kapat

28.01.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Nokia
TEVFİK YENER(tyener@sabah.com.tr )


73 yaşındaki dilber 18 yaşındaki yazar

Diamandi'de garson Gaskonyalı Hasan'a yine takıldığımızda öfkelendi: -Ulan mektepli geçiniyorsunuz, var mı içinizde Namık Kemal'den bir şiir okuyacak ha?.., diyerek darbeyi indirdi. Şaşırıp sustuk. Gaskonyalı Hasan gözleriyle taradı bizi, üstümüze gelmeye başladı: -Gavur şairlerini ezbere biliyorsunuz keraneciler!.. Yok Pol'müş, Şarl'mış...

Bunları söyledi ve kocaman torik dilimlerini önümüze attı. Sonra, zafer sarhoşluğuyla dişlerini göstererek katır kahkahasını patlattı: "-Vali beyden bir yudum atın da madaralığınız zulada kalsın!.." dedi. Son cümlesine tercümanlık yapayım: "Vali bey" ufak rakı demekti, İstanbul Valisi Gökay'ın boyunun kısalığından ve alkol düşmanlığından dolayı... "Madaralığınız zulada kalsın" ise 'bozulduğunuz belli olmasın' anlamına geliyordu.

1957-58 yıllarında üniversite gençliğinin tutkun olduğu yazarlar vardı: Gide, Sartre, Hemingway gibi... Andre Gide ve Sartre'nin felsefesi, savaş sonrasındaki gençliğin faylarını kırıyordu. Hemingway'in çılgın maceracılığını yaşamak için fırsat arardık. Onun romanından konusu alınan "Çanlar Kimin İçin Çalıyor" filmindeki Gary Cooper olmak isterdik. Elbette filmdeki kısacık saçlı Ingrid Bergman benzeri sevgilimiz olursa savaş çok daha zevkli olurdu. Öyle sanırdık.

Ingrid Bergman'a benzeyen arkadaşımın (Laleli'nin ünlü Ingrid'inin) saçlarını bile aynen o filmdeki kadar kısa kestirtmiştim. Bir üfürüklük havamızla gider, Lalelili Ingrid ile Park Otel'in terasında otururduk. Park Otel'de fatura iş adamlarına göre çıkarılırdı ama altından kalkardım. Çünkü, zengin (?) bir gençtim. Tanesi 1TL'den, yanlış okumadınız bir liradan resim çizerdim. Günde elli resim yaptığım bile olurdu... Resimli çocuk romanları için fotokopi makinesi gibi çalışırdım. İyi paraydı gündelik 40 liralar, 50 liralar... Yani; Nişantaşı'nda apartman katı kirasıydı... 1957 yılında bittabi...

ABDULLAH ABİ'DEN CARUSO'YA
Keyiflerin, kültürlerin, ırkların, dinlerin mikseri İstanbul... Bizler Sartre okur, Caruso filmiyle parlayan tenor Mario Lanza'yı dinlerdik. Beşiktaş taksi durağındaki1948 model gıcır Dodge'nin sahibi Ali abimiz ise Abdullah Yüce abimizi dinlerdi. Caruso'nun "La Donna Mobile"sine karşılık, Abdullah abinin sesinden "Bu ne sevgi ah, bu ne ıstırap" dostlar... Eminönü Camii'nin ardındaki işportalarda satılan Hazreti Ali'nin cenk kitapları... Evlerde halı altlarına gizlenen Nazım Hikmet şiirleri... Nazım yasaklıydı, acaba Namık Kemal kadar vatanını sevmemiş miydi? Yazdıklarını karşılaştırırdık, ikisi de vatanseverdi ve biz ikisini de seviyorduk. Bizi; yeni yetme gençliği, sadece "gavur edebiyatını seven budalalar" sanan Gaskonyalı Hasan ne derse desin.

Gözlerimiz dolardı Mehmet Akif'in Çanakkale Şehitleri ile, Nazım Hikmet'in Kurtuluş Savaşı Destanı'yla... Gırtlağımız düğümlendiğinden şiirlerin sonunu kesintisiz getiremezdik. Kutman'ın galonluk şarabıyla "günahlı üzüm suyu molası" verirdik, boğazımız açılsın diye... Nazım'ı lanetleyen, Akif'i siyasete karıştıran politikacıları, küfürle tutuşturduğumuz gençliğin ateşinde yakardık.

Gaskonyalı Hasan'ın "Pol'den başkasını bilmezsiniz" dediği Paul Eluard'ı yüreğimizde nasıl duymazdık:

Kapılar tutulmuş neylersin

Neylersin içerde kalmışız

Yollar kesilmiş

Şehir yenilmiş neylersin

Açlıktır başlamış

Elde silah kalmamış neylersin

Neylersin karanlık bastırmış

Sevişmezsin de neylersin. (*)

OKUL, AŞKLAR VE HAYALLER
Ders notlarının, kızların peşinde koşar öğrenciler... Biz de öyle yapardık. Şairleri, filozofları tartışırdık... Bir de futbolcuları... Erce, benim kadar futbola düşkün değildi. Okurdu, düşünürdü, yazarlarla kendi içinde kavga ederdi. "Kim bu Erce" derseniz, bugünlerde çok popüler. Erce, 18 veya 19 yaşlarındayken hep yazar olmayı düşlerdi. Andre Gide ve Sait Faik tutkunuydu. Orhan Veli ile Melih Cevdet Anday'a hayranlığımız ortaktı. Erce'nin yazarlık, benim rejisörlük veya ressamlık düşlerimiz Walt Disney filmlerinden daha renkliydi. Çünkü biz; evrensel sanatçılar olmak isterdik. Dünya bizim gibi yeteneklerin eserlerini tatmalıydı. Peh, peh...

İkimizden düşlerini gerçekleştiren Erce oldu. Bendeniz de klişeler, kurşun harflerle gazeteciliğin taş devrinden başlayıp ofsetle, dijitalle, bilgisayarla süslenmiş cilalı taş devrine kadar geldim.

"Bir gün özgün filmler yapsam, bir Türk Sineması dili bulup dünyaya göstersem... Bir gün resimlerim Museum of Modern Art'ta sergilense" derdim... Aynen dediği gibi Cyrano'nun: "Bir gün, bir yiğidin kılıcıyla vurularak" ölsem derdim... "Ama kader; yiğit yerine uşak, kılıç yerine odun..."

Hayaller hep gerçek olamıyor. Eğer ekmek teknesine erken binmişseniz, küreklere asılacaksınız. O teknenin dümenini sizin elinize de vermezler. Ne çıkarsa bahtınıza...

Erce'yi New York'a yolcu ettiğimde yıl 1958 idi. Dünyanın yeni kültür Babilinde yazarlık şansını deneyecekti. Becerdi. 13 kitabı yayınlandı Amerika'da... Bazıları büyük satışlara ulaştı, milyonu devirdi. New York'un erişilmez sanat sosyetesinde De Köenig gibi dostları oldu. Kitaplarını ERJE AYDEN adıyla yazıyordu. "J" harfi "C" okunduğundan...

Erce'nin kitapları Türkiye'de yayınlansın istiyordum. Çünkü o hep "Türkiye'nin dünya çapındaki yazarı" olmak isterdi. Gerçek bir vatanseverdi. Ancak; bazı nedenlerle küskündü. Bu yüzden, filme çekilen "Sadness" romanını zorlukla kopardım. Erce'den kitabı New York'ta aldım, getirdim ve Hakkı Devrim ağabeyimize "Yayınlamayı düşünür müsünüz" diyerek verdim. Ve nihayet Erce'nin kitabı Türkiye'de yayınlandı. Erje Ayden'in "Ayrılık Acısı" Doğan Kitapçılık'tan çıktı. Ülkü Demirtepe çevirisi çok başarılı. Zeynep Çağlıyor'un gayretleriyle de dünya kalitesinde bir kitap olmuş. Sağol Hakkı ağabey, mersi Zeynep hanım.

Erje Ayden'in "Ayrılık Acısı" kitabının filminde Richard Gere oynayacak. Bir süre önce Richard ile Erje bir lokantada buluştular. Erje kitaptaki kahramanın kişiliğini Gere'ye ayrıntılı anlattı.

"IH" DİYE TARTILAN ŞARKILAR
Erce 18 yaşındayken iyi bir yazardı, tartışmacıydı. Diamandi'nin meyhanesinde yanık yağ dumanı gözlerimizi yakarken Melih Cevdet'ten hayranlıkla söz ederdik. Orhan Veli'nin erken ölümünden yakınırken Gaskonyalı Hasan'ın küfürsüz yapamadığı servisiyle Rum mezelerini atıştırırdık. İki kalamata zeytini, iki ançuez vs...

Melih Cevdet Anday ile Orhan Veli Kanık'ın kitaplarını Amerika'da yayınlattı Erce... Cebinden ödeyerek, tanıtmak için. "İşte bizde böyle yazarlar var!.."

Çok mu gerilere gittim. 1957-58'lere... Ama ne günlerdi!... Abdullah Yüce'nin şarkılarının kitleleri neden etkilediğini anlayamadığımız günler... "Ih" diye tarttığımız şarkılar, geleceğin arabesk toplumunu haber veriyormuş. Eziklik, eşitsizlik, iç göç faciası, parasızlık... Başka ne getirirdi ki?... O yıllar politikacımızın, aydınımızın kafası "protesto şarkılarına" basmadı. Sonra pek şaşıracaklardı.

Güzel bacaklarını dimdik kaldıran, taklalar atan kadın da bizi şaşırtmıştı. Vücudu 18 yaşındaki bu kadının nüfus kağıdı ise 73 yıllıktı. İsveçli jimnastik hocası Moja Cariquist ve öğrencileri İstanbul'da gösteriler yapıyorlardı; İsveç'in ünlü Sophia Kızlar Jimnastik Ekibi... 73'lük Bayan Moja'nın güzelliği ilk gösteriden sonra dilden dile dolaştı: "İnanılmaz kardeşim, 73 yaşındaymış ama böyle fıstık görmedim!.." İkinci gösteride Spor ve Sergi Sarayı tıklım tıklımdı... Biz de oradaydık. Ninemiz yaşındaki bu körpe kadına duyduğumuz şehveti utancımızdan birbirimize açık etmedik. En iyisi Diamandi'ye gidip bir iki kadehle sakinleşmekti. Hasan ne kadar kızarsa kızsın, bir şiir okuyacaktık gavur şairden... Şiirin gavuru, mavuru olur mu Hasan? Hey gidi rahmetli Hasan, Diamandi, rahmetli İstanbul...

Uyarılmış kızların tiz çığlıkları,

Gözler, dişler ve nemli gözkapakları,

Görkemli memeler ateşle oynayıp duran,

Öptüren dudaklara doluvermiş kan,

Son kayralar ve onlara karşı çıkan eller,

Her şey toprağa girer ve oyun sürüp gider!. (**)

(*) Paul Eluard / Çev: S. Eyüpoğlu

(**) Paul Valery / Çev: Cemal Süreyya

Dünya Şiiri Antolojisi / Sosyal Yayınlar

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır