kapat

23.11.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Telsim
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )


Köyceğiz'de sonbahar kavakları

Yüzeysel bir imajla demagojilerden mayalanmış, yapay politikaların gün günden daha da çopurlaşıp tıknefesleşmesi; bir türlü kesilmeyen bir samyeli usandırıcılığında insana bıkkınlık veriyor bazen...

Neyse ki, şu Köyceğiz var...

Ormanları, dağları, koruları, narenciye bahçeleri, palmiyeleri, okalüptüsleri ve ılıman insanlarıyla canım Köyceğiz...

Salı sabahı erken saatlerde önce Dalaman'a indik; oradan da "özel müsteşarım" diye takıldığım Mehmet Çulhacı'nın taksisiyle, Marmaris doğrultusunda "bal dök, yala" güzelliğindeki asfaltlardan doğru Köyceğiz'e...

Zaman zaman gölgeli masal ormanlarının; zaman zaman da dallarındaki kandil kandil portakalların sarısını, koyulaştırmaya başlayan narenciye bahçelerinin ortasından; yokuşları inişleriyle geçip giden harika asfaltlar...

Ve irikıyım nakliye kamyonları... Vız vız gelip geçen özel arabalar ve bazen de bir kaç minibüs...

Ortaca'ya doğru ve Ortaca'dan sonra sıklaşmaya başlayan çöp şiş ve güveçte kuzuyla, kuyu kebap lokantalarının, üç-dört masalık çardak altı bahçeleriyle doğal sevimliliği...

Hava güneşli mi, güneşli...

Sonbahar henüz başlamamış buralarda...

Sadece bazen tek çizgi üstünde uzanıp giden ince uzun kavakların henüz çürüyüp dökülmemiş, diri bir sarılıktaki yaprakları...

Değişik tonlarlardaki ağaç yeşilliklerinin kıyılarındaki, göklere doğru uzanan sapsarı kavaklar... Kavak füzelenmeleri..

Köyceğiz gölü üstünde, binlerce denebilecek sayıda karabataktan oluşan sürüler; mucize bir akrobasi ve balenin, kendilerine özgü gösterileriyle karşıladılar bizi...

Gölün iki karış üstünden ince bir çizgi halinde uçuyorlardı ve asla sonları gelmeyecekmiş gibi uçuyorlardı... Sonra toparlanıp, disiplinli ve aşırı hızlı bulutlar halinde uçuyorlardı... Derken hepsi bir anda göle kondular...

Nasıl değişik tondaki yeşillikler kıyısında, kavaklar usta bir ressamın sarı bir fırça darbesi gibiyse; karabataklar da, aynalaşmış masmavi gölün üstünde siyah bir fırça darbesi gibiydiler...

Tarihsel vekarınn ebedi yalnızlığı içinde Ölemez Dağı yükseliyordu gölün öteki kıyılarında...

30 m. karelik küçük bahçenin saksılardaki küpe çiçekleri, sanki bir bluğ tazeliğinin albenili pembeliğindeydi...

Verlaine'in iki yıl hapis yattıktan sonra evine dönüşünde, bahçe kapısından içeri girişini anlatan şiiri geldi aklıma...

Her şey yerli yerindeydi...

Köyceğiz'deki minüskül bahçeye kavuşmanın şavkıyla bir yerlerde çöp kebap yemeye gidelim dedik...

Mehmet Çulhacı, Ortaca'nın Dalaman'a dönük çıkışında öyle değişik bir yere götürdü ki bizi...

Özenli bezenli ve dekoratif olarak yapılmış, çatısı sazlardan, büyük bir köy lokantasının hemen bahçe girişindeki yanyana, önü açık fırınları geçince; şıkır şıkır suları akan, özel bir çaya, ufacık tahta köprülere ve ortasındaki çiçekli adasıyla bücür bir göle rastlıyordun..

Sonra suda yüzen beyaz ördeklerle, tüyleri kahverengimsi bir dişi ördek...

Beyaz ördekler erkekti ve çeşitli su oyunlarından sonra dişi ördekle hemen sevişiyorlardı...

Çiçekli miniminnacık adanın üstünde, yer yer kayalıklar ve onların ortasında sapsarı lantana kümeleri vardı... Dağınık pembe lantanaların içinden, cüce altın selvicikler yükseliyordu...

Biz adanın karşısındaki masaya oturunca; iki beyaz ördek, bir baba hindi, bir ispenç tavuğu, derken bir de tavşan çıka geldi..

Hindi masanın üstüne de çıktı ve peynir tabağını paylaşmaya başladı...

Tavşan ise masanın dibinde, ard ayaklarının üstüne kalkmış bir şeyler istiyordu... Elden beslenmeye öylesine alışmışlardı ki, insanlardan; en azından masalarda oturanlardan, korkmuyorlardı..

Ön ayaklarıyla amuda kalkmış tavşana salatalık verdik... Salatalığı elimizden ustaca yerken, birden hepsini kapıverdi ve biraz ötede tek başına ve dört ayak üstünde yemeyi yeğledi...

Kırsal bahçenin çiçek adacıklarıyla da süslü köşelerinden birinde bir kuzu, bir başka köşesinde de bir oğlak vardı..

Beyaz şarap içiyorduk ve Türkiye'den konuşmuyorduk...

Garson Mardin'li genç bir arkadaştı...

- Çok güzel düzenlenmiş burası, dedim...

Ünlü bir firmanın sahipleri yapmışlar orayı... Açılalı altı ay olmuş... Yazları çok kalabalık oluyormuş.. Sadece servis çok zormuş; bahçeye serpiştirilmiş masalar iyice dağınık olduğundan...

- Ne yapacaksın, dedim, her şeyin bir bedeli var. Genellikle de o bedeli çalışanlar öderler...

Yanılıyor muydum, sizce de öyle değil miydi?

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır