kapat

23.11.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Telsim
SELAHATTİN DUMAN(sduman@sabah.com.tr )


İstangul dirle, dilleri bir gobat geldi bağa..

Elin gavuru İstanbul'u ne hale getirdiğimizi ve bunu nasıl başardığımızı düşüne dursun.. Elbette bizim de kendimize göre bir şehircilik geçmişimiz var.. O geçmiş de köylerimizden başlıyor.. Bakalım nasıl..

Herkesin İstanbul'u kendine.. Anadolu ile İstanbul arasındaki gel git trafiğinin "Hac yolculuğu" kadar zorlu olduğu yıllarda Orta Anadolu'dan bir tüccar malını satmak için İstanbul'a götürmüş..

Memleket görsün diye karısını da yanına almış.. Kadıncağız eve dönünce bütün komşular, akrabalar başına toplanmış.. Rüya şehir İstanbul'u merak ediyorlar ya! "Anlat hele.." demişler, tüccarın hanımı dudak bükmüş:

- "İstangul İstangul dirle, dilleri bir gobat geldi bağa.."

Dilleri "gobat" gelmiş.. Yani bir tuhaf.. Dinleyenler "Nasıl yani?" diye üsteleyince de açıklamak için örnek vermek durumunda kalmış:

- "Gıllı yumağa şiftali dirle.. Sulu zırtlağa ilimon.."

***

Şimdi bu folklör değeri yüksek fıkradan giderek kimseye gönderme yapma niyetinde değilim.. Bunu baştan söyleyeyim..

İstanbul'un şehirleşme hallerinden söz edeceğim..

Konuyu açtıran sağolsun bizim Can Ataklı'nın bir röportajı..

KASRI KANCO KÜLTÜRÜ..
Elin gavuru İstanbul'u bu hale getirmeyi nasıl başardığımızı düşüne dursun.. Elbette bizim de kendimize göre bir şehircilik geçmişimiz var.. O geçmiş de köylerimizden başlıyor..

Köyden şehire gelirken "yerleşik kültüre" ilave edecek fazla bir şeyimiz olmadığından, ne gördüysek onu taşıdık..

Söz temsili bizim köyün bütün evleri kerpiç olup, Osmanlı-Rus Harbi'nin Aziziye tabyaları baz alınarak yapılmıştır..

Isınma, barınma, rahat etmekten çok savunma prensibi üzerine inşa edilmiştir.. Sanki köyün etrafında atıyla dolanıp, evler saldıran kızılderililer varmış gibi her yapı kendi başına muhkem tutulmuştur..

Pencere yerine gece veya gündüz olup olmadığının anlaşılmasına yarayan delikler vardır.. Damlar topraktır.. Hali vakti yerinde olanların damlarında bir "Loğ Taşı" bulunur..

Kar eridiğinde, yağmur yağdığında bu silindir şeklindeki ağır loğ taşı ileri geri sürülerek, damın toprağı iyice sıkıştırılır ki bir aksilik çıkarmasın.. Loğ taşı olmayanların damındaki çamur yumuşar, damı tutmaz hale gelir..

Böyle damların toprağı, dibi delik naylon keseye konmuş lor peyniri gibi içeri dökülür.. Ardından çöker..

İşte bu köy evleri, büyük şehirlerin gecekondulaşma sürecinde model alındı..

***

Arada bir, şehir görmüş toprak zengini bazı ağalar çıkar.. Şehirden heveslenip kendilerine iki katlı, kesme taştan konak yapar.. Doğu'da bunların ortak adı "kasrı kanco" olup çıktı..

Mantık aynı.. Birinci katlarında pencere olmayan bu yapılar daha sonra kan davalarından gözü yılanlar için de ideal model oldular..

Şimdi bizim yazı işlerindeki şehir çocukları bunları nereden bilsin?

Kendilerinin de köy kökenli olduğunu unutacak kadar şehirli havasına girmişler..

Hele bu modernleşme rüzgarları bunların fikrini iyice şaşırttı.. Dedelerinin davar satmak istediklerinde; Internet'e girip, kasabanın celebine e-mail geçtiğini zannediyorlar..

Bilseler, Can Ataklı "Ben gökdelenlerin seyrine durmayı çok severim.." dediğinde kakara kikiri gülmezlerdi..

VİLLAYI KANCOLAR..
Büyüklerimiz, aileye bir ev yapılması icap ettiği zaman TEKEL'in boş çay kutularından birini alır, orasına kapı, burasına pencere çizer; bunları kesip fonksiyonel olarak açılır kapanır hale getirdikten sonra ustaya verirlerdi:

- "Böyle birşey isterim.." diye..

Artık içinin düzeni ustanın insafına kalmış..

Aynı düzeni getirdik İstanbul'a.. İkişer metre arayla dizdiğimiz villalar modern hayatın "Kasrı kancoları" oldu.. Apartman düzeninde ise herkes kafasına göre bir yol tuttu..

Mesela Kemal Yıldırım'ın eskiden oturduğu Yıldırım Apartmanı gibi..

Kemal'in ailesi bu apartmanı Kadıköy'ün orta yeri olan Hasanpaşa'ya dikmiş.. Apartman dedimse dört katlı mütevazi bir yapı..

İlk defa, Kemal'e taksitle renkli televizyon aldığımızda görmüştüm.. Evine gidiyorum ki antenini, neyini kurayım..

Televizyonu götürürken bütün mahalle kapıya döküldü.. Yandaki binanın ikinci katında da bir genç kız.. "Maşallah Maşallah.." diye laf attı.. Kulak asmadık.. Kız üsteledi:

- "Nereden geliyor bu değirmenin suyu?"

Ben tam "Elinin köründen geliyor, taksitle aldık.. Gece işine çıkmıyoruz ya!" diyecektim.. Kemal vaziyete uyanıp dürttü.. "Aman bulaşma.." dedi.. "Kafadan biraz şeydir.."

***

Bulaşmadık tabii.. Her neyse.. Eve girip televizyonu kurduk.. Bu arada antene uygun yer arıyorum.. Odalardan birinin penceresini açtım.. Aaa! Karşımda başka bir pencere.. "Acaba hava boşluğu mu?" diye eğilip baktım, değil.. Yandaki apartmanın penceresi..

Ama karşılıklı iki pencerenin arası yarım metre yok.. Öbür odaya geçtim, asma balkon var.. Kapısını açıp dışarı çıktım.. Kemaller'in balkonu yandaki apartmanın boşluğuna girmiş.. Diğer apartmanın balkonu da Kemaller'in apartmanının boşluğuna.. Lego gibi duruyorlar..

Sanki iki takım elbiseli adam yanyana duruyor, her birinin eli diğerinin cebinde..

Kemal'e sebebini sordum, açıkladı..

"Biz binayı yaparken onların arsadan balkon için yer istedik.. Vermediler.. Sonra onlar bizden balkon yeri istedi.. Biz de vermedik.. Binalar mecburen birbirine girdi.."

Bu hikayeyi dinlediğimden beri İstanbul için yapılan imar planlarının neden dikiş tutturamadıklarını çok iyi anlıyorum..

Çünkü bizim imar anlayışımız "Derede teke bağlı, boynuzu köke bağlı.." şeklinde bir anlayıştır..

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır