kapat

11.11.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
banner
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
banner
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr )


Avrupa Birliği'ni de andıçlayalım...

Ankara'nın cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye'ye dayattığı yöntem "kendimizi kendimiz" ile kıyaslamaktı. Bizim ülkemizdeki mukayese yöntemi Türkiye'yi "diğerleri" ile değil, kendisiyle kıyaslayıp sonuçlara varmaktı. Böyle olunca da, ortaya büyük bir propaganda malzemesi çıkıyor, nasıl gelişip, serpildiğimiz, dolayısıyla da nasıl başarılı bir yönetim altında yaşadığımız sonucuna varılıyordu. Bu yöntem halâ da terkedilmiş değil.

Allah'tan, Avrupa Birliği "tam üyeliği" gündeme geldi de, Ankara'nın bize söylediklerinin sirklerdeki "kısayı uzun", "sıskayı şişko" gösteren "sihirli" aynalardan farklı olmadığını görüverdik. Sirk aynalarıyla kafaları karıştıranlar, şimdi Avrupa Birliği standartlarına rastladıkça, kendilerinin asıl hallerini görüyorlar. Ankara yönetimindeki hali pür melali, "çağdaş ölçüler" ışığında aydınlığa çıkıyor. Bizlere söylenen resmi masallar bitmekte...

Üstelik bu yalanların, "muassır medeniyet" seviyesine ulaşmak aşkıyla yanıp tutuştuklarını iddia edenler tarafından söylendiği de anlaşılıyor. Türkiye'nin "en batılı" unsurları olduğunu söyleyen kurumların ülkeyi evrensel iklimden kopardığı görülüyor. Belli ki "batılılaşma", zamanla toplumu bir "iç sömürge" gibi görme hastalığı ile zehirlenmiş. Zaten Türkiye ile yeryüzünü kıyaslamak gerekirken, ülkeyi kendi kendi ile kıyaslama kurnazlığı da bu çarpıklığın yansıması.

ANDIÇIM NEREDE?
Avrupa Birliği önceki gün, tam üye olabilmek için Türkiye'nin kısa ve orta vadede yapması gerekenleri madde madde sıraladı. "Muassır medeniyet"in gerçek temsilcilerinin sıraladığı satır başlarını, Türkiye'de onca zamandır yazıp söyleyenlerin, Ankara tarafından komplolara kurban edilmek üzere "andıçlandığını" kör olmayan herkes gördü.

Avrupa Birliği de, Türkiye'de yaşayan ve ülkenin düzlüğe çıkması için düşündüklerini söyleyen insanlardan biri olsaydı, muhakkak ki o da, basındaki "askeri katiplerin" hedeflediği kişilerden biri olacaktı. Ankara'nın "rejim düşmanı" ilan ettiği kişilerin yıllardır önerdiklerini, bu kez Avrupa Birliği madde madde Ankara'nın önüne uzatıyor.

Ülkenin çok daha zengin ve özgür olmasının yolu, Cumhuriyet tarihi boyunca benimsenen baskıcı yöntemlerden değil, özgürlüklerin genişletilmesinden geçiyor. Ankara, evrensel standarttaki özgürlüklerin ülkeyi böleceğinden, şeriata ya da komünizme savurtacağından dem vurarak korkular üretip, kendi egemenliğini sürdüre geldi. Hiç bir soruna çare olmayan bu yaklaşım, Avrupa Birliği'ne tam üye olmak isteniyorsa kökünden değişecek. Halka güvenen ve ona ekonomik patronluk yapmayan bir devlet anlayışı, halkın da "reşit olmasının" yolunu açacak. Devletten geçinmeyi beklemeyen, üreten, rekabet eden, vergi veren ve verdiği vergilerin karşılığını birinci derecede bir hizmet olarak bekleyen bir insan tipi ortaya çıkacak.

KIPIRDAMA, YANARSIN
Ancak, bu sürecin sancısız ve kolay olmayacağı da anlaşılmakta...

Avrupa Birliği, Türkiye'nin çağdaş bir ülke olabilmesi için izleyeceği "yol haritası" ile birlikte, "2000 yılı Düzenli Raporu"nu da açıkladı.

Doğrusu o da tam "andıçlık"tı...

Rapor, Türkiye'nin "halâ Kopenhag Kriterleri"nin çok uzağında olduğunu vurgulamaktaydı... Kısacası, "insan hakları, demokrasi ve piyasa ekonomisi" uygulaması buralarda yerleşebilmiş değildi.

Üstelik, Ankara bu yolda hızlanmayı reddediyordu. Rapor bu gerçeği şöyle tespit etmekteydi:

"Türkiye, demokrasi ve hukuk devletini garanti altına alacak kurumsal reformları gerçekleştirme konusunda ağır ilerliyor. Bu çerçevede ordu üzerinde sivil kontrolün bulunmamasına işaret edilebilir."

Aynı rapor, Türkiye'nin gelişmiş demokrasilerden farklılığını da resmetmekteydi:

"Milli Güvenlik Kurulu'nun Türk siyasal yaşamında oynadığı rolde bir değişim olmadı. MGK'nın görüşlerinin hükümetin rolünü ciddi olarak sınırlandırdığı gözlemlenmektedir. Güvenlik konularında parlamentoya çok az hesap verilmektedir.

...Ordu üzerinde sivil denetim konusunda hala ilerlemeye ihtiyaç vardır. AB, NATO ve AGİT standartlarına aykırı olarak Genelkurmay Başkanı, Başbakan'a karşı sorumludur. YÖK'te Genelkurmay Başkanı'nca atanan bir üyenin bulunması dikkat çekicidir."

Rapor, insan hakları ihlallerinin kaygı verici olduğunu, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün sınırlandırıldığını da belirtiyor. Bunların hepsi Ankara'nın kızıp andıçladığı tespitler. Ama ne var ki, çağdaş olmanın da ön koşulları... Muhaliflerin çanına ot tıkamaya yeminli Ankara, şimdi aynı eleştirileri "muassır medeniyetin" temsilcisi Avrupa Birliği'nin ağzından duyuyor.

AMA KİMSENİN YÜZÜ KIZARMAYACAK ELBET.
Türkiye'deki bu rahatsız edici tablonun motoru, devlet içi ekonominin kendisi. Halkı uyuşturucuya alıştırır gibi devletten geçinmeye alıştırmış. Paylaşımı üretime orantılı olarak piyasada yapmak yerine, siyaseten devletin aracılığıyla yapan, ekonomik patron olduğu için siyasi patron olarak da halka güvenmeyen ve ona göz açtırmayan bir devletçi ekonomik sistem var. Bunun uygulayıcısı da devlet. Devletin de sahibi asker ve sivil bürokrasi. Onun hık deyicisi de siyasi elit.

Avrupa Birliği'nin "ilerleme raporu", Türkiye'nin "liberal bir piyasa ekonomisinden" fersah fersah uzaklarda olduğunu da belgeliyor.

Olup bitenlerden dolayı, tüm soygun sisteminin kökenini oluşturan "devlet bankaları"nı ve rant dağıtan devletçi sistemi suçlamak yerine, sanki ülkede piyasa ekonomisi varmış gibi "liberalleşmeyi" suçlayanların, dikkatlice okuması gereken satırlar şunlar:

"...Ancak, henüz işleyen bir piyasa ekonomisine ulaşılamadı. Bazı özelleştirmelere karşın çok fazla sektör hala devlet mülkiyetindeki şirketlerin hakimiyetinde. Enflasyonun ve kamu açıklarının azaltılması gerekiyor. Bankacılık ve tarım sektörleri ile devlet işletmelerinde önemli yeniden yapılandırmaya ihtiyaç var."

ANDIÇLAMALI
Kısaca Ankara hala "insan hakları, demokrasi ve piyasa ekonomisini" uygulamama konusunda aslanlar gibi direniyor. Avrupa Birliği ise bu çizginin yeryüzü düzeyinden ne kadar büyük bir açı ile saptığının fotoğrafını çekmiş bulunuyor. Ülkede yıllardır demokratların söyledikleri şimdi "muassır medeniyet"in temsilcileri tarafından tekrarlanıyor.

"Batılılaşıyoruz ve bunun temsilcisi biziz" deyip de, ülkeyi iç sömürgeye döndürenlerin yapacağı tek şey kalıyor: AB'yi de andıçlamak...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır