kapat

21.01.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
AB'ye küstük demekle olmaz
Soli Özel "Üzerine düşeni yaparsan, Avrupa Birliği ile çatır çatır pazarlığını yaparsın" derken, Mehmet Altan "Dünya değişsin dedik.

Şimdi değişiyor ve en çok kendilerine solculuğu atfedenler ağlıyor" yorumunu yaptı

UMUT MU KABUS MU?
Birkaç ay öncesine kadar AB'ye girmeye and içmiştik. Sonra Katılım Ortaklığı Belgesi çıktı. Ve biz yine 'Avrupa'sız da yaparız' havalarına girdik. Ekonomik kriz, F Tipi derken hem umudumuz hem kabusumuz AB'yi unuttuk. Sonra da 'AB'ye girişi asker istiyor mu, girersek bölünür müyüz?' gibi sorular sormaya başladık. Yoksa yine başa mı döndük? Konuyu Bilgi Üniversitesi'nden Soli Özel ile İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim görevlisi ve Sabah gazetesi yazarı Mehmet Altan'a danıştık.

* Ne oldu da yine AB bizi böler mi bölmez mi, asker istiyor mu tartışmalarına geri döndük?

Mehmet Altan: Sabah'ta adı söylenmeyen bir bakan KOB'dan çıkan sonucun henüz AB üyeliğine hazır olmadığımız manasına geldiğini söyledi. Bunun olması halinde AB'ye karşı bir direnmenin çıkacağı kesindi. Şu an demokrasiden, serbest piyasa ekonomisinden rahatsız olan kesimlerin keskin muhalefeti ile karşı karşıyayız. AB, ulus devlet anlayışından ulusüstü bir iradeye geçişi de gerektiriyor. Oysa biz hâlâ militer ruhla yönetilen bir ülkeyiz. Bu da birilerini rahatsız ediyor.

Soli Özel: Maalesef bununla sınırlı değil; çünkü bu muhalefetin toplumsal tabana da yayılması isteniyor. AB'ye girersek bölünürüz derken de bu yapılıyor. Tabii Fransa Parlamentosu'nun Ermeni konusunda aldığı karar da bu anti-Batıcı söyleme koz verdi. Bunlar halkta ikircikli bir durum yaratabilir. Hele hele IMF programının acısı arttıkça anti-Batı, anti-modernleşme tepkisi daha da güçlenecek.

* 'Odakların' derdi Katılım Ortaklığı Belgesi'nin maddeleri mi sadece?

MA: Bu program sadece Kıbrıs'tan, Kürt meselesinden ibaret değil. Tüm toplumu yeniden yapılandıracak bir proje bu. Çünkü hâlâ sanayileşmesini tamamlayamamış köylü toplumuz; devlet, özü itibariyle militer. Buna karşılık milliyetçilik üstü bir dünya vatandaşı kavramının örgütlenmesi gerekecek. Bundan da korkuluyor çünkü 20 milyonun eğitim düzeyi ilkokul ve altında, çoğu kişi mesleksiz. Yani Avrupa ile rekabet onları korkutuyor. Bu da muhalefeti arttırıyor.

Oysa Türk halkı daha özgür ve zengin yaşamak istiyor. Genç bir nüfusumuz var ve hepsi umutsuz. Bu odakların bilançoları hiç de parlak değil. Avrupa'nın en fakir ve köylüsü en çok, en az okumuşu olan (ortalama 3.5 yıl) ülkesiyiz. AB'ye giren Yunanistan'la aramızdaki fark rekabet kabul etmez şekilde açıldı. Türk halkı, ağır ve büyük hamaset laflarından ziyade iyi yaşamak istiyor.

SÖ: Ama, tanımlanmamış bu talebin bir siyasi talebe dönüşmesi gerek. "AB iyidir, girersek ihya olacağız" demekle olmaz. Economist dergisi, Polonya'nın AB'ye bakışını ele almış. Aynı bizimki gibi; bizi sömürecekler, parçalayacaklar falan. Adamlar Nice'te bir zirve yaptılar, birbirlerini bir dövmedikleri kaldı. AB üyesi ülkelerin halkları da AB'den şikayet ediyor. AB'nin sadece bize kötü davrandığı falan yok. Ama biz kendimizi karnımıza bakarak gördüğümüzden başka yerlerde ne olduğunu fark edemiyoruz.

AB'ye giriş sürecinde çok büyük sıkıntılar yaşayacağız ama buna katlanmazsak torunlarımızın hayatını ipotek altına alırız.

* Neden AB'yi tartışamıyoruz?

MA: Türkiye'de yönetenler ve yönetilenler bilinci yok. Herkes kendini padişah sanıyor! Bu adamlara vergi veriyorum, karşılığında da en iyi hizmeti ve en geniş özgürlüğü isterim demedikçe AB'nin getireceklerini anlayamayız. Sayıştay 2000 yılı raporunu yayınladı; 106 milyar dolar, bütçede görülmeyen şekilde harcanmış. Dış borcumuzun kaydı kuydu yok. Böyle bir toplum kendi kaderini tartışabilir mi! İşin iyi yanı Ankara'nın parası kalmadı. Böylece daha zengin ve özgür bir ülke olmanın koşullarını kabul edecek. IMF yapısal reform istiyor. Devletten geçinme, beleşçilik yok bitecek.

* AB'yi sermaye istiyor mu? TÜSİAD'ın, TOBB'un, esnafın taleplerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

MA: Sermayeyi de ayıralım. Adam yurtdışına mal satarak parasını kazanıyorsa tabii ki AB'yi istiyor. Yok banka boşaltıyorsa istemiyor!

SÖ: TOBB'un, hattâ en çok destek veren TÜSİAD'ın içinde de AB'yi istemeyen üyeler olabilir. Çünkü süreç Türkiye'yi alışık olmadığı bir rekabet ortamına getirecek. Aslında sermayesiyle, işçisiyle, esnafıyla hiç alışık olmadığımız bir cendereye gireceğiz. Bu noktada insanların feryadı boş değil. Kısa vadede çok sıkıntı çekeceğiz ama uzun vadede refaha ulaşacağız. Bu acılar sonrasında refaha geçileceğine dair ortak duygu yaratılmalı. Yoksa direnç artar. Zaten AB'ye, hiç ulaşamayacağımız limit kavramı gibi bakmalıyız. AB'ye giremesek de attığımız her adım alternatifini güçlendirir. Ama AB'nin alternatifi Kafkasya, Orta Asya, din-millet kardeşliği falan değil. Yalan söylemesinler! Üzerine düşeni yaparsan AB'yle çatır çatır pazarlık yaparsın. "Sana küstüm"le tavır alınmaz.

MA: Beleşçi Türk vatandaşlığından üretken bir dünya vatandaşlığına geçmemiz gerekecek ve bu da çok acı olacak. Ama Türkiye gelir dağılımının en berbat olduğu beş ülkeden biri. Zengini 11 alırken fakiri bir alıyor. Değişim sürecinin külfeti eşit paylaşımı sağlanmalı. İki milyonu aşkın memura yapılan zamla, soyulan bankaları kurtarmak için verilen paranın aynı olduğu bir ülkede bu, eşit olmayabilir. Bu da dinci, milliyetçi, yenilikten korkan kesimlerin muhalefetini arttırır. Ama teknik düzey geliyor ve demokrasi, insan hakları gibi çok büyük lafların edilip hiçbir şeyin söylenmediği dönem bitecek. Çok spesifik tartışmalar olacak. Mesela AB'ye, Gümrük Birliği'ne girmemiz halinde İhale Yasası'nın da değişmesi gerekecek. Finans yapımızı değiştirecek bu konuyu oturup konuşacağız.

*Yani AB devrim gibi bir şey o zaman... Ekim devrimi mi, Fransız devrimi mi?

MA: Devrimden de öte. Bu oluşmaya başladı da. Türk ordusunun siyasetteki yerini düne kadar tartışamıyorduk bile.

* Nişantaşı'nı düşünürsek AB'ye girebiliriz. Hakkari'yi, Diyarbakır'ı, SSK'yı düşünürsek de mi? Odaklar kadar mevcut yapı da direnmiyor mu? Yozgatlı biri AB'ye neden girmek istesin?

SÖ: Yozgatlı'nın kim olduğu önemli. Eğer taban fiyatları ile verimli çalışmadan geçimini sağlıyorsa ve IMF politikasıyla bu engellenirse tabii istemez. Ama ihracat yapan bir sanayiciyse daha iyi ulaşım, komünikasyon için ister. Burada 'kurtarıcı gelecek' psikolojisinden de vazgeçilmeli. Çünkü bu Sanayi devriminin süreci kadar sancılı olacak. Sanayi devriminde köylüler işçi oldu ve tüm alışkanlıkları tepeden tırnağa değişti. Bu yüzden 19. yüzyıl Batı tarihinin en sancılı dönemdir. Modern toplumun kurulma sürecini şimdi Üçüncü Dünya ülkeleri yaşıyor.

MA: Altı milyon kişi İsviçre düzeyinde yaşar ve diğerleri kırılırken neden iste mesin? Beleş yaşama döneminin bitmesi için şart. Yozgatlı genç de işten geldikten sonra kahvede dalga geçemeyecek; İngilizce, bilgisayar kursuna gidecek. Hayatının geri kalanına yatırım yapacak. Herkes en iyi verimi vermek için ayakta durmak zorunda.

* Ama bu çok kötü! Hayat sadece çalışmaktan mı ibaret olacak? Boş vakit, eğlence?..

SÖ: Evet ama başka yolu yok. Ben de, diplomam var, daha fazla okumama gerek yok diyemeyeceğim. Ama çalışmamızın karşılığını alabileceğiz.

MA: Sanayi devrimi kol gücünün olduğu dönemde gerçekleşti ama şimdi bilgi çağındayız. Kimse mesleğim var diyerek ayakta kalamaz. ABD'de her yıl 42 milyon adam kariyer değiştiriyor. Çünkü artık öyle bir iş kalmıyor. Korkutucu, kabul; ama Türkiye'nin mevcut halinin fotoğrafına bir bakalım: Beş yaşına gelmeden ölen çocuklar, kardan yolları kapanan Doğu, boğazım ağrıyor diye gidip kolunuzu kesen hastaneler, işkence görülen karakollar, 90 milyona sürünülen gecekondular, işsizlik, adam yerine konulmama, kirli hava soluma. Burası böyle bir ülke. AB çok zor da, mevcut çok mu kolay? Askerler bölünme korkusundan şikayet ediyor; Şişli

ile Bitlis'in bir ilçesi arasında gelir açısından 737 kat fark var. Fiilen bölünmüş durumdayız zaten. Burada vahim olan, askerlerin 16 yıl önce Refah Partisi'nin kullandığı argümanları AB'ye karşı çıkmak için kullanmaları! Moderniz, Atatürkçüyüz, Batılıyız derken "Bu bir Hıristiyan kulübüdür" noktasına gerilemesi dehşet verici.

*AB karşısında zıt kesimlerin hemfikir olmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Asker, İslamcı, solcu, milliyetçi... Hepsi de karşı.

MA: Kendinizi bir birey olarak görmüyorsanız, milliyetçilik yeteneksizliğin sığındığı son kaledir. Solculuk ise siyaset değil felsefedir. Dünya değişsin deyip durduk. Şimdi değişiyor ve kendilerine solculuğu atfedenler ağlıyor.

SÖ: Fransa'da da yeni bir sol geliştiremeyen solcuların hepsi Le Pen'ci oldu. İşsizler de İşçi Partisi'ni iktidara getirdi.

* Biz bu kadar direniyoruz, sorun çıkarıyoruz. İyi de bunlara rağmen Avrupa bizi niye istiyor? Afganistan'da olsaydık yine isterler miydi?

SÖ: Hiç sanmıyorum. Tabii ki konumumuzdan ötürü.

MA: Avrupa olmazsa, bizi dünya değiştirecek. Afganistan'a da uzanacak bu. Dünya Türkiye'yi bu haliyle taşıyamaz. Dünyada bir trafik olduğunu düşünürsek biz o trafiği kilitleyen koca bir TIR'ız. Tüm trafiği kilitledik, adam açmak istiyor... Bu meseleyi hızla tartışmalıyız. Bunu hükümetin yaptığı yok. Kopenhag Kriterleri Derneği diye bir dernek kuralım ve bu konuda halkı bilgilendirelim. Bu iş ancak böyle olacak anlaşılan!

BUKET AŞÇI

buket_asci@hotmail.com


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır