kapat

19.09.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Sabah Künye
Ata Yatirim
Sofra
banner
Bizim City
Sizinkiler
Rehber
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CAN ATAKLI(ataklic@sabah.com.tr )


Kendi fotoğraflarını neden severler?

İstanbul metrosu açılmadan önce İstanbul sokakları Ali Müfit Gürtuna'nın fotoğrafları ile süslendi. Halkı İstanbul metrosunun açılışına çağıran belediye başkanı neden bu afişlerde ille de fotoğrafını kullanır, bunu anlamıyorum.

Aslında Ali Müfit Gürtuna'nın İstanbul caddelerini kendi fotoğrafları ile süslemesi yeni değil. Bundan önceki başka hizmetlerin tanıtımında da günlerce Ali Müfit Gürtuna'nın koca koca fotoğraflarına bakmak zorunda kalarak işe gidip gelmiştik. Bu "kendini her yerde gösterme merakı" galiba.

Bu merak sadece Ali Müfit Gürtuna'da yok. Başka belediye başkanları da, bakanlar da bir şey yaptıklarında ilk iş hemen kocaman fotoğraflarını yapıştırtıyorlar.

İşin suyunu çıkaran ise biliyorsunuz Bayındırlık Bakanı Koray Aydın olmuştu. Aydın deprem felaketinin yıldönümünde sanki çok büyük hizmetler yapmış gibi fotoğraflı afişlerini bütün kentlerin duvarlarına astırmıştı. Aydın ayrıca hazırlanan deprem kataloğunun da her sayfasına kendi fotoğrafını koydurarak bir başka rekora imza atmıştı.

Sonuç olarak bizi yöneten kişilerin her fırsatta dev fotoğraflarını oraya buraya asmaları hiç hoş değil. Onları hayatımızın her dakikasında görmek zorunda değiliz.

Metro gerçekten çok güzel
Metronun açılışına katılmadım. Zaten ilk günün bir anlamı yok, o kalabalık içinde insan ne gördüğünü anlamıyor bile. Metroya ilk kez dün öğle üzeri bindim. Kanal 6'daki öğle haberlerinde sizlerle birlikte olduktan sonra Gayrettepe'deki istasyona kadar gittim. Metroya binip Osmanbey'de indim ve Nişantaşı'na yürüdüm.

Gayrettepe Zincirlikuyu arasında ne yaptıklarını bilmiyorum, ama iki yıldır inşaat sürüyor. Haydi önceleri metronun üstüydü, anlıyorduk. Peki şimdi ne kaldı acaba? Ortada ne yol var ne birşey, herşey toztoprak içinde. Bu nedenle metronun giriş kapısı daha ilk günden eski gibi görünmeye başlamış. Her yer toz içinde. O güzelim yürüyen merdiven perişan olmuş. İlk yağmurda, içerisi çamur dolacak besbelli ve o merdivenler çalışmayacak.

Metro çok derinde. Paris ve Londra'da bile bu kadar dik inişler azdır. İnşallah seferler sırasında elektrik kısıntısı olmaz, aksi takdirde, inmek neyse de, kimse çıkamaz metrodan, bilmiş olun.

Metro çok modern. Her yer pırıl pırıl. Bilet alma işlemleri biraz daha çabuklaştırılabilir, otomatik makinaların konması gerek. Ayrıca jeton yerine manyetikli bilet kullanmak daha pratik gibi geldi bana.

İç aydınlatma çok güzel olmuş, ancak diğer ülkelerdeki metrolarda yürüme tünelleri reklam panolarıyla doludur, bizimkini çok güzel yapmışlar da, iş reklam panosu asmaya gelince yeniden masraf çıkacak gibi, oysa bu yerler hazırlanmalıydı.

Metro vagonları çok rahat ve ferah. Ama kapı üstlerinde durakları gösteren levha çok komik. Topu topu 6 istasyon var. Umarım metro bitirilmesinden çok daha hızlı biçimde geliştirilir ve İstanbul'un her yerine metro ile gidilir.

Dünya fiyatlarıyla kıyaslandığında metro çok ucuz, bunu bilmekte yarar var. Taksim/ Levent arasında işim olduğunda kesinlikle metroyu kullanırım, bu hatta yeryüzünden gitmek artık hiç akıl karı değil. Tavsiye ederim.

Fenerbahçe bu kez paniklememeli
Beşiktaş Fenerbahçe'yi 3-0 yendi. Tamam, dünyanın sonu değil. Lig daha çok uzun. İki mağlubiyet alan her takım şampiyon olma şansını kaybediyorsa çok işimiz var demektir.

Elbette Fenerbahçe'nin bir önemli maçta yenilmesi çok önemli. Ama bundan kaynaklanarak Fenerbahçeli olduğunu söyleyen ama her fırsatta Fenerbahçe'ye saldırmayı marifet sayanların gazına gelip geçen yıl olduğu gibi paniklemenin alemi yok. Fenerbahçe bu yıl sakin olmalı, serinkanlı düşünmeli, sağduyu ile karar vermeli.

Yazılanlara bakmayın, Fenerbahçe 3-0 yenildiği maçta Beşiktaş karşısında ezilmedi, tel tel dökülmedi. Yüzde yüz gollük 4 fırsat yakaladı. Şanssızlık demiyorum ama top kaleye girmedi işte.

Fenerbahçe'de şimdi bir huzursuzluk çıkarılır, Denizli gönderilir, yönetimin kellesi istenirse, takımı toparlamak yine imkansız hale gelir. Bu yıl yapılması gereken yönetime de Denizli'ye de güveni sürdürmek, onlara en az 5 maç daha fırsat tanımaktır. Ondan sonra değişiklik yapılır, bu yıl şampiyonluk hiç düşünülmez, ama takım doğru dürüst hale getirilir. Aksi halde hem şampiyonluk gider, hem yeniden yapılanma fırsatı kaçırılır.

Erbakan'dan inanılmaz açıklama
Cumartesİ günü Erbakan'la yediğimiz yemekte öğrendiğimiz ilginç bir ayrıntıyı burada sizinle de paylaşmak istiyorum. Çünkü eğer Erbakan doğru söylüyorsa, devletimizin en yüksek katları bir dönemi gözleri kapalı geçirmişler. Hatta büyük tehlikenin farkına bile varmamışlar.

Erbakan'a bir gazeteci, "Sizin Başbakan olduğunuz dönemde yapılan Milli Güvenlik Kurul toplantılarında hiç Hizbullah'tan söz edildi mi?" diye sordu.

Erbakan da "Hayır hiç konuşulmadı?" cevabını verdi. Bu cevap herkesi çok şaşırttı. Çünkü biliyorsunuz Hizbullah'ın nasıl kanlı bir şeriat örgütü olduğunu tüylerimiz ürpererek öğrenmiştik. Hizbullah militanlarının birbiri ardına yakalanmaları sonucu son yıllarda işlenen birçok kanlı cinayet de aydınlanmıştı.

Hizbullah'ın çökertilmesi sırasında yaşadığımız olaylar, bu kanlı örgütün müthiş bir izlemeye alındığını gösteriyordu.

Peki nasıl oluyor da Milli Güvenlik Kurulu irticanın en büyük tehlike olduğunu açıkladığı, bu nedenle hemen herkese brifingler verdiği bir dönemde çok daha büyük bir şeriat tehlikesi olan Hizbullah tehditini hiç gündeme getirmemiş?

Acaba gerçekten Hizbullah tehlikesi bilinmiyor muydu, yoksa Hizbullah'ın o sıralarda ortaya çıkarılmasında bir fayda mı görülmüyordu?

Anlaşıldığı kadarıyla bizim istihbarat birimlerimiz olayların biraz gerisinden geliyor. Hatırlayacaksınız, 28 Şubat'ta irtica konusunda verilen brifinglerde anlatılanlar hep 8-10 yıl öncesinin olaylarıydı. Demek ki o dönemde yaşanan Hizbullah terörünü henüz göremiyorlardı.

Oysa Hizbullah konusu basında gümbür gümbür yazılıyordu. Güneydoğu'da yüzlerce insan sokak ortalarında öldürülüyordu.

İşlenen cinayetlerin türünden katillerin kimler olduğu bile tahmin ediliyordu. Güvenlik birimlerinin söylemesine göre Hizbullah ya balta ile ense köküne vurarak adam öldürüyordu ya da yine enseye tek kurşun sıkarak. Hatta bölge halkı katilleri şahsen bile tanıyordu ama bu katiller bir tür koruma altında oldukları için kimse tanıklık yapmaya cesaret edemiyordu.

Basın bunları yazıyordu. Yetkililer susuyordu. Oysa herkes şunu biliyordu ki kanlı terör örgütü bizzat devlet güçlerinin himayesinde. Çünkü bu kanlı örgüt devletin de savaştığı PKK'lıları öldürüyor, devletin sevmediği kesimleri tehdit ediyor. Bu durumda Hizbullah'ın mevcudiyetini muhafaza etmesine izin veriliyordu.

Bunun en güzel kanıtlarından biri, basının hergün yazdığı Hizbullah terörünün Milli Güvenlik Kurul'nda hiç konuşulmamış olması.

Komutanların Türkiye'yi şeriat tehlikesinden kurtarırken, en kanlı şeriat örgütünden hiç haberleri olmaması çok ilginç geldi bana. Tabii komutanlar "Erbakan yalan söylüyor" derse o başka. Sonucu merakla bekliyorum.

Yandaş gazeteci
Erbakan'la cumartesi günü bir grup gazetecinin biraraya gelmesi bazı meslektaşlarımızı kızdırmış. O toplantıya katılanları Erbakan'ın yandaş gazetecileri olarak suçlayanlar da çıktı. Bu büyük haksızlık.

Erbakan'ın 15 gazeteci yerine bütün basını çağırıp basın toplantısı yapması daha şık olurdu elbette.

Ancak bazı gazetecilere açıklama yapma modasını çıkaran Erbakan değil. Ayrıca bazı gazetecilerin çağrıldığı özel toplantılara katılanlar da Cumartesi günkü gazeteciler değil, bizzat bunu eleştiren gazeteciler.

Özal'la gece yarıları oturup konuşan gazeteci ben değilim.

Demirel'in telefonla aradığı, köşke özel olarak birkaç kişiyle birlikte davet ettii gazeteci ben değilim.

Tansu Çiller'in kongre zaferini kadehlerle kutlayan ve ilk demeçleri alan gazeteciler de ben değilim.

Ecevit'le, Bahçeli'yle, Yılmaz'la ikili üçlü ekipler oluşturup görüşen ve bunları çarşaf çarşaf yayınlayan gazeteci de ben değilim.

Boşverin bu tür yazıları, herkes kendi işine baksın daha iyi.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır