kapat

21.02.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.

ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )


Hukukun üstünlüğü mü politikanın üstünlüğü mü?

Pazar günü kalkıp Köyceğiz'e gelmiştik. Hava günlük güneşlikti. Bir hayli büyüyüp danalıktan inekliğe geçmiş olan, açık kahverengindeki beyaz alınlı Binnaz, karşıdaki okaliptüs korularının kıyısında, yere yanlamış geviş getiriyordu. Köyceğiz gölü masmavi gizemli bir ayna gibi, karşıdaki efsanevi Ölemez dağının eteklerine doğru uzanıyordu...

Radyom gözlü simsiyah Otello ile kediden çok vaşaka benzeyen tekir abartması Tüyloş; nasıl sezmişlerse sezmişler geldiğimizi, daha çantaları içeri taşırken, küçücük çim bahçenin verandasında arz-ı endam eylemişlerdi...

Her yer ışıklar içinde sakin, sessiz ve yemyeşildi. Bodur narenciye ağaçlarının, koyu nefti sık yaprakları arasından, yaramaz çocuk gözleri gibi, çıldır çıldır bakıp duruyordu yüzlerce mandalina, yüzlerce portakal ve sapsarı limonlar...

Pazartesi birden hava bulutlandı. Eksik gedik şeyleri tamamlamak için, Marmaris'e doğru giderken birden cep telefonu çaldı. İstanbul'dan sevgili Şafak Barış arıyordu:

- Hemen radyoyu açın, diyordu. Milli Güvenlik Kurulu'nda tartışma çıkmış, Bülent Ecevit toplantıyı terketmiş...

Köyceğiz'deki özel müsteşarım Mehmet Çulhacı, taksisinin radyosunu açtı. Her zamanki gibi mahut türküler çalıyordu. Derken saat 12 oldu. Haberler başladı...

Şimdi tüm Türkiye'nin bildiği şeyleri başladık öğrenmeye...

Gerçekte alt yapısının salt etiketleriyle, dış görüntüsü değiştirilmiş olan köhne Osmanlı'nın; gerçek yüzü çıkıyordu ortaya...

Her ne kadar Padişah'ın mülkü sayılan ülke toprakları, 1920'den sonra "Hazine arazisi" sayılmışsa da; Hazine, iktidardaki siyasetçilerin tasarrufu altındaydı...

Son 70 yıl içinde Hazine arazilerinin kimlere ihsan edilip, kimlerce yağmalandığının saydam bir dökümü asla çıkarılmamıştı ortaya...

Devlet Bankaları ise bir çeşit "Hazine-i hassa" idi. Onlar da iktidardaki siyasetçilerin tasarrufu altındaydı. Son 70 yılda, geri dönmemiş kredilerin de; Devlet bankalarınca, kimlere verilmiş olduğunun saydam bir dökümü asla yapılmamıştı.

Osmanlı döneminin "Rical-i Devlet"i, Cumhuriyet döneminde "devlet büyükleri" olmuştu...

Devlet büyüklerinin astığı astık, kestiği kestikti ve onlar her şeye kadirdiler.

Çocuklara daha ilk okuldayken, "büyüklerimizin her şeyi bizden iyi bildikleri" koşullanması dopinglenirdi.

Hazineden geçinmeli üst kesimin çıkarlarına göre biçimlenmiş, "oligarşik" bir yapı Ğki biz ona "kabuk devlet" biçimlenmesi diyorduk- bir yandan hamaset afyonlaması, bir yandan da "Türk'e Türk propagandası" yaparak, maskeliyordu ekonomik talanı...

Siyaset kavgaları ise temelde, Osmanlı dönemindeki Padişah olanaklarını ele geçirme kavgalarıydı...

Ve partilerin hiç biri, "Hukukun üstünlüğü; yasaların sade yönetilenler için değil, yönetenler için de geçerli olması; ve saydamlık" ilkelerinden yana değildiler...

Sadece iktidarlara ait avantaları ele geçirmekten yanaydılar.

Oligarşik bir yapıya dayalı "Kabuk Devlet"in, halka hizmet veren "Teknik Devlet"e dönüşmesini sağlayacak, yeterli bir iç dinamik de yoktu ülkede.

Mevcut oligarşik yapıyı kınayan, eleştiren, didikleyen; sanatçılar, ozanlar, yazarlar, bilimciler; cezaevlerine tıkılır, ezilir, süründürülür, yok edilir; bazen de öldürülürdü... Çağdaş değişimlere dönük, yerli-yabancı kitaplar ise; yasaklanır, toplatılır, mahkemelere verilirdi.

Bütün bunların "vatanı tehlikelerden korumak için yapıldığına" inandırılırdı kamuoyu..

Kimsenin aklına Ankara egemenlerinin, 20. Yüzyıl'ı da rezalet bir fiyaskoyla ıskalamış olduğunun su yüzüne çıkacağı gelmezdi.

Hele "yaşam kalitesi" açısından, Yunanistan'ın bile 65 basamak altında kalınmış olduğunun ortaya çıkacağı, hiç gelmezdi.

Türkiye'nin dünyadaki çürümüş ülkeler arasında 4. sırada bulunduğunun açıklanması ise, politikadaki tüm kepazeliklerin üstüne tüy dikti.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, her fırsatta yüksek sesle, "hukukun üstünlüğünü; yasaların sade yönetilenler için değil, yönetenler için de geçerli olduğunu; ve saydamlığı" savunan ilk Cumhurbaşkanı...

Bizim politikacılar, bu tür ilkelere kesinlikle alışık değiller..

Onlara göre politika; gerektiğinde on bir muhalif milletvekilini, bakanlık vaadiyle yanına çekerek çoğunluğu sağlayıp, iktidara gelmek; ve on bir bakanlığı, parti değiştirmiş olanlara vermek, falan...

Ahmet Necdet Sezer ise, hukukun üstünlüğü ve saydamlık diye tutturuyor...

Sonunda politikacılarla arasında bela çıkacağı belliydi.

Şimdi bazıları, "Cumhurbaşkanı da mahut oligarşik yapıya uyum sağlamalı" diyor. Bazıları "Politikacılar kasıtlı olarak çıkardı bu krizi" diyor...

Bu arada Avrupa Birliği'nin Ankara hakkında ne düşündüğünü az çok biliyoruz. Washington'un yeni siyasal simgesi Bush'un, ne düşündüğünü ise hiç bilmiyoruz.

Ne olacaksa olacak, yaşayanlar da görecek..

Padişah mirası üstünde biçimlenmiş oligarşik yapı, iç dinamikler sayesinde teknik devlete dönüşüp, saydamlaşabilse; şimdi kimsenin başı ağrımayacaktı...

Ne yapmalı ki, bu olmadı. Şimdi hukukun üstünlüğüne inanmış bir Cumhurbaşkanı ile globalleşme sürecinin Türkiye'yi de sarmalamaya başlayan saydamlaşması; zorlamaya başladı politikacıları...

10-15 yıl, zor günlerden geçileceğe benzer...

Görelim bakalım Mevla ne eyler.

Ne eylerse güzel eyler..

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır