kapat

Pazar Eki
17.12.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Online
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Çöp kamyonu konçertosu
Vivaldi dinlemek zorunda bırakılan çöpçüler, "Tecavüz kaçınılmaz olduğu için zevk almaya çalışıyoruz" diyormuş

Belki hatırlarsınız. Geçtiğimiz Haziran ayında "Gözaltında arabesk işkencesi" (Hürriyet 23/06) diye bir haber çıkmıştı. ÖSS'yi protesto eden 64 öğrenci gözaltına alınmıştı. Öğrenciler serbest kaldıktan sonra bir basın açıklaması yapmışlar ve dayağın, tuvalete göndermemenin yanı sıra, polislerin 36 saat boyunca kendilerine arabesk dinleterek işkence yaptıklarını söylemişlerdi.

Demek ki neymiş: Bir insana sevmediği türde müziği bu biçimde, zorla dinletmek bir işkence çeşidiymiş.

Sevdiğimiz, beğendiğimiz şeyleri başkalarıyla paylaşmak isteriz. Bu son derece insani bir eğilimdir. Paylaşmak ama kimlerle? Herkesle mi? Tabii ki hayır! Arkadaşlarımızla, yakınlarımızla; o filmden, o müzikten, o romandan, o şiirden, hatta o fıkradan bizim gibi zevk alacağını düşündüğümüz, tahmin ettiğimiz kişilerle paylaşırız.

Peki ya karşı taraf; dinlemesine, okumasına, seyretmesine rağmen sizin sunduğunuz şeyden zevk duymuyorsa, tat almıyorsa ve bunu da apaçık ifade edip, "İstemiyorum, beğenmedim, sıkıldım" diyorsa, ısrar etmek makul ve doğru bir davranış mıdır? Ahlaka, hukuka hatta insanlığa sığar mı?

İşte örnek ortada: Hoşlanmadıkları müzik türü zorla dinlettirilen öğrenciler, "Bize arabeskle işkence yaptılar" demiş.

Şimdi gelelim asıl konumuza.

Çanakkale Belediyesi'nin CHP'li Başkanı İsmail Özay üç yıldır çöp kamyonlarında İtalyan besteci Vivaldi'nin "Dört Mevsim" adlı eserini çaldırıyordu. Böylece halk kamyonun geldiği anlayıp, çöpünü dışarıya çıkarıyordu.

Ancak çöpçülerin ve halkın tepesi atmış. Reyting Hamdi'nin de tiye aldığı bu uygulama için "Yetti yahu" diyorlar: "Sabahtan akşama Vivaldi çaldırıp, kafamızı şişiriyorlar. İbo, Orhan Abi, Müslüm Baba çalsa neyse. Hiç değilse onların ne dediğini anlarız; eğlenerek çöp toplarız. Bıktık bu gıygıydan. Taş olsa dayanmaz." Vergi ödeyip, hizmet alan pastane sahibi bir vatandaş da, "Belediye halkın sesine kulak vermelidir," diyor.

Belli ki iş "çağdaş uygulama" olmaktan çıkmış, açık bir ruhsal işkenceye varmış.

***

Bu durumda ne yapılır? İşte birkaç alternatif: a) Uygulamaya aynen devam edilir, b) Vivaldi yerine Bach ya da Mozart kaseti konur, c) İbo, Gencebay, Mahsun (arabesk) çalınır, d) Sezen Aksu, Ajda, Tarkan (yerli pop) çalınır, e) Melodik bir sinyal müziği konur, f) Müzik yayını toptan kaldırılır.

Bu alternatiflerden hangisini tercih ettiğiniz sadece kültürel açıdan nerede konumlandığınızı göstermez. Aynı zamanda "ruhsal işkence" konusunda nasıl düşündüğünüzü de ortaya çıkartır.

Eğer (a) şıkkını seçerseniz - ki Belediye Başkanı Özay 3 yıllık uygulamasıyla tercihinin bu olduğunu göstermiştir - iflah olmaz bir elitist, zorlamacı, Batıcı, tepeden inmeci, dayatmacı olduğunuzu anlarız. Siz ruhsal işkenceye onay veren bir kişisiniz.

Eğer (b) şıkkını seçerseniz, Başkan'dan pek farklı olmadığınız ama yöntem olarak daha 'yumuşak gidilmesi' gerektiğini düşündüğünüz ortaya çıkar.

Bu iki şıkkı seçenler halktan destek alamayabilir ama medyadan yandaşlar bulacaklardır kendilerine. Hatta Hürriyet yazarı Doğan Hızlan gibi nazik, gusto sahibi, kültürlü, İstanbul efendisi bir kişinin kendilerini desteklediğini görüp mutlu olacaklardır.

AL SANA STRAVİNSKY
Bakın bu "Çanakkale olayı" hakkında neler yazıyor Hızlan:

"Müzikte halkın sesi Hakkın sesi değildir. Lütfen popülist yalpalamalar yüzünden doğru bildiğiniz yoldan sapmayın. (...) İstenilen müziğe mutlak hayır denmeli. O müziği herkes evinde dinleyebilir. (...) Çanakkaleliler dinleye dinleye bu müziği seveceklerdir, o zaman da kulakları kötü müziğe tahammül edemeyecektir."

Hızlan bununla da yetinmiyor. "Sürekli Vivaldi sıkar" deyip, ölümünün 250. yılı vesilesiyle J.S.Bach'ı öneriyor!

Empati hissinden nasibini almamış bu öneriye karşı ben de Doğan Hızlan'ın çalışma odasında 24 saat boyunca İbo ve İsmail Türüt değil... Stravinsky ve Schönberg çalınmasını öneriyorum. Kızıl Rahip Vivaldi'den ve Hızlan'ın vazgeçemediği Mozart'tan sonra labotomi gibi geleceklerdir.


Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır