kapat

CUMARTESİ EKİ
11.11.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
banner
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
Cumartesi Eki
Pazar Eki
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

YeniBinyil
Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
banner
Gerekirse cafe'de bile çalışırım
Ekrana çıkmayı bir kez denedim. Ama orada bulunmaktan nefret ettim

Saçımı ne yapacağım, kilolarım da belli oluyor, ne giyeceğim, bunları düşünmeye başladım. Hiç uğraşmamam gereken saçma sapan detaylarla uğraştım ve üstelik ben orada iyi durmuyordum. Herkes haddini bilmeli.

Geçtiğimiz günlerde arkadaşlarla konuşuyorduk, bu ülkede aslında pek çok başarılı kadın var, fakat çoğu kapalı kapılar arkasında kalmış diye. İşte bunlardan biri de Ayşenur Arslan. Onunla ilgili söylenenler hep aynı: "atv haber merkezinin arkasındaki insan."

Ben de merakımı yenemeyip kendisiyle görüşmek istedim. Tabii bu bir hayli güç oldu. Arslan değil bir dakika, üç saniye bile aynı yerde durmayı başaramıyor. Yaktığı her sigarayı ayrı bir kültablasında bırakarak tüm atv Haber Merkezi'ni geziyor. Bu durumda benim onu kaçırıp dışarı çıkarmam ne mümkün. Düşündük taşındık, Arslan'ın bol yeşillikli odasında birer fincan kahve içmeye karar verdik. Fakat ben bu arada sekreteri Meltem'den telefonların kablolarını sökmesini, odanın kapısını da üstümüzden kilitlemesini rica ettim ve Ayşenur Hanım'ı bir köşeye oturtmayı başardım.

Bütün bu hengamenin ortasında Arslan'ın sesi inanamayacağınız kadar yumuşak. "Genellikle böyleyimdir. Kendimi bildim bileli yumuşak konuşan bir insan oldum" diyor Arslan ve devam ediyor, "Fakat sesimim yükseldiği de olur. Özellikle yayın öncesi." İş konusuna bu kadar hızlı bir giriş yapınca kendisinin görevinin ne olduğunu öğrenmek istediğimi söylüyorum. Buna şöyle cevap veriyor: "Ali Kırca haber merkezinin başkomutanıysa ben de cephedeki komutanıyımdır. " Böyle militer bir benzetme yapmasının sebebi ise televizyon haberciliğini bir savaşa benzetiyor olması. Her an ayakta olacaksınız, her an askerlerinizin silahları hazır olacak. Tüm bunları o söylüyor. Bu arada haber merkezinde zaman zaman toz bile aldığını söylüyor. Tabii söz konusu olan yayına çıkmak üzere olan bir masaysa.

Arslan, 26 yıldır bu mesleğin içinde. Uzun yıllar önce eşinden boşanmış ve oğluyla beraber yaşıyor. Ne yemek yapmakla ne de başka tür bir ev işiyle ilgisi var. Anlayacağınız zamanının çoğunu işyerinde geçiren işkoliklerden biri o. Peki bu nasıl bir hayat? "Güzel bir soru" diyor ve anlatıyor: "Bir süre sonra kendi hayatınızın objesi değil, nesnesi olmaya başlıyorsunuz.

İş bağımlılık halini alıyor. Her şey çalışma hayatınıza göre biçimleniyor. Belki 10 yıl sonra dönüp geriye baktığımda 'Ya bu hayatta ne çok şey ıskalamışım' diyebilirim." Konuşurken kimse bizi rahatsız etmiyor. Arslan son derece misafirperver, "Çay, kahve?" diye tekrar tekrar soruyor. Bu arada laf ilk işinden açılıyor. Hayatındaki ilk işi Sosyal Sigortalar Genel Müdürlüğü'nde emekli kartlarını basmakmış. "Orada kendime bir hedef koymuştum" diyor, "O departmanın en çok kart basan insanı olacaktım. " Anlayacağınız bir işi iyi yapmak onun kişiliğiyle ilgili bir şey. Örneğin ev kadını da olsaymış günde sekiz defa yerleri silermiş.

Bir koltukta sonsuza dek oturulmayacağını öğrendim
Arslan, yakaladığı başarının çok da fazla üstünde duran, ısrarla altını çizen biri değil. "İnsanın yüreğinin götürdüğü yere gitmesinde" fayda görüyor. Sahip olduğu her şeyden bir anda vazgeçebileceğini de söylüyor. Ona göre hayat çok garip bir yolculuk. Bu yolculukta önemli olan ise rota ve final. "Çok gıpta ettiğiniz bir insanın başına gelen bir dizi felaketle nereye gittiğini görürsünüz" diyor ve bu fikre nasıl ulaştığını şöyle anlatıyor: "Nokta dergisinde çalışırken Söz gazetesi kuruldu ve ben de oraya geçtim. İlk kez kendime ait bir odam olmuştu. Fakat bu macera dört ay sürdü. Hayatımda hiç unutamayacağım ve unutmak da istemediğim bir an yaşadım, toplanma anı. Benim odamdan 10 koli falan çıktı. Özel çerçeveletip resimler asmışım, çiçekler almışım, kitaplarımı getirmişim. Kendime döndüm ve dedim ki, 'Yahu sanki sonsuza kadar bu odada oturacakmışsın gibi yerleşmişsin. Oysa hayat bile sonsuz değil.' Bundan öğrendiğim çok şey var... Bir, hiçbir yerde ayrılmayacakmış gibi oturmayacaksın. Bu odadan mesela şu an çantamı alıp gidebilirim. Belki gelen birkaç yaşgünü hediyesi vardır, çantama atarım. İki, ben ben olduğum sürece her işi yaparım. Gerekirse bir cafe'de mezecibaşı olabilirim. İşe karşı hırsım, deliler gibi çalışma bağımlılığım, bir saniyede noktalanabilir. Bu bana rağmen, istediğim için noktalanabilir. Önemli olan benim ben olarak ayakta kalabilmem. Gerisi fasa fiso..."

Mankenlerle olmaz
Arslan, belki cephede savaşıyor ama bu arada kameranın önüne geçmeyi de denemiş. Ali Kırca'nın da desteğiyle bir haber programını sunmaya başlamış. Ancak sadece altı bölüm dayanabilmiş. "Orada bulunmaktan nefret ettim" diyor, "Saçımı ne yapacağım, kilolarım da belli oluyor, ne giyeceğim, bunları düşünmeye başladım. Hiç uğraşmamam gereken saçma sapan detaylarla uğraştım ve üstelik ben orada iyi durmuyordum. Herkes haddini bilmeli." Bu arada odaya iki dakikalığına giren ve benim düşmanca bakışlarıma maruz kalan bir arkadaşı o programı çok başarılı bulduğunu söylüyor ve ekliyor: "Hep mankenler mi sunacak bu programları?" Ve gidiyor.

Benim de dilimin ucundaydı. Hakikaten hep mankenler mi sunacak bu programları? Şöyle cevap veriyor: "Haber çok özel bir şey. Habercilik bir uzmanlık alanı. Orada çok net olmak gerekiyor. Bu işi bilenler yapmalı. Magazin programlarında bile mankenler olmuyor." Arslan'a göre televizyonlar kendilerine ihanet ediyorlar. Bunu gerçek yeteneklere kapıları kapatarak, güzelliği bir saplantı haline getirerek yapıyorlar. Arslan, ekranın büyülü bir şey olduğunu ve işini iyi yapan kişiyi güzelleştireceğini söylüyor. Hemen ardından da Okan Bayülgen örneğini veriyor: "Bayülgen eğer bir bankacı olsaydı hiçbir kadın dönüp suratına bakmazdı. Fakat öyle bir televizyon sihirbazı ki, şimdi ondan dünyanın en yakışıklı erkeğiymiş gibi bahsediliyor" diyor. Ayrıca televizyoncuların biraz kolaycılığa kaçtıklarını düşünüyor. Bununla ilgili bir detay anlatıyor: "Geçen gün bir televizyon programında, bir sosyete ünlüsüne program sundurmuşlar. Ağzını açtığı anda bir çocuk sesi, kötü bir çocuk sesi, yanlış tonlamalar. O güzel kadın gitti, benim gözümde bir komik figür kaldı. Güzel bir kadın, ismi var, haydi gel bir deneyelim. Artık televizyon bir deneme tahtası olmamalı. Artık çocukluk dönemini atlatmış olmalı. Ama bakıyorum da hala emekliyoruz."

Arslan ile konuşurken zannetmeyin ki iş konusunun dışına çıkmak zor. Onun ilgi alanları saymakla bitmez. Soruyorum: "İşiniz kadar keyif veren başka bir şey var mı?" diye. "Sinema, kitap ve king" diyor. Arslan, bir 'king' (bir iskambil oyunu) ustasıymış.

İşte tam da o anda Meltem kapının kilidini açtı. Arslan'ın çalışma saati gelmiş. Telefonlar da çalmaya başladı. Demek gitmenin zamanıdır. O zaman hoşçakalın.

ASLI E.PERKER


Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır