kapat

26.01.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Superkupon
Magazin
Sabah Künye
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Nokia
NURİYE AKMAN(nakman@sabah.com.tr )


Yaşamın adı Gaffar olsun

Söyleşi sırasında ona kendisine yönelik suikast girişimi olabileceğini söyledim. Benimle dalga geçer gibi, "Salla bunları, salla!" dedi.

Gaffar Okkan olayı benim için, zihnimdeki hayata dair bütün taşları yerli yerine oturtan bir ders oldu. Bütün ciddi dersler gibi de çok acılı oldu.

Aldığım ders şu: "Ölüm" tek gerçek anlamlandırıcı, sözlere de hareketlere de renk veren tek ölçü.

Evet, bu konuşmadaki her şeyin adını ölüm koydu. Ölüm, gerçeği sahte olandan ayırdı. "Güvenli" görüntünün aslını ortaya çıkardı, aldanışı açıkladı.

"Diyarbakırspor'un maçlarını seyretmesi için Tantan'in buraya gelmesini ister misiniz" şeklindeki soruma "Gelecek zaten" demesi, ölümünden sonra bambaşka bir renge büründü. Tantan geldi evet: Cenazesine.

Kader, onun vasiyetlerinin noteri olmamı istemişti benden. Kader bunu, ölümünden sadece kırk beş dakika önce gerçekleştirdi ve Okkan'ın içini dökmesi için ona bir gazeteciyi yolladı sanki.

Onun Diyarbakırspor'u Birinci Lig'e taşıma hedefi bir vasiyetti. Terörle mücadeleyi sürdürürken her vatandaşı "insandan sayma" yaklaşımı da ardındakilere bıraktığı mesleki bir vasiyetti. Ancak kendisine yönelik bir suikast söylentisini hatırlattığımda, bunu umursamaz hali ve benimle adeta dalga geçer gibi, "Salla bunları salla" demesi, bu kendine aşırı güvenli hali, Diyarbakır'ın dünya değiştirdiği, sokaklarında mutlu mutlu yürünen bir kent olmaya başladığı tespitinin yerini şu an acı bir gülümsemeyle dinliyorum. "Size ve tabii bize bu mutluluğu çok gördüler" diyorum.

Konuşmaların beni en acıtan yanını da yine ölüm belirledi. Ona Gaffar ismine duyduğum sempatiden söz ettiğimde, nedenini sordu. Ölüm olmasaydı bu ayrıntı da bu yazıya girmeyecekti; çünkü çok özel bir şeydi. Ama şimdi bu konuşmanın bir vasiyet olduğunu düşünüyorum: Ona yazmakta olduğum romanın kahramanlarından birine "Gaffar" adını verdiğimi söyledim. "İşi nedir bu Gaffar'ın" diye sordu. Ben de "Ölü yıkayıcısı" dedim. İrkildi. "O ölümün simgesi. Bir de doğumun simgesi var" dedim. Gaffar Okkan'ın ağzından bir hayret nidası çıktı: "Lütfen ölüm olmasın Gaffar adı. Doğumla yer değiştirsin" dedi. Yaşam da ölümün diğer adı değil mi zaten, diye teselli etmeye çalıştım. Ama çok da üzerinde durmadık bu konuşmanın.

Onun halk nezdinde neden bu kadar popüler olduğunun gizlerini çözmeye çalışırken Diyarbakır'da attığı başarılı adımların, onu parlamentoya mı taşıyacağını sorduğumda, o ısrarla kendini şöyle tanımladı: "Ben Kodamanların Fırıncı Fikri'nin oğluyum."

Ey Kodamanların Fırıncı Fikri'nin oğlu. Allah sana rahmet eylesin, nur içinde yatın. Röportajın ilk dakikalarında bir hamburgeri paylaştık. Yarısını siz yarısını ben yedim. Bölen sizdiniz o hamburgeri. Hiç aklınıza gelir miydi son sözlerinizi ilk kez tanıştığınız bir insanla paylaşacağınız?

Emniyet'in teknik direktörü sayılırım
Röportajın ilk dakikalarında, SABAH Diyarbakır temsilcimiz Atilla Korkmaz ile onu Diyarbakırspor'la bütünleştiren bir fotoğraf çektirmeye ikna etmeye çalışıyoruz:

Efendim. Röportaja başlamadan önce sizi Diyarbakırspor'un sahasına götürsek, spor giysiler giyseniz. Elinize bir top versek... Öyle bir fotoğraf ne şık olur.

Yok olmaz. Benim mesleğim anlamında da olmaz, sportif anlamda da olmaz. Yöneticiler vardır şimdi Diyarbakırspor'da. Siz sahada topla falan çekersiniz o insanlara ayıp olur... Biz bir şampiyonluğu kovalayan insanlarız. Bu öyle top fotoğrafıyla olmaz. Lig bitimine iki üç hafta kala söz veriyorum. Formayı da giyer çıkarım sahaya. Sizi de kırmak istemiyorum. Ben söz verdim mi gereğini yaparım.

Bu arada Gaffar Bey makamına gelmeden önce ısmarladığım hamburger geliyor. Daha önce kendisi yemek söylediği için, iskenderlerimiz gelinceey kadar hamburgeri bölüşmeyi teklif ediyor. "Yarım yarım yiyelim" diyor. Bir yandan yiyor, bir yandan konuşuyoruz.

Diyarbakır'da gelmiş geçmiş en popüler emniyet müdürü kabul ediliyorsunuz.

Recep Şeker'den sonra. O da zamanında insanlarla en iyi ilişkiyi kurmuştu.

(Atilla Korkmaz: "Ama terör olaylarının hiç olmadığı bir dönemde...")

70'li yıllarda....

Acaba siz şanslı bir dönemde mi göreve geldiniz? Görece olarak daha rahat bir dönem. O yüzden mi bu popülerliği kolay yakaladınız?

Ben daha önce Kars Emniyet Müdürüydüm. Orada nasıl yaptıysam, burada da onu yaptım. Ama dönem itibariyle de olayların kısmen devam ettiği bir zamanda geldim.

İnsanlara sizi sorduğumda tek bir kelime söylüyorlar: "Süper" . Ne yaptınız da onları kazandınız? Sizin hikayenizden öğrenilecek dersler olsa gerek...

Çok çalıştık. Vatandaşla bire bir ilişki kurduk. Sosyal ve sportif olaylarında yanında olduk. Hepsi bu. Ben şimdi kendimi anlatamam. Atilla anlatsın sana...

Kişiliğinizin getirdiği birtakım avantajlar olsa gerek...

Kişiliğim içten. Yanlış yapan kırılacakmış diye düşünmem. Doğruyu söylerim. Başka Atilla? Şimdi şampiyon Diyarbakırspor olacak.

Emniyet müdürüsünüz Ama ilginiz olağanüstü Diyarbakırspor'a... Takım, terörle mücadelenin bir aracı mı?

Şimdi bakın. Diyarbakır'da yıllarca Hizbullah'ın işlediği cinayetleri yine Hizbullah militanları "devlet yaptı" diye bu vatandaşı etkilemiş. Devlete karşı vatandaşların güvenini sarsacak bilinçli bir psikolojik konu. Ama bu dönemde yakaladığımız militanların yer göstermelerinde, vatandaşın çok büyük bir memnuniyeti oldu. En azından devlete güvenleri tesis oldu. Bu görev açısından böyle. Diyarbakırspor için de yıllarca, "Bizi birinci lige çıkarmazlar" diye propaganda yapılmış. Halbuki böyle bir ortam yok. Tamamen yabancı kaynaklı örgütlerin yaptığı propagandayı ben huzur toplantılarında bizzat anlatarak, sadece söyleyerek değil de söylediklerini yakalayarak, kim cinayet işlemişse, "Kardeşim bak işte işleyen sistem bu. Bunun yapısı bu şeklinde" hem aileye (polislere demek istiyor) hem de genel topluma basın yoluyla bilgiler verdik. Halen de mahkemeleri devam ediyor.

Yani işir sırrı?
Bire bir ilişki. Mesleki birikimlerimiz, tecrübelerimiz. Biz Diyarbakırspor'a teknik değil de yönetim bazında yardımcı oluyoruz. Bu bir idaredir. Takımı idare etmek de bir idareciliktir.

Sporla ilgili bir idarecilik deneyiminiz var mı ki?

Şöyle: Sporu seven, takip eden bir insanım ben. İlla bir şeyi tam anlamıyla bilmem gerekmez... Bu yönetici arkadaşlar diyorlar ki bana örneğin, işte şu yerden şu insanı almamız gerekiyor, örnek olarak. Ben de onlara yardımcı oluyorum. İlişki kuruyorum.

Yani işin içine karizmanızı mı katıyorsunuz?

Tabii yani idareye ve arkadaşlarımıza yardımcı oluyoruz. Şu kanaldan gidelim, şöyle yapalım... İkna etmek gerekiyor herkesi. Diyarbakırspor'u tercih etme meselesi bu... Diyarbakır deyince terörle merörle anılıyor. Ama şimdi günlük gazetelere bakıyoruz da; sporla anılıyoruz artık. Bir teknik direktör gitti... Niye gitti, herkes merak ediyor, bana soruyor.

Neden kulüp başkanından daha çok sizin adınız geçiyor?

Yani ben yönetime, başkana danışmadan kesinlikle bir şey yapmam. Saygısızlık yapmam. Bir yönetim kurulu var. Onlara danışmadan olmaz. Benim için bu bir görev. Bölge valisinin verdiği maddi destekle bu takımı yönlendirmeye çalışıyoruz. Sorarız, danışırız. İlk başladığımızda Fatih (Terim) Hoca'ya gittik.

Ben de bunu soracaktım şimdi. Sizde Fatih Terim'in bir havası var. Hem hal tavır, hem ses tonunuz çok benziyor. İlk anda farkettim.

Yani kararlı olmak var bende de. İnanarak ve isteyerek bir şey yaptığın zaman başarı gelir.

Bir dakika. Her kararlı, Fatih Terim'e benzemiyor. Sizin mimikleriniz bile inanılmaz benziyor.

Doğru valla.

Akrabalık gibi bir şey!

Geçen iki sene önce tanıdım Fatih hocayı. Görüştük.

Kopyalanmışsınız gibi...

Evet. Ona sordum mesela. Bazı şeyleri sordum ona. Ama bana göre işin teknik yönü de vardı. Onu da söyledi. Biz polisiz; önceden havayı koklarız. Hissederiz. İyi oynama, oynamama. Yani şimdi bir çocuk var. Eğer candan atarsa topu, isteyerek, forması için oynarsa ben inanıyorum ki performansı iki katına çıkar.

Biz polisi havayı koklarız diyorsunuz. Tamam istihbarat anlamında koklayabilirsiniz.

Canım biz de oyun oynuyoruz.

Nasıl olur?

Biz de Emniyet'in Diyarbakır'daki teknik direktörüyüz. Yani şimdi yakalamak bir oyundur. Bizim oyuncularımız da ekipler. Faaliyetler, olay yerine intikâl. Ama Nuriye Hanım rica edeyim, bu röportajın iznini alalım da öyle yazın bunları. Vali beyden ve İçişleri Bakanımızdan izin alalım. Tamam Atilla çok çektin, yeter...

'Ben de şehit olmak isterim'
Adapazarı Hendek'te dünyaya geldi. Başarılı bir polis müdürü olmasından sonra; soyadlarını taşıyacak ve "Okkanlar Sokağı" olacak dar bir yolun üzerindeki iki katlı, pembe evde... Yıl 1952'ydi. Babası fırıncıydı, annesi evkadını.

Babası Fikri Okkan, ona "ağırlayan, ikram eden, tövbeleri kabul eden" anlamındaki "Gaffar" ismini koydu. Gaffar, 6 yaşında, Cumhuriyet İlkokulu'nun yolunu tuttu. 5 yıl sonra da Hendek Ortaokulu'na başladı.

AVNİ AKYOL'UN ÖĞRENCİSİ
Gaffar Okkan, o günlerde tanıştı, yıllar sonra hayatını birleştireceği Fehime Şen'le.

Başöğretmeni, bir dönem Milli Eğitim Bakanlığı da yapacak olan merhum Avni Akyol'du.

MUAVİN VE FIRINCI ÇIRAĞI
Babasının fırınında çalıştı. Adapazarı-Hendek minibüslerinde muavinlik yaptı. Ancak babasının "İşin başına geç" arzusuna da uymadı. Hayali başkaydı. Yıl 1967'yken ortaokuldan mezun olan Okkan, polis olmak için sınavlara girdi. Ankara Polis Enstitüsü'nü kazandı. Ailesi, hem gururla, hem de tek oğullarından ayrılmanın hüznüyle uğurladı onu. Tek bir gün sıkılmadı, "yoruldum" demedi.

Diplomasını 1970'te aldı. Ama yetinmedi. Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi'ne girmeyi, hem okuyup hem çalışmayı başardı.

YÜKSELMEYE BAŞLIYOR
Bu arada, yapmak istediği birşey daha vardı: Fehime'yle evlenmek... Birleştirdiler hayatlarını. Sezin ve Alican isminde iki de çocukları oldu. İlk etapta İzmir, Eskişehir ve Urfa'da çalışan Gaffar Okkan, 1993'te, Eskişehir Emniyet Müdür Yardımcısı'yken Kars'a Emniyet Müdürü olarak atandı.

Babası Fikri Okkan ise oğluna "Geri dön, işinin başına geç" diyordu. Gaffar Okkan'ın cevabı ise "Yolumdan dönmem" oluyordu her seferinde. Arkadaşları, "Ailenin yedi sülalesini geçindirecek bir geliri var ama o polislikten vazgeçemiyor" diyordu.

Okkan'ın, "kimse boyun eğmeyeceği" bir cenaze töreninde yaşanan olayla iyice kesinleşti.

"ŞEHİT OLMAK İSTERİM"
Askerde şehit düşen bir yakınının cenazesindeydi Gaffar Okkan. Gözü yaşlı babayı teselli ederken, "Oğlun şehit oldu. Buna üzülmemeli mutlu olmalısın. Ben de şehit olmak isterim" diyordu. İşte o zaman, ailesi de, yakınları da, arkadaşları da anladılar Gaffar Okkan'ın kararlılığını. "Bölgemde bir polis şehit olursa istifa ederim" diyen Gaffar Okkan, ancak kendisi şehit olduktan sonra dönecekti baba ocağına.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır