kapat

06.02.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
banner
HAŞMET BABAOĞLU(hbabaoglu@sabah.com.tr )


Geleceğin eski tadı!

Merak ediyorum!

Sözgelimi; bizim Sabah'ın Cumartesi ekinde çıkan "Hindistan olmaya az kaldı" başlıklı yazıyı nasıl bir ruh haliyle okuyoruz?

Yazıda "Türkiye hızla kuraklaşıyor, çünkü iklimi değişiyor. Çok değil, on yıl sonra göllerin ve denizlerin su seviyeleri inecek. Bitki dokusu yerini susuzluktan çatlayan topraklara bırakacak. Turizm ve tarım sektörlerinde ciddi kayıplar ortaya çıkacak" deniyordu.

Hemen bütün gazetelerin arka sayfalarında ve dergilerde sık sık böyle yazılar çıkıyor.

Bir dostum "Vay be, deyip geçiyoruz" dedi.

Dünyanın en ücra köşesindeki bir kelebeğin kanat çırpışından haberdar olduğunu iddia eden turizmci arkadaşım bu sefer kızdı: "Ben sektörde gelecek yılı kurtarmak davasındayım birader; on yıl sonrasını düşünecek halde değilim."

Kendimi gözden geçirdim.

İnanamadım!

Böyle haberleri okurken içimden "bir çaresi bulunur elbet!" diye geçirir olmuşum ben de!

"Peki nasıl çaresi bulunur?"

İşte bu soru neredeyse hepimize can sıkıcı geliyor.

Ama bir yerden başlamak gerekiyor.

Ve önce...

Siyaseti içine hapsolduğu fildişi kuleden çıkarmak gerekiyor.

Çünkü...

Susuzlukla mücadele enflasyonla mücadele kadar önemlidir.

Küresel ısınmanın ve çevre sorunlarının altından kalkmak "Ermeni sorunu"nun altından kalkmak kadar önemlidir.

Önümüzdeki on yılın yaşam kalitesini planlamak, 2010'un jeostratejik dengelerini bugünden hesaplamak kadar önemlidir.

Bugün en büyük sıkıntıyı "insan hakları" konusunda siyasetin güçlü biçimde fikir ve program üretmemiş olmasından yaşıyoruz.

Yarın da "çevre sorunları" konusundaki boşvermişlikten çok çekeceğiz.

Gelecekten söz etmek eskiden tatlıydı.

Şimdi eski tadı yoksa geleceğin, bunda kabahat bizim...

ŞUT
Beşiktaş'ta 'Mehmet sorunu'

Unutkan bir toplum olduğumuz için ligin devre arasında Beşiktaş'ta patlak veren "Mehmet sorunu" karşısında "Hay Allah! Nereden çıktı bu!" diye söylenip durduk...

Oysa Daum'un teknik direktörlüğü döneminden beri ara ara ısıtılıp medyanın önüne konur bu sorun!

Toshack döneminde dedikodu kazanı yine kaynatılınca Mehmet Özdilek'le Ertuğrul Sağlam'ın "Olup bitenlerde suçumuz yok" diyebilmek için gazeteleri dolaşmak zorunda kaldığını da bilirim.

Herkesin çok şey biliyormuş gibi yapıp açıkça sorulunca dişe dokunur laf edemediği bir konudur "Mehmet sorunu!"

Mehmet Özdilek de sessizdir.

Suskundur.

Kamu karşısında gereksiz yere konuşmaz.

Ancak gerektiği zamanlarda konuştuğu da az görülür.

Konuştuğunda kimsenin kalbini kırmaz, kimseyi töhmet altında bırakmaz.

Fakat öylesine klişe şeyler söyler ki, ne teknik direktörüne destek olur bu sözler; ne de takım arkadaşlarını gerçekten "gaza getirir!"

Bu yüzden belki...

Taraftarın onu kendine en yakın bulduğu an; takım Vallerenga'ya elendikten sonra parmaklarını Fulya'nın tel örgülerine dayamış çaresiz ve hazırlıksız halde bir şeyler söylemeye çalıştığı andır...

Çünkü bir taksi şoförü ağlayarak Kaptan Mehmet'e sormaktadır: "Oğlumu 3-0 galipken uyuttum, ardından üç gol yediniz. Şimdi uyanınca oğluma ne diyeceğim?"

Neyse...

Zaman yine hızlı geçti.

Bu kez de "Mehmet sorunu var mı, yok mu? Neşter ona mı inecekti, başkasına mı?" tartışmalarının ömrü doluverdi.

Ama...

Beşiktaş'ın Antalyaspor'la yaptığı maç ortaya koydu ki...

Eskiden yoksa bile, artık bir "Mehmet sorunu" var Beşiktaş'ta...

Hesapta olmayan türden bir sorun!

Mehmet Özdilek 62. dakikada girdi oyuna. Beşiktaş mağluptu.

O dakikadan sonra üç gol attı Beşiktaş ve maçı aldı.

Mehmet Özdilek'in oyuna olağanüstü bir katkısı olmadı fakat gelin de inandırın!

Maç yorumlarına bakıyorum: Birinde "Mehmet'e bu kin niye?" diye soruluyor, ötekinde "İyi ki varsın Mehmet!" deniyor.

Yasin'in hırsı, Nouma'nın kişisel becerisi ikinci planda kalmış. Scala'ya "yaşlı kurt"unu oyuna geç soktuğu için sitem ediliyor...

Sonuç: Mehmet Özdilek kazandı...

Olur olmaz biçimde projektörleri bu futbolcunun üzerine tutan ve sonra ne yapacağını bilemeyenler kaybetti...

Arada Beşiktaş'ın gelecek yılları hedefleyen futbol felsefesi de yara aldı...

Oysa bu felsefeye göre yıldız futbolcular değil, takımın tamamı oyunu kuracaktı!

Bu felsefeye göre orta sahada oynayan herkes rakibe basacak, mücadele edecekti...

Sezon sonunda futbolu bırakacağını açıklayan Mehmet Özdilek'siz oynamaya ve başarılı olmaya alışacaktı Beşiktaş; alışmak zorundaydı. Olmadı!

Yani...

Asıl şimdi Beşiktaş'ın bir "Mehmet sorunu" var.

EĞRİYE EĞRİ
* David Ginola'nın en iyi sol kanat oyuncusu olduğunu söyleyemem. Ama ondan daha iyisi yok! DAVID ATKINSON (İngiliz teknik direktör)

*Denizin üzerinden yürüyerek geçseydim bile farketmezdi. O zaman da medya "Yüzme bilmiyor da, ondan!" derdi. BERTI VOGST (Alman teknik direktör)

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır