kapat

01.04.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
microbanner
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
MEHMET ALTAN(maltan@sabah.com.tr )


Meclis hara-kiri yapmayı reddetti...

Liderlerin "İdare-i maslahatı" yaşamının paralosu yapan Demirel'i, zorla seçtirmeye kalkması, milletvekilleri için bardağı taşıran son damla oldu.

Askeri darbe rejiminin ürünü olan mevcut anayasa, demokrasinin mabedi olması gereken Meclisi, talimatları yerine getiren bir şube müdürlüğüne indirgemişti. Aynı dönemin Siyasi Partiler Yasası ise o "şube müdürlüğünde" istihdam edileceklerin seçilme şartlarını dikte ettirmişti.

Sistem "siyasi parti liderlerini" belirliyor, onlar da "milletvekillerini" atıyor. Halk da, kendi dışındaki bu fırdöndüye oy vererek seyirci oluyor.

Bizdeki düzen budur.

Milletvekilinin isyanı

Sistemin ve liderlerin "sessiz kölesi" halinde duran milletvekillerinin özel görüşmelerde üç konuda çok tepkili oldukları görülüyor.

- Asker vesayeti

- Lider sultası

- Bürokrasinin gizli iktidarı

"İdare-i maslahatı" yaşamının paralosu yaptığı için inisiyatif almaktan çekinen ve bıraktığı yönetim boşlukları nedeniyle de sürekli askeri darbelere muhatap kalan Süleyman Demirel'i, şaka yapar gibi "istikrar" nedeniyle liderlerin Meclis'e zorla seçtirmeye kalkması, milletvekilleri için anlaşılan bardağı taşıran son damla oldu. Anayasa değişiklikleri sırasında "grup kararı" alınamaması ve oylamanın "gizli" yapılması da cesaretlerini artırdı.

Meclis iradesine konmuş bunca ipotek varken, bir de liderlerin istedikleri kişiyi zorla seçtirmeye kalkmaları olmaması gereken bir girişimdi. Meclis bu istikamette bir karar alsa, bu açıkça milletvekillerinin hara-kiri yapması demek olacaktı.

Üstelik, hara-kiri Japonya'da feodal dönemde savaşçıların, Japonca adıyla samurai'lerin, "onurlu" intihar yöntemi sayılır. Bizdeki böyle bir nitelik de taşımayacaktı. Paralarının artması karşılığında, liderlerin işaret ettikleri kişiyi seçmeleri, milletvekillerinin sadece bıçağı bir kez daha göğüslerinin altlarına sokup, aşağıya doğru çekmeleri anlamına gelecekti.

Şık olmayan
Türkiye'de siyaset "incelmiş" bir oyun olarak oynanmıyor. Dünkü gazeteler, Demirel'in "Analarından doğduğuna pişman ederim", "Güniz Sokak'a sığmam", "Çiçekle tavukla uğraşmam, yapacak bir iş bulurum" sözlerinin tepki doğurduğunu yazıyordu.

Cumhurbaşkanı zerafete önem veren bir ortamda yetişmiş olsaydı zaten bütün kuralları zorlayarak yeniden iktidar olmak için gayret içinde olmazdı. Yedi kez başbakanlık, bir kez de Cumhurbaşkanlığı sonunda ülkeye teşekkür ederek sessiz ve sakin ayrılırdı.

Üstelik, Demirel'in yönetimde söz sahibi olduğu kırk yılı inceleyince, bizim hâlâ fikir özgürlüğünü sağlayamadığımız, kişi başına geliri de üç bin doların üzerine çıkaramadığımız görülür. Kendisinin durmadan ödüllendirilmesi, bu başarısızlığın beğenilmesinden mi?

Tabii, iktidar partilerinin de, bir şahıs için Anayasa'da değişikliğe gitmeleri ve bunu da milletvekillerine rüşvet karşılığı kabul ettirmeye çalışmaları "şık" olmayan bir üslubun diğer parçasıydı.

Bu düzeydeki bir üslubun içeriği zaten ne olabilir ki?

Esas sorunlar
Süleyman Demirel'in seçilmesi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının hangi çıkarını olumlu yönde etkileyecek ki?

İşsizler iş mi bulacak?

Pahalılıktan kırılanlar bolluğa mı kavuşacak?

Hâlâ bir yaşına gelmeden yitip giden bebeklerin sayısında azalma mı olacak?

Hiçbiri...

Türkiye, Ankara'daki iktidar savaşlarını, Türkiye'nin asıl sorunu diye görmekten epeydir vazgeçti. Ama bizde habercilik hâlâ Ankara'ya endeksli. Vatandaşın günlük yaşamındaki temel sorunları ile Ankara'daki "beylerin" siyasal iktidar sambaları arasında hiç bir ilişki yok. Gazete okuyup, televizyon izleyince Ankara'daki olaylardan "ööö" geliyor ama sokağa çıkınca insanların da artık bunlarla eskisi kadar alakadar olmadığını görüyorsunuz.

Ankara'nın dertleri ile Türkiye'nin dertleri arasındaki mesafe her gün biraz daha açılmakta.

Ankara kulak ver...

Meclis'in ilk kez kendine yapılan baskılara başkaldırması ve hara-kiri yapmayı reddetmesi birdenbire herkese siyasetin gücünü gösteriverdi.

Meclis idaresi ipotek altına sokulmadığında, özgür siyasetin, daha önceki hesapları nasıl değiştirebileceği ortaya çıktı.

Üstelik böyle bir gelişmeyi Türkiye'nin sorunlarına çare bulma dinamiğinin üzerine oturttuğunuz zaman, bizim ta Cumhuriyet'in başından beri görmediğimiz çağdaş ülke yönetimi ortaya çıkar.

Meclis'in asker vesayetine ve lider sultasına isyanı devam eder mi, bilinmez. Bakarsınız yeniden hara-kiri'yi seçerler.

Ancak mevcut çizgide direnmeleri halinde, kulaktan kulağa dolaşan "anti-demokratik sınırlı demokrasi girişimi" senaryolarının zora düşeceği söylenebilir.

Demirel'in, yeni döneminde "Bonapartist" bir anlayışla, merkez-sağ'ın tasfiyesi sürecini başlatacağı sık sık dile getiriliyordu ama anlaşılan bu plan yürümeyecek.

Ankara'daki "toplumsal terziler", ülke dinamiklerinin hayatiyetini öldürerek, dikte ettirdikleri senaryoların uygulanmasını isterler.

Meclis, bilerek bilmeyerek şimdilik bunu reddetmiş gözüküyor.

Bu tavır, Kopenhag Kriterleri ile üst üste oturunca, Meclis, darbe anayasalarının ruhunu değil, zenginleşip özgürleşmek isteyen bir halkın sesini temsil edecek.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır