kapat

30.01.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Nokia
GÜLAY GÖKTÜRK(gokturk@turk.net )


İstihbaratçının trajedisi

YIllar önce seyrettiğim bir Amerikan filmi vardı. Anti komünizmin doruğa çıktığı, Amerikan gizli servisinin her taşın altında Sovyet casusu aradığı bir dönemde, kendi halinde bir Amerikan ailesinin, devletine yardımla karşı komşusuna ihanet arasına sıkıştırılışının öyküsü anlatılıyordu filmde. Amerikan gizli servisi gelip ailenin evine yerleşiyor, onların penceresinden karşı komşuyu gözlüyordu. Film, can ciğer komşunun gerçekten de Sovyet casusu çıkışı ve yakalanışı ile son bulurken, geride kocaman bir soru bırakıyordu: Bir tarafta ülkesine ihanet eden bir adam, öte tarafta dostuna ihanet eden bir adam var... Acaba hangi tutum daha gayrı ahlaki? Ülkeye ihanet, dostluğa ihaneti haklı çıkarabilir mi?

"Küçükömer'e dokunmayın"
Mahir Kaynak'ın son günlerde gazete sayfalarına yansıyan iç dökmelerini okurken o filmi hatırladım. Bence onun da filme dökülmeye değer bir hayatı var. Yaşadığı çelişkiler; göreviyle dostlukları arasında yaşadığı sıkışmışlık, o filmdekinden bin beter... Bu sıkışmışlık içinde, o da kendine özgü bir ahlak oluşturuyor. Söylediğine göre teşkilata, yakın dostu İdris Küçükömer'e zarar gelmemesini şart koşuyor, "O'na dokunursanız kıyameti koparırım" diyor. Apartman komşusu Ahmet Ketenci'ye cuntaya girmesini teklif etmiyor, yani onu provoke etmeyi reddediyor. Ve bugün hala, kendi bulunduğu İstanbul İktisat Fakültesi'nden tek kişinin bile gözaltına alınmamış olmasıyla Ğyani arkadaşlığı görevinden üstün tutmakla- övünüyor. Ama belli oluyor ki, istese de önleyemediği nice "bireysel ihanet"in acısını ve pişmanlığını hala çekiyor.

Mahir Kaynak, Türkiye'de MİT elemanlarının halk tarafından sevilmediğini söylüyor.

Peki bu neden böyle? Büyük bir çoğunluğuyla ülkesini seven, devletine bağlı olan bir halk, nasıl oluyor da, o devletin menfaati için çalışan ve devletin "düşmanları"na karşı savaşan istihbaratçılara bu kadar antipatik bakıyor? Bu antipatiyi sadece devletin toplumdan kopuk oluşuyla; insanların devletin kimi politikalarıyla ters düşmeleri ya da istihbarat örgütünün çalışma tarzını yanlış bulmalarıyla açıklamak pek yeterli değil.

Sanıyorum ki, bu antipatinin sebebi, biraz önce anlatmaya çalıştığım ahlak çatışmasında yatıyor.

Bir tarafta devlet, toplum ya da rejim... Öbür tarafta ise kırk yıllık bir dost... İkisinden birine ihanet etmeye zorlandığında, istihbaratçının trajedisi başlıyor. Çünkü komünizmin yenilmesi, devletin güvenliği, ulusun geleceği gibi misyonlar istediği kadar kutsal, istediği kadar büyük olsun, bireysel ilişkilerin somutluğu karşısında soyut kalıyor. O yüzden de, canciğer komşuya, çocukluk arkadaşına yapılan ihaneti affettiremiyor.

İhanetin en affedilmezi
Üstelik bu çatışma yalnızca gizli servisler söz konusu olduğunda değil, hayatın başka alanlarında da çıkıyor ortaya.

Örneğin, boşandığı karısının "sapıkça" fantezilerini ortalıkta anlatan bir kocayla karşılaştığımızda, o fantezileri tam bir ahlaksızlık gibi görsek de, özel hayatına ihanet eden kocayı affetmiyor, "sapık" kadının yanında saf tutuyoruz. Kaytarmacılığı iş ahlakına aykırı bulsak da, arkadaşının kaytarmalarını patrona yetiştiren yağcı işçiyi tasvip etmiyoruz. Kopya çekmeyi hırsızlığın bir türü olarak görsek de, kopya çeken arkadaşını öğretmene ispiyonlayan müzevir öğrencinin kopya çekenden daha büyük ahlaksızlık yaptığını düşünüyoruz.

Demek ki, ihanetin en affedilmezi, yakın ilişkiler içinde yaşanan ihanetler oluyor. Zaten gizil servisler de bu gerçeği bildiklerinden, bu meslektekilerin görev alanı içindekilerle özel ilişki kurmasını, ailece görüşmesini, yani dost olmasını ilke olarak yasaklıyor.

Burada bir kez daha özel olan, genel olandan baskın çıkıyor. İnsan hayatında en değerli şeyin bireysel ilişkileri olduğu, üstelik de bunun bütün kültürlerde böyle olduğu bir kez daha doğrulanıyor. Toplum, devlet, millet gibi sosyolojik kategoriler, bire bir ilişkinin somutluğu, canlılığı ve hayati önemi karşısında yaya kalıyor.

İnsan denen varlık, esas olarak bire bir ilişkileri içinde varoluyor, oluşuyor ve sadakatte birinci önceliği bu ilişkilere veriyor.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır