Uğur Mumcu ve eski anılar...
UĞUR Mumcu'nun öldürülmesinden bu yana yedi yıl geçti. Önceki gün gazetelerde yeralan Umut Operasyonu iddianamesi katillerin yakalandığını ileri sürüyor. Mumcu'nun aracına bombayı koyan üç kişinin arkasında ise İran'daki Kudüs Ordusu Örgütü ile İran Gizli Servisi SAVAMA varmış. Ne var ki, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısının ileri sürdükleri henüz Dışişleri Bakanlığı tarafından sahiplenilmiş gözükmüyor. İddianamedeki anlatılanlara rağmen ortada karışık bir durum var. Mumcu'nun katledilmesinden bu yana ortaya atılan iddialardan hiç biri ciddi çıkmadı. Bu kez de mahkemenin sonucunu beklemek gerekecek.
Önceki günlerde, Mumcu'nun adı sadece kendisine yapılan saldırı ile değil eski Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ ile olan ilişkileri nedeniyle de gündeme geldi.
Necdet Üruğ Neşe Düzel'e, Mumcu'nun muhalif bilinen kimliği ile pek uyuşmayan bir açıklama yapıyor ve şu bilgileri veriyordu:
"Uğur Mumcu ile biz dosttuk. Sık sık gelirdi bana. Mehmet Şener adını ondan duydum. Böyle bir hadise var dedi ve biz bunu adli mercilere bildirdik. Hatta onun verdiği bilgilere göre polise operasyonlar da düzenlettirdik. Bir tanesi Hisar'da Bulgaristan'dan gelme bir sigara kaçakçılığı hikayesiydi. Polis sürat motoruyla gitti ve kaçakçıları yakaladı."
Portrenin diğer yarısı
Fehmi Koru da Orgeneral Üruğ'un bu açıklamalarının ertesinde Mumcu'nun katlini sorgulamak için kaleme aldığı yazısında şunları söylemekteydi:
"Uğur Mumcu 'sıradan' bir gazeteci değildi. Cinayet ertesi devlet yetkililerinin yaptığı açıklamalar, onun olağanüstü bir ilişkiler ağının tam ortasında bulunduğunu dışa vurmuştu. Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Doğan Güreş `aile dostuyduk' diyor, Emniyet Genel Müdürü Yılmaz Ergun, `kendisiyle bilgi alışverişinde bulunurduk' ayrıntısını veriyordu. Suikast sırasında Cumhuriyet'in Genel Yayın Müdürü olan Özgen Acar, Uğur Mumcu'nun Genelkurmay Genel Sekreterliği'nden istediği ve cinayet yüzünden elde kalmış bilgilerin bir zarf içerisinde kendisine iletildiğini, olayın üzerinden yıllar geçtikten sonra açıklıyordu."
Akıllar karıştı mı?
Necdet Üruğ'un Uğur Mumcu ile bilgi alışverişi içinde olduklarını açıklaması nedense bir tek Can Ataklı'nın ilgisini çekti. Büyük çoğunluk olayın çarpıcılığını görmezden geldi.
Can Ataklı, Uğur Mumcu'nun üst rütbeli generallerle "yakın dost" olmasını yadırgatıcı bulduğunu belirttikten sonra "Özel Harp Dairesi ile çok yakın ilişkide olan bir orgeneralle sıkı dostluğunun olmasının" önemini vurguluyor ve "acaba Üruğ da Mumcu'ya bazı bilgi ve belgeler veriyor muydu?" diye soruyordu.
Aynı gün "araştırmacı gazetecilik nasıl birşey?" başlıklı ikinci yazısında ise, asıl düşündüklerini açıklıyordu:
"Araştırmacı gazeteci sıfatını taşıyan bazı gazeteciler aslında, çıkar savaşı yapan ve genellikle devletin içinde bazı odaklar tarafından besleniyor. Devlet kurumlarında bulunan bazı makam sahipleri, kendi mücadelelerini açık açık yürütemiyor, o zaman da bir gazeteciyle 'yazılı olmayan' bir anlaşma yapılıyor.
O gazeteciye belgeler el altından veriliyor, yayınlanması sağlanıyor.
O yazılar kamuoyunda yankı yaratıyor ama asıl hesaplaşma içerde yapılıyor. Biz onun farkına bile varamıyoruz."
Mumcu'nun anlattıkları
Mumcu çarpıcı belgeler yayınladığı dönemde Sovyetler Birliği'nin önde gelen dergilerinden Literaturnaya Gazetesi'nin yazarı Yona Androv'a bazı açıklamalar yapmıştı. Androv da bunu gazetesinde 6 Haziran 1983 tarihinde yazmıştı. Androv şöyle diyordu:
"Mumcu bana Ankara'da açıkça, `Poliste, benim iyliğimi isteyen etkili dostlarım var' dedi. `Onlar bana yazılarımda kullandığım polis dosyalarını veriyorlar. Ama hakkımdaki çirkin dedikodulara inanmayın. Ben sosyalizme inanıyorum.'"
Ne var ki, sovyet gazeteci "çirkin dedikoduları" yeğlemiş, Uğur Mumcu'nun hapis yattıktan sonra değişip, "polise ve istihbarat örgütüne hizmet ettiğini" ileri sürmüştü.
Mumcu'nun vahşice öldürülmesinden sonra, ilişkileri dipli köşeli ele alınmadı.
Bir haftalık bir yolculuktan dönüp de tüm bunları yeniden birarada okumak, beni eski yıllara, Mumcu'nun ekonomik liberalleşmeyi destekleyen Marksistleri sertçe eleştirdiği döneme götürdü. Keşke kendisi de yaşasaydı da, olup biteni daha rahatça tartışabilseydik.
Özal muhalifleri
Uğur Mumcu'nun Anavatan Partisi'nin ekonomik liberalleşme çabasına ve bunun Türkiye'ye önemli bir demokratikleşme getireceğine inanan solculara Kemalist ideolojinin Jargonlarını kullanarak cephe açması, karışık bir siyasal döneme rastlamıştı.
Devletçilik rantını yiyenler durumdan çok rahatsızdı. Necdet Üruğ'un kendisinden sonraki komuta kadrolarını 2000 yılına kadar belirlediği söylentileri ayyuka çıkmıştı. Nitekim, bir sonraki Genelkurmay Başkanı adayını Özal'ın apar topar emekli etmesi de, bu "İkibinyıl planını" bozmayı amaçlamasına bağlanıyordu.
Devlet içi savaşlar
Devlet de kendi içinde ikiye çatlamıştı. Bir yanda ülkeyi ekonomik ve siyaseten özgürleştirmek isteyenler, diğer yanda ise mevcutu eskisi gibi tutmak isteyenler. Orgeneral Üruğ'la ve diğer bazı yetkililerle şaşırtıcı ilişkileri olduğu anlaşılan Mumcu "mevcudu savunanların" yanında yer almıştı.
Ancak, bugün bile anlaşılmayan nokta, katli ile ilişkileri arasında bağ olup olmadığıdır. Umarız bunu, Umut Operasyonu sonunda açılan dava aydınlığa çıkarır.
Can Ataklı'nın söylediği gibi, aslında devlet içindeki çatışmaları biz hiç anlamadan izliyoruz ve olup biteni bütünüyle kavrıyamıyoruz. Geçen günlerin tek sürprizi Uğur Mumcu-Necdet Üruğ dostluğu değildi. Irkçı bilinen Alpaslan Türkeş'in de Amerikalılardan, 27 Mayıs darbesinden sonra emekli edilecek dörtbin subay için yüklü para talebi de basına yansıyanlar arasındaydı.
Anlaşılan Ankara garip ilişkilerin yaşandığı bir yer.
Gerçek ile halka gösterilen arasında ciddi farklar var.
Galiba, bu ülkede yaşanılan acıların ve cinayetlerin nedenini anlayabilmek için bize gösterilenle yetinmeyip epey derine inmemiz gerekiyor.