kapat

06.07.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
Superonline
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
iku
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Sabah Kitap
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
HINCAL ULUÇ(uluch@sabah.com.tr )


Avrupa Şampiyonası ölüyor!..

Adam gibi futbol izlediğimiz son Avrupa Şampiyonası 1988'de kaldı.. 1992 fiyasko.. 1996 fiyasko.. 2000 fiyasko..

2004'ü bilmem ama, 2008'de böyle futbol, ne tribünde seyirci bulur, ne de televizyon başında..

O zaman da FİFA Başkanı Sepp Blatter haklı çıkar..

Avrupa Şampiyonası'nı iptal edip, Dünya Kupası'nı iki yılda bir yapmak!..

Oynanan futbol açısından Dünya Kupası da pek iyiye gitmiyor ama, bu kupada bir renk var.. Özellikle Avrupa seyircisi için bir renk var.. Ülkesinde pek seyretme fırsatı bulamadığı Afrika, Kuzeyi, Güneyi, ortası ile Amerika, Asya, Okyanusya futbollarını ve insanlarını izleme şansını elde ediyor.. Bu bir renk..

Avrupa'da ise, rengarenk klüpler ve onların fevkalade cazip iddiası milli takımların önüne geçmiş..

Bunlar yetmiyor gibi, bir de organizasyonu yapanlar, terör ve holiganizmle mücadele uğruna, insanları daha baştan maçları izlememeye mahkum ettiler. Herşeye rağmen kalkıp gelenleri de pişman etmek için herşeyi yaptılar..

Bileti aylar önceden "İsme" satmak ne demek?..

Takımım finale gelirse diye bilet alırım. Gelmezse final biletini birine satarım. Bugüne dek böyle oldu. "Satamazsın" diye kural koyarsan, almam da, gelmem de..

Televizyondan para geliyor diye tribünü ancak ahmaklar ihmal eder. Tribün dolmazsa, maçın yapılacağı kentlerin sokakları dolmazsa, hava olmaz ki?..

Futboldan habersiz Amerika, 1994'te tek koltuğu boş bırakmadı.. Avrupa 2000 boş koltuklara oynandı. İlgi azalıyor, tamam, ama bir de pazarlama fiyaskosu var..

Dünya futbolunun dev isimlerinden İtalyan Matarese'yi nerdeyse katlayarak yeniden seçilen ve UEFA'nın şimdi birinci asbaşkanı olarak Johansonn'un gerçek varisi durumuna gelen Şenes Erzik, ilk değerlendirme toplantısında, sorunları tüm çıplaklığı ile gündeme getirmeli ve Euro 2004'ün de fiyasko olmaması için, önlemler alınmasını sağlamalı..

Yoksa Euro dedikleri şampiyona Portekiz'de biter.. En radikal çözüm mü?..

Dünya Kupası 2 yılda bir yapılır.. Dünya Kupası'nın Avrupa Elemeleri Avrupa Şampiyonası adını alır. Hem Dünya Kupası'nın finalistleri, hem de Avrupa'nın şampiyonu ortaya çıkacağı için, maçlar daha da ilginç hale gelebilir.

Tekli yıllarda Avrupa Şampiyonu seçeriz. Çiftli yıllarda Dünya..

İşte şimdi Avrupa Şampiyonası bitti. Yeniden Avrupa takımları birbirleri ile eleme oynamaya başlayacaklar, Dünya Kupası için.. Bunları birbirine entegre etmek, o kadar zor mu?..

Hem FİFA, hem de UEFA'da önemli görevler taşıyan Erzik, bu arabuluculuğu yapabilecek güçte bir yönetici..

Yapmalı.. Bu çözüm Erzik'e büyük itibar sağlar. Hatta gelecekte FİFA Başkanlığı yolunu açar!..

Euro 2000 yayınları ve TRT!..
TRT, Euro 2000'de yüz karası bir yayıncılık yaptı.. Naklen yayınların pek çoğunda durum acıklı olacak kadar feciydi..

Puan averaj hesaplarını dahi öğrenme zahmetine katlanmadan oraya gelenler.. Her on isimden dokuzunu yanlış telaffuz edenler.. Her adı ille de ingilizce okumaya çalışanlar.. Oynanan futboldan habersiz olanlar..

Maç öncesi ve sonrası yayınlar yetersiz ve şişirme, röportajlar komikti.

Ciddi bir kurum, bu şampiyona sonunda en az beş kişinin ilişkisini keser, tüm spor servisi hakkında soruşturma açtırırdı.

TRT gene geçiştirecek ve bu rezillik devam edip gidecek..

Devlet televizyonunun bu hale düşmesi acıklı.. Hele bu televizyonun daha düne kadar en büyük okul olduğunu yakından bilenler için..

Belli, özel TV'ler en iyileri TRT'den çekip almış, geriye döküntüler kalmış..

O zaman Yücel Yener'in büyük bir cesaretle bu ekibi gençleştirmesi gerek..

Enaz iki dil bilerek iş arayan öyle pırıl pırıl gençler var ki, etrafta..

Bu ekip, tümüyle arşiv memurluğuna.. TRT spor, yepyeni, hırslı, iddialı gençlere..

Bakın o zaman bu gençlere hoşgörü ile bakar, ilk kusurlarını affederiz.

Bu kaşarlanmışların hata yapma hakkı yokken..

***

Özellikle son maçların değişmez yorumcusu Ömer Üründül, kendisine yönelik eleştirilere ağır bir yanıt vermiş.. "Beni kıskanan kompleksliler" diye başlayarak..

Niye kıskansınlar ki Ömer?..

Neymiş ki, yorum yapmak.. Kaç maç yaptık.. Euro 2000 için TRT'nin söz kestiği yorumcu bendim.. Gitmedim.. Ne ekler, ne eksiltir?..

Şimdi eleştirenler amacı aşan laflar etmiş olabilirler.. Ama bu bir gerçeği gizlemez.

TRT, felaket bir yayıncılık yaptı..

Ömer Üründül özeline gelince.. Ben de fena halde hayal kırıklığına uğradım.

Ömer çok mekanik, ruhsuz, esprisiz, çok dar ve çok sayılı şablonlar içinde kendisini sınırlayarak çok tatsız yorumlar yaptı..

Teknik terimleri ille de kullanma merakı biraz da "Bakın ne çok biliyorum" havası atma amacı taşır.. Ömer'in görüntüsü ne yazık ki buydu ve tekrar altını çiziyorum, göstermeye çalıştığı teknik bilgileri de çok kısıtlıydı, hep onların arasına sıkıştı kaldı..

Modern yorumculuk bu değil.. Ekran başındaki insanlar maçı izlerken, teknik direktör analizleri değil, onları maçın havasına biraz daha sokacak, canlı, keyifli, zaman zaman şakalar da içeren bir diyalog beklerler..

Ömer soğuk maçları daha da soğuttu.

Ve de bence Ömer'in asıl büyük hatası, korkaklığıydı.. Bütün Türkiye Mustafa Denizli'yi korkak olmakla suçlarken, Ömer daha da savunma yapılması gerektiğini söyleyen iki adamdan biriydi.. Öteki zaten hayat boyu büyük düşünememiş, küçük takımın, kazma defans oyuncusu.. İflah olma şansı yok.

Çağdaş yorumculuğu bir tek Turgay Şeren yaptı. Orada, sanki yanınızda oturan arkadaşınızdı. O anda içinden geçenleri söyledi, haykırdı, güldü, öfkelendi, yaşadı, yaşattı.. Hatta sonunda "Korkma Abidin, bundan sonra artık birşey olmaz" diye, maçın bitmesine iki dakika kala hala "Türkiye nasıl elenir" hesapları yapan TRT spikerini haşladı..

TRT, Turgay Kaptan'ın farkına varsaydı onu yanından ayırmazdı. Ama varmadı. Varamazdı..

Çünkü TRT'de sporu yöneten kafa bu.. Yaz sıcağında bile kravat, yelek ceket.. Spor kıyafet kafalarında yoktur. Onlar devlettir.. Asık suratlı devlet.. Konuşmacının, devlet ağzı ile konuşan resmi yorumcu olmasını isterler.. Ömer tam onlara göreydi.

Hoş geldiniz dostlar!..

Sabahspor'da iki yakın dost daha var.. Ziya Şengül ve Sanlı Sarıalioğlu..

Ziya, gazetenin Fenerbahçe kampına fevkalade bir takviye olmanın ötesinde bir kalem.. Çok iyi bir dost, çok iyi bir insan.. Benim için ayrı özelliği var..

PTT'nin genç takımından A takımına ilk çıktığı maçta, onun için bir paragraf ayırmış "Bu gence dikkat" diye yazmıştım, çiçeği burnunda bir spor yazarı olarak... "Çok büyük bir futbolcu geliyor.." demiştim.. Ziya Fenerbahçe'ye, milli takıma yükselirken, hep onu en evvel farketmiş olmanın keyfini yaşadım.. Bana bu keyfi yaşattığı için onu ayrı severim..

Sanlı Kaptan, bizim camianın Beşiktaş susuzluğuna bir yanıt..

Aslında Beşiktaş susuzluğu her yerde var ya..

Sebebi de var.. Ticari.. Beşiktaş üç büyükler içinde satışı en az etkileyen takımdır..

Fener, Galatasaray zaferler kazandıkça, tirajlar roketlenir. Beşiktaş zafer üstüne zafer kazanır, baskıya tek ekleme olmaz..

Gelişimspor'u yönetiyordum bir dönem.. Satış servisi, kapakta ve posterlerde Beşiktaş'a mümkün olduğu kadar az yer vermemi resmen istedi. Güldüm geçtim.. Bir yıl sonra rakamlar geldi. Beşiktaş'ı yazmak ve basmak tirajı zerre etkilemiyordu.

Galatasaray'ın Neuchatel, Monaco başarıları tirajı 50 binlere tırmandırırken, Beşiktaş üç yıl üstüte şampiyon olunca, 10'un altına düştük ve sonunda kapandık.. Beşiktaşlılar kızmasın ama gerçek bu.. Beşiktaş'a spor sayfalarında az yer ayrılmasının sebebi de bu..

Neyse..

Feyyaz, Beşiktaş köşemizi dolduramıyordu. Oysa fevkalade bir yetenekti.. Zor bulunur bir mizah duyusu vardı. Ama kalemini hep kendine yonttu. Kişisel sempati ve antipatilerini yazılarından ayıramadı. Bir kaç kez konuştum, olmadı. Şimdi gazeteciliği bırakmış, teknik adamlığa başlamış görünüyor. Hayırlısı olsun..

Ben Beşiktaş deyince Kazım'ı okurum.. Vedat'ı okurum.. Bir de Sanlı'yı okurum.. Şimdi biri bizde.. Ne güzel..

Hoş geldiniz benim sevgili dostlarım..

Hoş geldin, Ziya.. Hoş geldin Sanlı!..

Euro 2000'de futbol ve biz..

İtalya'nın yenilgisini, keyif veren futbolun zaferi olarak karşıladı medyamız genelde..

Hangi keyif veren futbol?..

Fransa'nın futbolu keyif mi verdi?.. Fransa futbol mu oynadı?..

Sadece kendisi için oynayan (O da sadece bir maçta, biraz) Zidane dışında, "Star" denecek kim vardı, şampiyon takımda..

Petit.. Viera.. Deschamps.. Bir bunlara bakın.. Bir de 1984'de Avrupa Şampiyonu olan takımın Tigana, Giresse, Ghengini üçlüsüne..

Bir kefeye Zidane'ı koyun, ötekine Platini'yi..

1984'ün Fransası, paçavra ederdi, bugünün şampiyonunu..

Geçin.. Fransa 98 bile, fark atardı Fransa 2000'e..

O zaman neyi övüyoruz, kötülerin iyisini mi?.. O bile değil.. Kötülerin daha az kötü olanını..

Euro 2000 futbolun en kalitesiz, en düşük olduğu Uluslar Kupası oldu..

Aklı başında seçilmiş ve oynatılmış Türkiye, hala iddia ediyorum, bu turnuvadan şampiyon çıkardı.

Fransa 98, bundan enaz iki misli daha üst düzey futbola sahipken Mustafa Hoca dövünüyordu, "Ah burda olsaydık" diye..

Ama o Mustafa Hoca, çok daha kolay Euro 2000'de tanınmaz haldeydi.. Tüm felsefesi "Korku" üzerine kurulmuştu.

Turnuvanın en berbat futbolunu oynattı ve kaybetti..

Bakmayın siz, hayatları boyu küçük takımlarda yenilme korkusu ile oynayıp, beraberliği zafer sanan küçük yürekli, küçük adamların tedavi gerektirem komplekslerini sergileyen düşüncelerine..

Türkiye ayağının önüne gelmiş fırsatı kaçırdı. UEFA Kupası'ndan sonra, Avrupa Kupasını da ülkemize getirebilirdik.

Mustafa Denizli'nin milli takımdan ayrılmasını, hayırlı buluyorum.

Hocam bu defa, o ceketi taşıyamadı..

Peki Şenol Güneş taşıyabilecek mi?..

Mustafa Hoca'ya bol gelen o ceketin, teknik direktörlükte "Kariyer" diye yazacak satırı dahi olmayan, portföyü bomboş Şenol Güneş'e nasıl oturacağını tahmin için kahin olmaya gerek yok..

Şenol Hoca da, Tınaz Tırpan gibi, "Unutulanlar" arasına adını yazar.. Bu arada Türkiye bedavadan önüne konmuş bir Dünya Kupası finalini kaybeder..

Bir ülkede işler, bilimsel değil de, keyfi, oy ve hemşerilik hesaplarına göre yapılırsa, olacağı da bu..

İşin artık benim için ilginç bile olmayan yanı, beni artık şaşırtmayan medyamız..

Gene üzerlerine ölü toprağı serpilmiş gibi susuyorlar.. Nasılsa gerçekleri çekinmeden yazacak bir "İrlandalı" çıkar diye..

Türkiye'deki bütün geri kalmışlığın tek sorumlusu medyadır.

Küçük düşünen, korkan, yazmamak için hep bir özür bulan medya..

Önce yazmaz.. Moral bozmamak için..

Sonra yazmaz.. Testi kırıldıktan sonra yol göstermiş olmamak için..

Peki ne zaman, ne yazar bu medya?..

Bu yazının başlığı aslında "Benim zavallı medyam: 3" olmalıydı.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır