kapat

27.01.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Nokia
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )


Gergedanlaşmalı mı, gergedanlaşmamalı mı?

Gergedan, beni en çok etkileyen Tiyatro oyunlarından biriydi.. Ionescu, müthiş bir toplumsal eleştiri getiriyor ve "Büyük bir hızla gergedanlaşıyoruz" diyordu.. Bir kişi arıyordu.. Tüm insanlık adına ayak direyecek, "Hayır ben gergedan olmayacağım" diye haykıracak..

Bu müthiş mesajı müthiş bir tiyatro diliyle anlatıyor, Cüneyt Gökçer'in rejisi ile, Devlet Tiyatrosu da olağanüstü oynuyordu, 1961 yılında.. 1960 devriminin fikirsel zeminini oluşturan Siyasal Bilgiler Fakültesinin bir öğrencisi olarak izlerken nasıl sarsılmıştım..

Yeniden, Ankara'da üçüncü kez sahnelendiğini duyunca, Ankara yardımcım Serpil Gogen'i aradım.. "Hemen seyret ve izlenimlerini yaz" dedim.. Dün ulaştı elime yazdıkları..

***

Nihayet bitti. Alkışlamadan çıktım.. Hava buz gibi.. İyi geldi..

İçeride sahnelenen bir oyun değil de, sahneye konan devasa aynaya bizden yansıyanlardı, sanki.. Aman yarabbi! Ne zaman böylesine gergedanlaştık biz? Farkedemeden? Günlerdir herkese bu soruyu soruyorum.. Yanıt hep ayni.. Sizinki de ayni olacak.. Değişmiyor.. Kendimiz için kendi elimizle formatladığımız biçime bakın! Değerlerimize nasıl bu kadar yabancılaştık? Bir kabus olmalı bu..

Gergedan'ı 40 yıl önce Büyük Tiyatro'da sahnelendiğinde de izlemiştim.. Gücün orman yasalarının ilkel güdülerin giderek egemen olduğu bir toplumda. Berenger gibi çok sıradan bir insanın, sadece herkesin söylediklerinden ve yaptıklarından etkilenmediği için, kendi yalnızlığı içinde, kahramanlaşmasını o zaman da seyretmiştim.. Berenger bizim kahramanımız değildi. "Gergedanlaşmak" ise, öyle uzak, öyle abartılı bir kavramdı ki, anlamakta güçlük çektiğimi dün gibi hatırlıyorum.. Tehlikelerden korunmak, zarara uğramamak için güçten, güçlüden yana olmak.. Oysa, biz dürüsttük, değerlerimiz vardı, tepkiliydik¥ Öyle öğretilmişti.. 68 kuşağı öyle doğmuştu!

Oyunda en tepkililer, ilk gergedanlaşanlardı..

Unutmuşum!

Ionesco, zihnimde hep değerli hocam Prof. Özdemir Nutku'nun bir sözüyle özdeşleşir.. Bu sözler Ionescu'ya mı yoksa Özdemir Bey'e mi ait, tam olarak hatırlamıyorum.. Ionesco'dan her söz açıldığında yinelerdi, "Öncü insan çağının savunucusu değil, eleştiricisidir"..

Biz teslim olduk!
Ama burada, teselli kabilinde de olsa, yazmadan geçemeyeceğim bir sözü daha var, Ionesco'nun.. "Toplumun durumu, yöneten insanların durumudur.. Tersi değil.."

Gergedan sanırım üçüncü kez Devlet Tiyatrosu'nda .. Yeni Sahne'de.. 1986'dakini görmedim.. Ama 1961'de Cüneyt Gökçer'in sahneye koyduğu oyunu izlemiştim.. Kerim Afşar ve Ahmet Evintan'ın sanatlarının doğruğuna çıktıkları oyunu.. Şimdi Kerim Afşar'ın üstlendiği Berenger rolünü Cem Emüler, Jean'ı, Ahmet Evintan'ın rolünü ise, Nezih Işıntan oynuyor.. Romen asıllı Fransız oyun yazarı Eugene Ionesco'nun 2. Dünya Savaşı sonrasının toplumsal çözülmesini, hiç zorlanmadan bir gergedan sürüsüne dönüşmesini anlatan oyununun rejisörü Hakan Boyav.. Başarıyla sahnelenmiş, başarıyla oynanıyor.. Mutlaka izleyin..

Ama..

İlkinde olduğu gibi bir gergedanlaşma makyajı görmeyi bekledim.. Yoktu..

Oyunla ilgili olarak basılan kitapçıkta, eskiden olduğu gibi , bizde ve dışarıda daha önce sahnelenen Gergedan'lara ait bir iki satır bulmayı umdum.. Bulamadım.. Oysa, mesela, oyunu Londra'da ilk kez, sanatsal dehası tartışılmaz Orson Welles sahneye koymuş, Berenger'i dünyanın gelmiş geçmiş en büyük Shakespeare oyuncularından Sir Laurence Oliver oynamıştı..

Seyirci ilginçti çünkü yaş ortalaması 25'ten fazla değildi..

Dünyanın her yerinde tiyatro binaları eskir.. Eskir ama bakımlıdır.. Hatta, eskilikleri artı değer taşır.. Yeni Sahne de eskimiş.. Bakımsızlığı hüzünlü.. Birinci sırada hala protokol ağırlanıyor mu, merak ettim. Sahnenin o kadar yakınına gelmiş ki, bilet bulamayıp duhuliyeden film seyrettiğimiz günleri anımsadım.. Tabii, sahnenin ahşap eteği de uzatılan ayaklardan olacak, toz ve çamur içindeydi.. "Belki de artık kimse protokolu umursamıyor" diye düşünmekten kendimi alamadım.

Sezar'ın hakkı..
Aktüel bu hafta bize uzun uzun yerler ayırmış.. 90 dakika programının sessiz ve derinden, yavaş ve emin adımlarla nasıl tırmandığını anlatan şirin bir yazı.. Ardından bir yazılı 90 dakika.. Fatih Terim üzerine Haşmet ve ben..

Aktüel'de yazılarını büyük bir keyifle okuduğum Nur Çintay'la Ertekin'de buluştuk.. Enaz 2x90 dakika edecek kadar kaset doldurduk.. Nur'un bu işin altından nasıl kalkacağını doğrusu fena halde merak ediyordum..

Kalkmış.. Onca lafın balını nasıl usta bir arı gibi süzmüş, şaşırdım.. Bir tek, tek birşeyi es geçmiş.. Çok zor ve uzun bir ameliyat sonrası Ankara'da dinlendiği için aramızda olamayan Kenan Onuk'u atlamış..

Bu programda onun katkısını anlatırken Haşmet'le "Bugün ülkede gündem yaratan, ilgi ile izlenen en çok konuşulan iki program, Kale Arkası ve 90 Dakika'nın ikisinin de yapımcısının Kenan Onuk olması tesadüf değildir" demiştik, Nur'a..

Kenan bu ülkenin en önde gelen spor yapımcılarından biri gerçekten..

Aktüel'in bu sayısında sonundaki bir iki zorlama soruyu çıkarsak, çok ilginç bir Timur Selçuk, çok şirin bir b söyleşisi de var.. Bir de "Hıncal niye hep genç kızlarla, Aysel Gürel genç erkeklerle geziyor sorusuna cevap yazısı sanki..

"Uzmanlara göre kadınla erkek arasında iki kat yaş farkı ideal.. Bir gazeteci önerdi. Uzmanlar onayladı: Genç kadınlar yaşlı erkeklerle, genç erkekler yaşlı kadınlarla beraberlik kursun.."

Bu Aktüel'i alın, pişman olmazsınız.

Kenter ve Halman!..

Kültür Bakanlığı bu gösteriyi mutlaka değerlendirmeli..

Dışişleri Mensupları Eşleri Dayanışma Derneği'nin (DMEDD), Devlet Konukevi'nde düzenlediği enfes akşamı..

DMEDD, özellikle eğitim ağırlıklı, kamu yararına faaliyet gösteren bir dernek.. Ayrıca, Ankara'daki yabancı misyona Türk kültürünü tanıtıcı programlar da yapıyor. Yıldız Kenter ve Talat Halman'ın "Türk Şiirinde Aşk" üzerine sundukları demet bunlardan biriydi..

Orta Asya'dan, başlayarak örneklerle Anadolu'ya, oradan da günümüze kadar uzanan, tarih boyunca Türk aşk şiirleri.. Dede Korkut'tan Nazım'a.. Hem de her türlüsü.. Zengin ve renkli dia görüntüleri ve müzik eşliğinde, tıpkı o geceki sunuş gibi CD'si, kaseti yapılmalı.. Benim gibi birçok kişi satın alıp yabancı dostlarına armağan etmek isteyecektir, mutlaka..

Şiirleri ingilizce'ye Talat Halman çevirmiş, sunuş metni de ona ait.. Prof. Halman'ı bir kez de İstanbul'da Mevlana'yı ingilizce okurken dinlemiştim.. Shakespeare oyuncularını anımsatan ses tonu ve vurgusuyla olağanüstüydü..

Ama..

Keşke o cep telefonları çalmasaydı.. Ya da hiç olmazsa, ilki çaldığında davetliler kendilerininkini kontrol etme duyarlılığını gösterebilselerdi.. Doğrusu, o düzeyde bir toplulukta yadırganmayacak gibi değildi!

Ve o gereksiz espri.. Sıra Kanuni Sultan Süleyman'ın dizelerine geldiğinde, Prof. Halman'ın Londra'daki Kanuni sergisinin açılışında Semra Özal'ın Kanuni'den söz ederken "kanun yapan" anlamına gelen "lawmaker'ı "aşk yapan" anlamına gelen "lovemaker" gibi telaffuz ettiğini hatırlatan yersiz esprisi..

Öyle bir gecede ne hayalkırıklığı!

BİZİM DUVAR
İtalya'ydı Fransa'ydı derken bu protestolar yüzünden yakında yerli malı haftaları yeniden başlayacak.

Hakan&Utku

FIKRA
Uzun süre yurt dışında kalan Cemal, Temel'e sormuş,

-Karın nasıl?

-Bu sabah domates toplamaya çıktı, tarlada kalp krizi geçirip öldü.

-Ne yaptın?

-Hiç, bakkaldan bir kutu salça aldım.

Tecelli'den Abuzittin'e mektuplar..
Abuzittinciğim,

Geçen gün bi arkadaşımla Marmaris'ten çıktım, Hisarönü köyü üzerinden kıyı kıyı Söğüt'e gittik.. Şirin bi yer.. Toprak gözükmüyor, yemyeşil yoncalarla kaplı.. Bi iki ufak lokantası var.. Akya'ları, ilkbaharı müjdeleyen havada, İstanbul'daki balık lokantalarının bahşiş fiatına yedik. Sonrada az yürüyelim dedik.

Hayatımda ilk kez bu kadar geniş ve gür bi yonca tarlasında yürüyorum.. İnsan, gayrı ihtiyari, yoncalar incinmesin diye ayaklarının ucuna basıyor.. Derken kocaman bi duvar.. Allah Allah.. Deniz kıyısında duvarın işi ne? Birisi, sahili ve denizi resmen duvarla kapatmış. Neyse gene de insaflı.. Bi açık kapı var. Duvarın dibinden yürüyüp badem ağaçlarının çiçek açtığı öteki koya geçebilirsin.. Yürüyoruz, geriden zincir sesiyle karışık homurtu duydum.. Döndüm, aaa!.. Domuz. Üzerimize bi domuz koşuyor!

Sen 60'ını aşmış adamın 60 saniyeye varmadan iki metrelik düz duvara tırmandığını duydun mu? Tırmandım. Şoku atlattıktan sonra, duvarın üstünde, aklıma Ecevit geldi "Yav Ecevit le bunun ilgisi ne?" diyeceksin. Bu hafta başı tv'de gazetecilerin bi sorusunu cevaplandırırken "..burası Türkiye burada herşey olur!" dediydi ya.. Tabii kastettiği güpegündüz kasabanın sahilinde turist kovalayan domuz değil ama demek Türkiye'de bu da olabiliyor. Yani adam hem denizin kıyısını duvarla çevirebiliyor hem de, gelen geçenin üzerine domuz salıyor!

Ya işte böyle Abuzittinciğim.. Yakın zamana kadar geceleri deprem kabusu yaşıyordum.. Şimdi domuz! Her gece bendeniz önde domuz peşimde o duvar senin bu duvar benim. Bu da geçer inşallah.. Deprem diyince geçen akşam Tv'de Ulusal Deprem Dedemizi seyrettin mi? Görme özürlü çocuklara burnunu tuturuyordu. Herhalde bu, depremi önceden haber veren yeni bi metod diye düşündüm, değilmiş.. Deprem Dede kendini ama çocuklara daha yakından tanıtıyormuş.. Derken bi başka haber, İstanbul da bi apartman tutuşmuş.. İtfaiye müdahale edemiyor.. Niye? Dar sokağa arabalar öylesine park etmiş ki geçemiyor itfaiye arabaları.. Şu işin gösteriş kısımları artık bitse de "deprem en az hasarla nasıl atlatılır?" ciddi ciddi, onun önlemleri alınsa.. Hadi binalara bi şey yapılamıyor diyelim (başkaları yapar ya) bari şu park meselesi çözümlensin. Muhtemel bi felaket anında yardım ekipleri, bi de yolları tıkayan arabalara takılıp kalmasın. Burun tutturmakla bunlar çözümlenemez ki!

Allah baba meleğine sormuş: "Zelzele konusunda Türkler n'apıyor?" Melek "bol bol tatbikat yapıyorlar efendim, demiş.. Okullarda çocukların yüzüne domates salçası sürüp sedyelerle taşıyorlar.. Deprem dedeleri burnunu tuturuyor.. Bolu'nun köyünde, fay hattı üzerinde yıkılan camiyi gene aynı yere inşa ediyorlar. Geçenlerde de İstanbul da yeni bitmiş kaçak bi inşaatın üst iki katı rüzgardan çöktü."

"Getir bana Türkiye'nin dosyasını" demiş Allah Baba. Pırıltılı harflerle "Allah Korusun" yazan bi dosya getirmişler.. Kalın siyah keçe kalemiyle kocaman bi çarpı atmış dosyanın üzerine.. İki kelimelik de bi not düşmüş: "Zor korur!"

Münasip yerlerinden öperim kardeşim.

Güneş

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır