kapat

28.03.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
microbanner
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
ALİ KIRCA(alikirca@sabah.com.tr )


Mutluluk oyunu

Aşağıdaki yazıyı bundan beş yıl önce kaleme almıştık. Başlığı da "Galatakeder"di..

Galatasaray'da, Fatih Terim'li yıllar başlamamıştı henüz.. Yani, efsane takım yaratılmamış, Galatasaray dünyanın en iyi 13'üncü takımı olmamış, Avrupa'da finalin kapısını aralamamıştı.

Lakin, başarısız geçtiği sayılan o yılda bile, mutlu olunabilecek şeyler yaşanmıştı.

Çünkü; her zaman ve ısrarla söylediğimiz gibi futbol bir "mutluluk oyunu"ydu aslında...

İçinden sizi sevindirecek şeyleri çekip çıkardığınızda "bedbaht" olmanıza gerek de kalmazdı...

Pazar akşamı da böyle oldu...

"Futbol oyunu"nu olmasa da, "mutluluk oyunu"nu Fenerbahçe kazandı.

Beş yıl önceki Galatasaray'ı şampiyonluğu kaybederken bile, hiç değilse dört-beş alanda mutlu olma sebebi vardı.

Bu yılki Fenerbahçe'ninse hiçbir başarısı yoktu.

Ama "mutluluk oyunu" da işte buydu.

Sadece Galatasaray'ı ve bir tek defa yenmek bile mutlu olmaya yetebilirdi.

Yetti de...

Galatasaray'lılar üzülmediler. Onlar kendi mutluluk oyunlarını çoktan keşfetmişlerdi.

Fenerbahçeliler sevindiler.

Mutluluk oyununu keşfetmiş ve keşfettirmiş takımı yendiler.

Galatasaray'a "keyfekeder" oldular...

Kendilerinin bu yılki bahtsızlıklarına da "Fenerekeder" dedirttiler...

Öyleyse, bize de birkez daha "Yaşasın futbol" demek ve beş yıl önceki "Galatakeder" yazımızı buraya aktarmak düşer:

***

"Bu başlık Galatasaray futbol takımının ligde vardığı noktayı simgelemek için tarafımızdan konulmuştur.

Sakın ola ki, yitirilmiş bir şampiyonluğun ardından düşülen 'keder'li ruh halini anlattığı sanılmamalıdır.

Deyimin esin kaynağı, Türkçede sıkça kullanılan 'keyfe keder'dir.

Evet, inançlı bir Galatasaray taraftarı olarak Cim-Bom'ların bu yıl ulaştığı sonuç (içine düştüğü durum değil) beni hiçbir şekilde 'tarifsiz kederler' içine sürüklememiştir.

Olsa olsa, keyifli geçen bir sezonun keyfine keder olmuştur.

Bu yazı, bir son teselli yazısı da değildir.

Ve asla, öteki takımlarımızın başarılarına gölge düşürmek amacını da taşımamaktadır. Ama Türkiye'de takım taraftarlığı üzerine, belki öteki toplumsal bağımlılıklara da kimi göndermeler yapabilecek kişisel yaklaşımlarımı paylaşmak için yazılmıştır.

Evet, keyifli geçen bir sezon oldu Galatasaray için geride kalan zaman.

Düşünün ki, yine Şampiyonlar Ligi'nde aylarca mücadele etti, gündemde kaldı.

Düşünün ki, dünyanın en büyük dört takımından biri olan Barcelona'yı İstanbul'da unutulmaz bir maçla ezip geçti.

Ali Sami Yen'deki Manchester United maçında, yanımızda sus-pus olmuş İngiliz taraftarlarına, artık büyüklüğünü kabul ettirmiş bir takımın üst düzeydeki mücadelesini izlettirdi. Üçüncü kez de Galatasaray'ı yenemediler.

Düşünün ki, bu yıl alabileceği tek kupa, Federasyon Kupası olan, onun için de tüm gücüyle yüklenen ezeli rakibi Fenerbahçe'yi yarı finalde elemeyi başardı.

Düşünün ki, şampiyon Beşiktaş'ı ligdeki iki maçta da yendi.

Ve düşünün ki, Avrupalı futbol simsarları ve kulüp başkanları, şampiyon takımların değil, Galatasaray'ın oyuncularının peşine düştüler.

Ehh, bütün bunlardan sonra keyifli olmaz mısınız?

Tabii bu sırada, keyfe keder şeyler de oldu.

Örneğin ligde şampiyon olamadı, kupa finalinde Trabzonspor'a elendi.

Şampiyonlar Ligi'nde ilk ikiye girmeyi başaramadı. Gol krallığını da başka bir takımın oyuncusuna kaptırdı.

Terazinin kefelerinde bunlar vardı işte...

Müthiş keyiflenmek de mümkündü.

Tarifsiz kederler içinde başını taşlara (ya da beşik-taşlara) vurmak da...

Hatta başınızı vurduğunuz taşları alıp kulüp binasının camlarını kırmak da...

Hangisi mutlu ederdi sizi?

Hangisi insanca bir yaklaşımdı?

Ben terazinin ortasındaki ibrenin sonucuna bırakmadım kendimi.

Alenen taraf tuttum.

Başarının ve mutluluğun taraftarlığına soyundum.

Terazinin bir kefesini tutup olanca ağırlığıyla bastırdım.

Keyifler kazandı.

Üzüntüler, keyfe keder kaldı...

Örneğin, Galatasaray'ın daha İstanbul'daki Gaziantep yenilgisinde, olacakları anlayıp sessizce ıslık çalıp terk ettim stadı. "Ne maçtı o Barcelona maçı", diye mırıldandım ve bu yıl bir daha da maça gitmedim.

Geçmiş yıllarda da öyle oldu hep...

Örneğin, Galatasaray'ın, Neuchatel'i, Monaco'yu elediği maçların anılarını bir an bile silip atmadım belleğimden.

Ama o yılın sonunda, Sarı-Kırmızılı takımın nasıl, nerede, hangi takıma elendiğini bir türlü hatırlayamadım...

Karagün dostu olmamak mı?

O yöneticilerin sorunu...

Ben başarısızlıklar ve yenilgilerin bedbinliklerine teslim bir futbol fanatiği değilim.

Sarı-Kırmızılı bayrağı sokaklarda dalgalandırmak için alesta bekleyen, muzaffer bir takımın iflah olmaz taraftarıyım.

Tuhaf gelecek, ama tribünlerde Siyah-Beyaz bayraklar dalgalanırken, (gıptayla falan değil) güçlükle bastırabildiğim coşkularla katılmak istedim Beşiktaş bayramına...

Yirmili yaşlardaki gencecik çocukların zorlu kavgasına yüreğimin tıkırtılarıyla alkış tuttum.

Saadetlere taraftar oldum.

Yarısı dolu bardak öyküleri anlatmıyorum.

'Galatakeder'i toplumsal ilişkilerinizden bireysel yaşantınıza değin taşıyın gitsin.

Bitmiş sevdaların yaşanmış harikulade zamanlarını öne çıkarın, ebediyen yitirdiğiniz insanlarla paylaştığınız saadet anlarını resmedin anılarınızda, ayrıldığınız kentlerin güneşli sabahları kalsın aklınızda...

Ömür dediğiniz de, ayrı ayrı doksan dakikalardan oluşan koca bir sezon işte.

Önde ya da arkada, öyle ya da böyle göğüslenecek nihai bitiş çizgisi...

Bırakın 'hayata keder' olsun görüp geçirdikleriniz.

Gülüp geçin, geçip giderken..."

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır