kapat

06.01.2001
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Online
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2001
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Nihayet Nataşalar...
'Balalayka' yıllardır tanık olduğumuz ama bir türlü doğru dürüst dile getirilmeyen Nataşalar'ın hüzünlü hikayelerini perdeye aktaran özel ve hoş bir film. Tabii Kemal Sunal oynasaydı, çok başka bir film olurdu

BALALAYKA
Yönetmen: Ali Özgentürk Senaryo: Işıl Özgentürk Görüntü: Mirsad Herovic Müzik: Aşkın Arsunan Oyuncular: Uğur Yücel, Cem Davran, Ozan Güven, Ercan Yazgan, Yekaterina Rednikova, Nadezha Gorelova, Anna Voronova, Atılay Uluışık, İskender Bağcılar, Necdet Yakın Asya Film yapımı.

Nataşa olayı... Komünist sistemin iflasından sonra koca bir ülkenin yaşadığı çöküşün en acıklı dışavurumlarından biri. Güzel, yetenekli, akıllı, iyi bir eğitim almış kadınların birden 'dünyanın en eski mesleği'ni yapmak, komşu ülke Türkiye'nin en eğitimsiz, en alt kesimlerinden gelen kaba erkeklerinin koynuna atılmak zorunda kalmalarının öyküsü... Tarihin büyük dönemeçlerinde yaşanan toplumsal trajedilerin bireyleri mahkum ettiği acıklı öykülerin en güncel ve canlı olanlarından biri...

Evet, Nataşalar... Onlar hakkında gazete haberleri, röportajlar ve söyleşiler okuduk. Manşetlere ya da TV kanallarına çıktılar. Ama yine de onları gerçekten tanıyamadık, dramlarını yüreğimizde hissedemedik. Çünkü onlar henüz iyi bir filme ya da romana konu olamadılar. Tuhaftır, sanat eserinin el atmadığı toplum olayları hep eksik ve güdük kalıyor, insana ulaşamıyor, çağına demir atamıyor.

"Balalayka" öncelikle bu eksiği gideriyor. Ölmüş babalarının vasiyeti gereği bir cenazeyi almak üzere Rusya'ya giden üç erkek kardeş, dönüş yolculuğunda Türkiye'ye gelen bir grup Rus kadınını tanıyor, fuhuş ticaretine tanık oluyor ve kendileri de bir ölçüde değişiyorlar.

HİÇBİRİ KUSURSUZ DEĞİL Kİ...
Ali Özgentürk, "Mektup" felaketinden sonra sinemasının en iyi, en has ögelerine oldukça parlak bir dönüş yapıyor. Yer yer hafiften gerçeküstücü dokunuşları olan, ama temelde ayağını yere çok iyi basmış bir hikâyede, klasik Özgentürk duyarlılığı, bu kez ele aldığı kahramanlara uyarak, o ünlü Slav hüznüyle de besleniyor. Ve ortaya gerçek bir hüzün ve keder şarkısı çıkıyor.

Elbette 'kusursuz' bir film değil bu...Çok iyi kurulmamış, mimarisi özenle düşünülüp inşa edilmemiş. Ama hangi Özgentürk filmi öyledir ki? Böylece kimi sahneler yeterince güçlü olamıyor, hattâ boşta kalıyor. Örneğin filmin ana dramatik direklerinden biri olan, üç kardeş arasındaki gerilimin aniden yumuşadığı sahnenin kötü yazılmış, çekilmiş ve oynanmış olması gibi...

SADE VE EKONOMİK FİNAL
Ama bu yine de çok hoş bir film...Bir nehir gibi akan sürekli bir duyarlılığı, insanı etkisi altına alan yumuşak bir temposu ve aynı zamanda, içerdiği hüznü beklenmedik biçimde coşkun bir neşeyle dengeleme özelliği var. Hele beklenebilecek her türlü aşırı dramdan uzak, sade ve ekonomik finali...

Tüm oyuncular iyi, hattâ çok iyi. Ama Kemal Sunal için yazılmış bir rolü son anda yüklenen Uğur Yücel, özellikle öne çıkıyor. Öylesine ki bu film Uğur Yücel'siz ne olurdu diye düşünmek bile mümkün. Doğrudur, Kemal Sunal olsaydı bu başka, bambaşka bir film olurdu.

Rus oyuncuların ayrıca çok güzel olduğu film, müziği ve görüntüsüyle de dikkat çekiyor. Ve Ali Özgentürk'ün yeniden gözde senaryocusu Işıl Özgentürk'le bir araya gelmesinin mutlu bir olay olduğunu düşündürtüyor. Yine de çok özel bir film bu. Ve sanırım en çok, sinemada belli bir hüzün duygusunu paylaşmayı sevenler için...

Kurtuluş Mars'ta mı?
Dünya çökmüştür. İnsanoğlunun acilen kendine yaşayacak bir gezegen bulması gerekmektedir. Bu durumda gidilecek adres, tabii ki en yakındaki Mars'tır. Mars'ta gafil Dünyalıları ne sürprizler beklemektedir...

KIRMIZI GEZEGEN The Red Planet
Yönetmen: Antony Hoffman Senaryo: Jonathan Lemkin Görüntü: Peter Suschitzky t Müzik: Graeme Revell Oyuncular: Val Kilmer, Carrie Ann-Moss, Tom Sizemore, Benjamin Bratt, Simon Baker, Terence Stamp Warner Bros yapımı.

İnsanoğlunun dünyayı havasıyla, suyu ve yeşiliyle yağma etmesi bu hızla sürerse ve nüfus artışının önüne geçilemezse, 2050 yılında olacaklar bellidir. Havası azalan, oksijeni tükenme noktasına gelen dünyamızı yok olmaktan kurtarmak, Mars gezegeninde yaşanacak bir yüzey oluşturmaya bağlı gözükmektedir. Bunun için girişilen projeyi denetlemek üzere ilk kez Mars'a gönderilen bir ekip, orada şaşırtıcı şeylerle karşılaşır...

Çok değişik olmayan, ama aynı ölçüde akla-mantığa uygunluk içeren ve belli bir hazla izlenen yeni bir uzay yolculuğu öyküsü... Çıkış noktası, günümüzün ciddi, gederek yaşamsal çevre sorunları. Bu açıdan insanlığı uyarıcı ve mesaj verici bir nitelik içeriyor.

BÖCEKLER DE VAR
Film, bilim-kurgunun daha önce kullandığı birçok motifi belli ölçüde yenileyerek yeniden kullanıyor. Örneğin, insanın kendi yarattığı makinayı Ğ robotu, karşısında düşman olarak bulması, 1950'lerden beri sık sık kullanılmış bir motif. En iyisi de "2001"de olmak üzere... Ama bu kez AMEE adlı robotun gerçekten ürkünç olduğu da belirtilmeli.

Mars yüzeyinin canlandırılması, uzay gemisinin inişi, bu bilinmeyen gezegendeki yolculuk da yeterince gizem ve gerilim içeren; örneğin bir "Maymunlar Cehennemi"ni aratmayacak biçimde çekilmiş. Hava ve yeşille birlikte ortaya çıkan ve özel atmosfer koşulları içinde hızla gelişen et-yiyici dev böceklerse, bir zamanların hayvanlı korku filmlerini aratmıyor.

Özellikle Terence Stamp'in oynadığı Chantilas kişiliğiyle işlenen bilim/inanç ikilemi ve Tanrı'nın varlığı tartışması, çok hafif geçilse de filmin dokusundaki yerini almış. Mars'taki 1970'lerden kalma eski Rus gemisi ve onun hayata döndürülmesiyse yakın zamanda izlediğimiz "Uzay Kovboyları"nı akla getiriyor.

Tüm bu fantezi öğeler arasında, insan ilişkileri de oldukça iyi işlenmiş. Cinsler arası çekim ve aşk temaları, hikâyenin akışını bozmadan, filme uygun biçimde yerleştirilmiş. İyi bir oyuncu kadrosu ve özellikle "Matrix"in tanıttığı Carrie Ann-Moss'un kadın kaptanı, hikâyenin inandırıcılığına katkıda bulunuyor.

Çok önemli ve yenileyici olmayan, ancak rahatça izlenen iyi bir seyirlik, bu türün meraklılarını yeterince doyuracak bir bilim-kurgusal serüven...

Homeros'un Amerika macerası
NERDESİN BE BİRADER? Oh Brother Where art Thou?

Yönetmen: Joel Coen Senaryo: Ethan ve Joel Coen Görüntü: Roger Deakins t Müzik: T Bone Burnett Oyuncular: George Clooney, John Turturro, Tim Blake Nelson, John Goodman, Holly Hunter, Charles Durning Universal-Touchstone Pictures yapımı.

Nerdesin Be Birader?'den keyif alabilmek için kimi şeyleri peşinen kabullenmek gerekiyor. Bu bir Coen kardeşler komedisidir: demek ki kişisel, az buçuk entelektüel ve de Amerika'nın çağrıştırdığı her şeyle yakından bağlantılıdır. Öte yandan, adı Homeros da olsa her yazar ve her eser uyarlanabilir, değiştirilebilir ve özgürce esin kaynağı olabilir.

Evet, Coen kardeşlerin şimdilik son filmi, büyük antik Yunan ozanı Homeros'tan ve onun ölümsüz eseri "Odissea"dan uyarlanmış. Bilmeseniz fark edebilir miydiniz?

Çünkü, 1930'ların ekonomik bunalım içindeki çılgın Amerika'sında, "deep south- derin Güney"in yoksulluk ve ırkçılık kaynayan yörelerinde tuhaf bir serüvene atılan, kısa süre önce hapisten kaçmış üç ahbap çavuşların başına gelenler, görünürde elbette Odissea'yla benzerlik taşımaz. Baş kişisi Everett Ulysse McGill'dir gerçi...Ve o da Homeros'un kahramanı Kral Ulis'in temel sorununu yaşar: Binbir tehlikeyi atlatarak ne yapıp edip evine, karısına dönmek...

Ama aradan birkaç bin yıl geçmiştir. Çok şey değişmiştir. O tanrılar ve tanrıçalar, o efsane yaratıkları ve deniz perileri, o canavarlar ve hazine bekçileri artık yoktur. Ama benzerleri vardır. Nitekim, üç kahramanımızı kıyıda bir yerde denize girerken serseme çeviren fıstıkların, Homeros'tan çağdaş dünyamıza düşmüş deniz kızları olduğunu yadsıyabilir misiniz?

Tipik 1930'lar ABD'sinde, üç baş kişimiz komik ve biraz da dramatik serüvenler yaşarlar. Country'den gospel'e, blues'dan caza tipik dönem müziğinin eşlik ettiği sahnelerde, insanoğlunun temel özelliklerini yeniden ve tecrübeyle tanırlar: hırs, tutku, arzu, nefret ve kin... Bir yanda zenci düşmanı Klu Klux Klan vb. örgütler, ırk kavgaları, politik oyunlar ve derin yoksulluk vardır. Öte yandan Amerikan orta sınıfının doğum sancıları... Nitekim Everett'in yıllar sonra kavuştuğu karısı, onu reddeder; çünkü eli para gören ve çarşı-pazar dolaşabileceği zengin bir koca peşindedir...

Yer yer komik, yer yer düşündürücü bu film, hoş ve şık bir Coen kardeşler eğlenceliği. Yıllar önceki "Arizona Junior" tarzı. Ama Coen'lerin "Barton Fink" veya "Fargo" gibi son dönem başyapıtlarına alışmış olanlar, düşkırıklığı yaşayabilir. Belki de anılan iki filmdeki trajik öğenin bu filmde eksik kalmasından...

HAFTANIN YILDIZ TABLOSU
BALALAYKA ***

NERDESİN, BE BİRADER? ***

ALTINCI GÜN ***

Gelecekte insan klonlanması

yasağı çevresinde oluşan bir bilim-kurgusal masal

KIRMIZI GEZEGEN **

ZOR BABA **

Evleneceği kızın FBI ajanı babasıyla başı derde giren damat adayının öyküsü, evlenmeyi düşünen herkes için!..

NEW YORK'TA SONBAHAR **

Yaşlı erkek - genç kız aşkı masalının yeni ve pek özgün olmayan bir çeşitlemesi

KORKUSUZ **

1970'lerin popüler zenci detektif kişiliği Shaft'ın pek gerekli olmayan güncelleştirilmesi

ÜSTTEKİ KADIN **

Brezilya usulü aşk, Latin müziği ve egzotik yemek sanatını harman eden çok hafif bir komedi

İZLEYİCİ **

Yeni bir seri cinayetler öyküsü. Tek özgün yanı, Keanu Reeves'in kötü adamlığı


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır