kapat

Pazar Eki
10.12.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Online
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Mektup okumak için bile ölünür
Bir insan nasıl olur da ölümüne açlık grevine girmeyi ister? Başkalarının emriyle böyle bir eyleme başlamak mümkün müdür? 'Ölüm orucu psikolojisi'ne şair Nevzat Çelik'in deneyimleri aracılığıyla yanıt bulmaya çalıştık

Buket Aşçı

F tipi cezaevlerine karşı 200'ü aşkın tutuklu ve hükümlünün katıldığı ölüm oruçları 52. gününde. Bir günde sadece şekerli çay, ılık su ve bir çay kaşığı tuz alıyorlar. Bu arada tehlike sinyalleri olan halsizlik, ishal, tansiyon düşüklüğü, göz kararması, kulak çınlaması, uykusuzluk gibi belirtiler baş gösteriyor... Günden güne sağlıklarını geri dönülmez biçimde kaybeden eylemciler, tüm müdahale taleplerini reddediyor. Konuyla ilgili olarak, 12 Eylül döneminde cezaevinde yatmış ve açlık grevlerine katılmış, birçoğuna da şahit olmuş olan şair Nevzat Çelik'le konuştuk. Amacımız, mantığını anlayamadığımız bu olayı ve eylemcilerin psikolojilerini biraz olsun anlayabilmek.

Cezaevlerindeki açlık grevleri ölüm orucu safhasına geçti. Şu an gelinen aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Açlık grevleri 12 Eylül'den önce başladı. İlk grevimiz dört gün sürmüştü ve o zaman kimse açlık grevi ile ilgili bir şey bilmiyordu. Bir insanın kaç gün aç kalabileceğine dair hiçbir fikrimiz yoktu. Dört günle başlayan bu grevler ilerleyen süreç içinde 42'ye kadar çıktı. Daha sonra ise ölüm oruçları başladı. İlki 1984'te oldu ve dört kişi öldü... İkincisi 1989'da oldu ve sevk sırasında iki kişi hayatını kaybetti. 1996'da gerçekleşen ölüm orucunda ise 12 kişi ölmüş ve birçoğu da sakat kalmıştı. Yani dört günle başlayan bu eylem artık 12 kişinin öldüğü bir eylem biçimine dönüşmüş durumda. Çünkü devlet, açlık grevlerine karşı adeta bir bağışıklık kazandı. Umursamıyor. Ama içeridekiler de çok kararlı ve bu yüzden sayının 96'ya göre daha çok olacağından korkuyorum.

Açlık grevine yatma kararı nasıl alınıyor, cezaevindeki insanların psikolojileri nedir?

Onların yaşadıklarını, psikolojilerini, inançlarını, umutlarını bilmiyoruz. Dolayısıyla da eylem kararlarını çok da yerli yerine koyamayız. Bu yüzden de 'Niye?' diye soruluyor. Yaşadığımız hayata bakıp içerisiyle kıyaslarsak belki biraz yaklaşabiliriz. Biz 'dışarıdakiler' bile kendimizi güvende hissetmezken, onların hiçbir şeye güvenmediklerini kestirmemiz hiç de zor değil. Çünkü bizim de her an her şey başımıza gelebilir. Her an iflas edebileceğimiz ya da işsiz kalabileceğimiz bir yaşam bu. Bizim hiçbir şeye güvenimiz yokken cezaevlerindekileri bir düşünün. Kenan Evren'in "Asmayalım da besleyelim mi!" sözünü hatırlarsak bu güvensizliğin boyutlarını biraz daha kavrayabiliriz. Benim yattığım dönemde her türlü işkence ve haksızlık vardı. Mesela havalandırmaya bile çıkamazdık, iki yıl boyunca tek pijama ve terlikle bırakılmıştık. Tüm haklarımız elimizden alınmıştı. Açlık grevi de bu insanlık dışı muamele karşısında son çareydi. Öncesinde dilekçeler yazmış, uzlaşma arayışlarına girmiştik.

Mahkumlar bu eylemle ne tür bir mesaj vermeye çalışıyorlar?

"Tutuklu olsak biz de insanız. Her istediğinizi yaptıramazsınız, bizim de taleplerimiz var" diyorlar. Yani cezaevlerinin tüm zorluklarına karşı, onurunu koruma mücadelesi bu. Bir de bu eylemlerle, "Ben senden korkmuyorum. Evet bana çok şey yapabilirsin ama ben de gerekirse kendimi öldürebilirim" diyorlar. Tabii bu eylemler aynı zamanda demokratik bir hak arama biçimi de. Çünkü devlet bu kişilerin taleplerini başta umursamasa da bir süre sonra kamuoyu ve Avrupa'yı harekete geçirerek seslerini duyuracaklar.

Açlık grevi kararı nasıl alınıyor? Bu greve katılacak kişiler nasıl belirleniyor?

Ortaklaşa karar alınır. İsteyen katılır, isteyen katılmaz. Yoksa bir ara kamuoyuna yansıtıldığı gibi "Sen, sen katılacaksın" diye bir şey söz konusu değil. Çünkü bu, en son tahlilde bireysel bir eylemdir. Zira hiçbir baskı, bir insanı günlerce aç bırakmaya zorlayamaz. Nasıl zorlayabilir! İntihar eylemleri için de bu tür şeyler söylendi, belki onlarda olabilir ama ölüm oruçları için bu mümkün değil. Çünkü onda bir anlık karardır; oysa ölüm oruçlarında her gün parça parça ölüyor ve adım adım kendi bedeninin, zihninin eriyişini görüyorsun. Çok yüksek bir irade ister bu. Yani birileri onları kullanıyor diye bir şey yok.

Şu an geri dönülse...

Geri dönülse bile zihinsel ya da bedensel birçok sakatlık kalacak. Çünkü B1 vitamini eksikliğinden ötürü beyin hücreleri ölmeye, dişler dökülmeye, kulaklar duymamaya başlıyor. Bir nevi AIDS gibi... Grip gibi çok basit bir hastalık bile sizi öldürebilir.

Geri dönüş yok
Mart 1980 ile Aralık 1987'ye kadar siyasi mahkum olan Nevzat Çelik idamla yargılanıyordu: "Kitap dahi okumamız yasaktı. Belki hem yaşam hakkını savunup, hem de bu tür bir eylem de bulunmak çelişkili görünebilir ama hiç değil. Çünkü insanlar inançları için ölebilirler. Hatta burada politik bir tavır bile olmayabilir. Mektuplarımı kesmişlerdi. Bana yapılan haksızlıktı, karşı çıkmalıydım. Kabul etseydim kendimi çok kişiliksizleşmiş hissederdim. 22 gün sürdü ve yazışma hakkım geri verildi. Bugünkü grevlerde de bu söz konusu. Bu yüzden çok korkuyorum çünkü geri adım atacaklarını hiç sanmıyorum. "

Devleti küçültmez, büyütür
Zülfü Livaneli

1996 yılılnda ölüm oruçlarını sonlandırmak için arabuluculuk yapan Sabah yazarı Livaneli "Acele edilmesi gerek. Yoksa ölecekler!" diyor ve şöyle devam ediyor: "Daha sonraki günlerde kurtarılsalar bile kalıcı sakatlıklar yaşayacaklar. Kamuoyu o karanlık koğuşlardaki atmosferi ne yazık ki bilmiyor. Bu yüzden de zaman zaman duyarsızlaşabiliyor hatta bazen merhametsizlik noktasına sürüklenebiliyorlar. Ölüm oruçlarının ileriki safhalarında insanlar ışıktan rahatsız oldukları için karanlık odalara yatırılıyorlar. Sese de çok duyarlı olduklarından ses de çıkartılmıyor. Her yere ölüm sessizliği, karanlığı ve kokusu siniyor. Arkadaşları, bilincini yitiren kişinin başında son nefesini vermesini bekiliyor. Gerçek bir trajedi bu yaşanan. Şu anda Türkiye bu gerilime kayıyor. Geçen her saat, onları ölüme yaklaştırıyor. Ama nedense hala çözüm için yine geç kalınıyor. Yani ölüm bekleniyor.

Buket Aşçı


Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır