmiş.

GÖRKEMLİ ÇEKİMLER
Film hemen seyircisini tavlıyor: Siyah-beyaz bir filmin oynadığı bir perdeden geriye kayan kamera, bizlere kentin tek eğlencesi olan sinema salonunu ve orada toplanmış kalabalığı gösteriyor. Normal seyircinin yanı sıra, ağaç dallarından veya damlardan izleyenleri de göstererek... Bu ve benzeri nefis sahneler için harcanan paraya helal olsun!..

Sonra işler biraz duraklıyor. Film, ilginç kişiliklerine, kalabalık ve yetenekli oyuncu kadrosuna karşın, bir türlü beklenen akışı sağlayamıyor, bir tür skeçler dizisi olarak temposuz kalıyor. Geneldeki hafifliğiyle bağdaşmasa da, son derece etkili bir finalle noktalanıyor...

VİZONTELE
Senaryo: Yılmaz Erdoğan

Yönetmen: Y. Erdoğan, Ömer Faruk Sorak

Görüntü: Ömer Faruk Sorak n Müzik: Kardeş Türküler

Oyuncular: Yılmaz Erdoğan, Demet Akbağ, Altan Erkekli, Cem Yılmaz, Bican Günalan, Cezmi Baskın, Zerrin Sümer, Erkan Can

Beşiktaş Kültür Merkezi yapımı.

DAĞITIMCILAR NE DİYOR?
Bol reklam ve yerli hikâyeler iyi iş yapıyor

Son yıllarda Türk filmlerini dağıtan başlıca iki şirket var: Warner Bros ve Özen Film. Onlarla bu deneyim üzerine konuştuk. WB-Türkiye'nin müdürü Haluk Kaplanoğlu, bana sayılar veriyor. "Vizontele"de 2.5 milyonluk barajı aşıp 4 milyon seyirciye ulaşmayı umduklarını belirtiyor. Türk filmlerinin iş oranlarını veriyor: 1998'de yüzde 9'dan 2000 yılında yüzde 20'ye çıkmış bu oran... Bunun Avrupa'da ulusal sinemaların iş yapma oranı açısından Fransa ve İtalya'dan sonra en iyi oran olduğunu belirtiyor.

FİLM MÜZİĞİ ŞART
Kaplanoğlu, 65 milyonluk ülkedeki yıllık 27 milyon bilet sayısını yetersiz buluyor. Bu çerçeve içinde Türk filmlerinin seyircisini normal, yabancı filmlerinkiniyse düşük buluyor. Ve amaçlarının genelde tüm sinema seyircisini arttırmak olduğunu belirtiyor.

Özen Film sahibi Mehmet Soyarslan bu çıkışın "Amerikalı" ile başlayıp "Berlin in Berlin", "İstanbul Kanatlarımın Altında" ve "Eşkiya"dan geçerek günümüze dek geldiğini belirtiyor. Soyarslan seyircinin "kendi hikâye ve konularımızın kendi oyuncularımızla, ama çağdaş teknoloji, hızlı ve akıcı bir tempo, doyurucu efektler, iyi bir sesle anlatan" filmler istediğini söylüyor. Tanıtımın önemini, bu arada medyayı ve özellikle müziği kullanmanın önemine değiniyor: "Filmin mutlaka iyi bir klibini çekmek, CD'sini yayınlamak, TV tanıtımını yapmak zorundasınız. Oyunu batılı kurallarla oynamak gerekiyor. Biz "Ağır Roman", "Kahpe Bizans" ve "Hemşo"da bunu yaptık ve iyi sonuç aldık."

ATİLLA DORSAY


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır