kapat

Pazar Eki
10.12.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Online
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Melodi
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Polemik
Durum vahim

Ekonomik kriz Türkiye'nin gündemine oturdu. Faizler bir anda fırlarken borsa tarihinin en büyük düşüşünü yaşadı. Gerçi IMF'in yardımı moral verdi ama piyasada da ciddi bir nakit sıkıntısı yaşandı. Şimdi herkes aynı soruyu soruyor; "Bu kriz neden çıktı?" Biz de konuyu CNN Türk'teki "İş Yemeği" programı yapımcısı, Kentbank Yönetim Kurulu Danışmanı ve Yeni Binyıl gazetesi yazarı Uğur Gürses ve yine Yeni Binyıl yazarlarından Metin Münir'le konuştuk. Ne diyelim, bu kez durum vahim!

Eleğin gözenekleri açıldı
Ekonomi uzmanları Metin Münir ve Uğur Gürses, krizi değerlendirirken 'bunlar son ayak sürümeler' tabirini kullanıyorlar. Gelecek içinse tek çare 'yabancı yatırıma teşvik'te. İşte o zaman Türkiye'nin geleceği aydınlık...

Bu krizin sebebi nedir?
Uğur Gürses: Ekonomi programının eksenleri birinci altı ayda vergi programına, ikinci altı ayda da özelleştirmeye yönelikti. Parasal sektöre bakarsak eğer en güzel ayna Merkez Bankası'dır. Son dört ayda bilanço duruldu. Karşımızda ürkek bir MB bilançosu var. Büyümesi de sadece dış kaynağa bağlı. Çünkü kamu tasarrufları negatif durumda, iç kaynak yok. Bilanço büyüseydi portföy yatırımları olur ve faizler düşerdi. Tüm bunlar da programa güveni arttırırdı. Ama özelleştirmenin gecikmesi tüm dengeleri bozdu.

Yani krizin çıkacağı önceden öngörülebilir miydi?
UG: Ben öngördüğümü söyleyemem. Bu krizi mali piyasa oyuncularının, özellikle de yabancı yatırımcıların asabının bozulması olarak nitelendirebilirim.

Metin Münir: Türkiye, yabancılara karşı, ekonomik istikrar için yapması gerekenleri durdurduğu izlenimini verdi. Türk Telekom ve diğerler özelleştirmeler gecikti. Bu da, ekonomik programın gerçekleşeceği inancını azalttı ve faizler yükseldi. Krizin bir de özel sebebi vardı. O da, faizlerin yükselmesi ile Demirbank'a el konulmasıydı. Piyasanın bunu hissetmesiyle de kriz çıktı. Demirbank geleceğini, faizlerin düşeceği varsayımına göre kurmuştu. Bir nevi rulet oynadı ve tüm parasını tek sayının üzerine koydu. Yani faizler yüzde 30'dan yüzde 20'ye düşecek ve Demirbank bundan büyük para kazanacaktı. Bu varsayımla da dışarıdan çok büyük miktarda borç aldı. Alman Bankasına yaklaşık 800 milyon dolar borçlandı ve bu parayı da Hazine kağıdına yatırdı. Teminat olarak da devlet kağıdı gösterdi. Ama belli sorunlar olursa bu anlaşmalar geçerliliğini yitirir. Faizlerin yükselmesiyle de bu oldu ve Demirbank'ın kağıtları teminat olmaktan çıktı. Parayı geri ödemek zorunda kaldı. Bunun için de kağıt sattı ve faizler fırladı.

Bu gelişmeler karşısında devletin yapabileceği bir şey var mıydı?
MM: Ekonomik programın gereklilikleri yapılmadığından bu kriz çıktı ve spesifik olarak da Demirbank'ın başına patladı. Demirbank'ın en büyük darbeyi almasının sebebi de, elindeki Hazine bonolarının yüzde 75'e yakın bir bölümünü borç olarak fonlamasından kaynaklandı. Yani dağdan kopan kartopu da sürüklene sürüklene çığa dönüştü. Biz bunu dışarıdan göremedik ama işin içindekiler görmeliydi.

Neden önlem alınamadı?
UG: Eylül'de IMF toplantılarında üçüncü dilim gözden geçirilecekti ama bu Aralık'a ertelendi. Bu piyasalara "Türkiye yapması gerekenleri yapmadı" demekti. Ama Kasım'ın sonuna geldiğinde bile Türkiye bir şey yapmamıştı. İlla "IMF Türkiye ile ilişkilerini kopardı" gibi kötü bir şey mi denmeliydi! Bu bir sinyaldi. Ağustos'ta herkes kısa vadeli faizlerin düşeceği beklentisine girdi. Ama MB para çekiyordu ve bu da kısa vadeli faizleri yükseltecekti. Yani beklentilerin tam tersi oldu. Bu durum, piyasa, hele hele portföylerini fonlayan kurumlar için çok büyük strestir. Bu bir oyun teorisi gibidir. Kendi elinizin iyi olması yetmez, karşınızdakinin ne yaptığı da önemlidir.

MM: Demirbank'ın çok zarar görmesinde onun yabancıların 'casinobank' dediği türden bir banka olması da etkili. Bu bankalar dışarıdan para alır ve bununla Hazine kağıdı alır. Kârın bir bölümünü borca, diğerini de büyümeye ayırır. Bu şekilde küçük banka olmaktan çıkıp büyük olmaya geçti. Ancak şartlar hızla değişti. Bunu gören ayakta kaldı, göremeyen tepe taklak oldu. Demirbank ise tüm yumurtaları aynı sepete koymuştu ve sepet yere düştü. Biz Türkler kabahati hep başkalarına yıkarız; IMF'ye, spekülatörlere... Bu olaya iki-üç bankanın bir araya gelip Demirbank'ı çökertmesi diye de bakamayız. Hiç alakası yok. Demirbank'a birkaç haftadır diğer bankalar para vermiyorsa bu batırmak istedikleri için değil, bankanın batacağı içindi. Yani ne bu yabancı sermayenin, ne de diğer bankaların komplosu.

UG: Yabancı bankaların Türkiye'ye ayırdığı para oranı yüzde 2.5'tir. Bir Alman ya da İngiliz bankası Türkiye'ye bu oranda pay ayırır. Düşük bir rakam olabilir ama daha fazlasını yatıramaz. Türkiye'nin bu krizdeki durumunu 10 ton kapasitesi olan bir kamyonun yıllardır 40 ton yükle yol almasına benzetebiliriz. Şu ana kadar bu ağır aksak da olsa ilerledi ama hep düz yolda. Ama yokuş yukarı gittiği anda frenin patlayacağı açıktı! Ya bir gün, yabancıların sinirleri bozulup bir anda milyar dolarları çekerlerse ne olur riski göz önünde tutulmalıydı. Şimdi çıkıp piyasa riskinin yüzde 1000 olacağını hiç düşünmemiştik demek doğru değil.

Devlet durumu kestiremedi, bankalar tedbir alamadı... Ya öncesi?
MM: Biz Türkler sorunu duygusallıktan arındırıp olaya bakamıyoruz. Türk Telekom'un özelleştirilme meselesini ele alalım. Bunun gerekliliğini hala ne sokaktaki ne de meclisteki adam biliyor. Burada amaç Telekom'u satıp para kazanmak değildir. İngiltere'de Thatcher British Telekom'u özelleştirdiğinde büyük para kazanmadı. Ama bu kurum dünyanın en önemli şirketi oldu. Türk Telekom da iyi bir şirkete verilip özelleştirilse muazzam bir katmadeğer kazandırır. Ama bu yapılmıyor çünkü Türkiye bir batağın içinde. Politikacılar Türkiye'nin kremasını yiyor! Vazgeçmek istemiyorlar. Tüm hikaye bu. 1963 yılında nüfusun en az gelir alan yüzde 20'si, Milli Gelir'in yüzde 4.5'ini alıyordu. Son araştırmalarda bu rakam 5.9. Yani 40 yılda bu kadar artmış! 1.6 milyon insan bir dolarla geçiniyor. Hiçbir şeyin değişmesini istemeyen siyasi kadronun bize verdiği bu. Demirbank'ın batmasının da, krizin de asıl sebebi. Bu ülke, yolsuzluk ve rüşvet ülkesi oldu.

Yani bu kriz, siyasi 'kriz'in ekonomiye yansıması mıydı?
MM: Evet. Türkiye yolsuzluğun faturasını ödeyemediği için battı.

UG: 1999'a geri dönelim. Enflasyonu düşürme programı ilan edildi. İnsan ister istemez, "Bu siyasiler aklını mı yitirdi! Yedikleri paradan vazgeçiyorlar" diye düşünüyor. Ama vazgeçildiği için değil, artık dağıtacak bir şey kalmadığından bu yola gidildi. Toplam vergi geliri, faiz giderlerini karşılayamaz halde. Bu durumda ya duvara toslanacak ve çok daha acı önlemler alınacaktı ya da böyle bir programa başvurulacaktı. Tüm olanları son ayak sürümeler olarak görüyorum. Altı aydır yaşadığımız bu. Dış kaynak olmadan ekonomik büyüme de olmaz, krizden de çıkılmaz.

Piyasa şoku üzerinden attıktan sonra neler olacak?
UG: Kötümser değilim. Her şeyin bir bedeli olduğu gibi bunu da ödeyeceğiz. 2001'de büyüme yüzde 4.5 olarak bekleniyordu. Artık, eksi yüzde 1 ya da sıfırdan bahsedeceğiz. Krizin faturası orta vadede reel sektöre çıkacak. Bankalar zarar eder ama ayakta kalır. Yapılacak şey ortada, çünkü bir B planı yok. Bankalar artık likid kalacak. Ama bu da Hazine Bonosu almayayım, hep nakit bulundurayım değil tabii ki. Yine alacak ama en kötü senaryoyu da düşünecek. Reel sektöre verilen kredi fiyatları Hazine bonosundan daha fazla olacak. Çünkü likid olmamanın bedeli daha pahalı.

MM: Ben küçük bankaların yaşayamayacağını düşünüyorum. Maksimum 10 bankalı bir ülke olmadıkça bu çalkantılar devam eder. Eleğin gözenekleri de artık açıldı. Hükümet bankalar konusunda cesur kararlar vermeli. Yoksa bunun yükünü reel sektör ve tabii ki biz öderiz.

UG: Reel sektöre ne ölçüde yansıyacağı piyasaya gelecek olan yabancı sermayeye bağlı. Kötümser değilim, çünkü bu program için IMF de elini taşın altına koydu. "Ben bu işte yokum" diye geri çekilecek noktada değil. Sorunumuz piyasaya uzun vadede sermaye gelmesi. Nitekim, Polonya'ya 1990-94 arasında gelen net yatırım rakamı 4 milyar, aynı rakam Türkiye için de geçerli. Onlar hızla kendini Batılı standarta göre ayarladılar ama biz hâlâ olduğumuz yerdeyiz. Batılı standartlar sağlandığı an yabancı yatırımlar başlar. Portföy yatırımlarına bağlı kaldığımız sürece çok kriz yaşarız. Siyasiler "Bize özgü olan şudur, budur"u bırakmalılar. Bir an önce adım atılırsa krizi hiç yaşamamış gibi atlatabiliriz.

MM: Önümüzdeki yol hiç karanlık değil. Portekiz, İspanya, Yunanistan ve kısmen de İtalya bu yolu geçti. Siyasi kabuklarını kırıp ekonomik disiplini sağladılar ve fersah fersah önümüzdeler. Biz bu modeli uygulamamakta ısrar edip habire kabahati başkalarına atıyoruz... Beş-10 bin adamın çıkarı yüzünden ülke sürünüyor.

UG: Hükümet, halka bu programın IMF ya da AB istediği için yapıldığına dair bir izlenim verdi. Bu yüzden de kimse programa destek vermiyor. İşçiler yürüyor, memurlar ayakta. Oysa onlar ikna edilmeliydi. Şimdi daha önce yapmamız gerekenleri daha kısa bir zamana sıkıştırmak zorundayız.

Buket Aşçı


Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır