kapat

28.03.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
microbanner
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
RUHAT MENGİ(rmengi@sabah.com.tr )


Agatha Christie'nin odası

"Yedi yıl önce bir hafta sonu.. Erkek arkadaşım sürpriz bir kararla beni kısa bir tatil için İstanbul'a götürdü. Uçaktan iner inmez de doğru Pera Palas Oteli'nin Orient Express Bar'ına. Sonra, kabartmalı tavanlar, pirinç avizeler ve Türk halılarıyla kaplı bu otantik salonda yere diz çökerek bana evlenme teklif etti.

Bundan daha iyi bir yer seçimi olamazdı. Bu olay "Orient Express'te cinayet" romanını burada yazan Agatha Christie ve bir dönem aynı oteli evi gibi kullanan Atatürk için olduğu gibi bizim için de 1892 yılında inşa edilmiş olan Pera Palas'ı kişisel tarihimizin en önemli mekânı haline getirdi.

Böylesine güzel anıları barındıran bir yere geri dönmek genellikle zor ve tedirgin edici olur. Ama lobiye adımımı attığım anda bu duyguların kaybolduğunu hissettim. Her şey o günlerde olduğu gibi, hiç değişmeden öylece duruyordu."

Kısa süre önce The Sunday Telegraph'ta yayınlanan bu satırların yazarı Kate Robbins, anlamış olduğunuz gibi kendisine Pera Palas'ta yapılan teklifi kabul etmiş ve erkek arkadaşıyla evlenmiş. 7 yıl sonra bu yıl eşiyle birlikte tekrar İstanbul'a gelmiş ve aynı otele inmişler. Pera Palas, neyse ki İstanbul'un bozulmadan, orjinal dokusuyla korunan binalarından biri olarak kaldığı için de pek mutlu olarak orada anılarını tazelemişler. Bu anılara beklemedikleri bir yenisini de ekleyerek..

Robbins, odalarına "elektrikli asansörün ilk örneği" dediği demir, kuş kafesi bir asansörle çıktıktan sonra katları dolaşarak her birinde bir başka ünlü ismin kaldığı 144 odanın kapılarını incelediklerini ve Jackie Onassis, Greta Garbo, Mata Hari, Zsa Zsa Gabor, Julio Iglesias'ın isimleri arasında VIII. Edward'ınkini aradıklarını söylüyor ve şöyle devam ediyor;

"Lavanta kokulu yaşlı hanımların incileri ve kürkleriyle oturdukları Kafe'de ortam o kadar zarif ve etkileyiciydi ki sürekli fısıltıyla konuşma ve çay fincanlarımızı tutarken küçük parmaklarımızı kaldırma ihtiyacı hissettik." (Ne şeker değil mi?)

Doğal olarak en çok ilgilerini iki oda çekmiş;

İpek pijamalarının bile hâlâ korunduğu bir müze haline getirilen Atatürk'ün 101 numaralı süiti ve 1926 yılında, burada iken 11 gün esrarengiz şekilde ortadan kaybolduğu söylenen Agatha Christie'nin odası.

Sonunda ısrarlarıyla otel müdürünü pes ettirerek bir gece için bu odada kalmak üzere izin almışlar. Çocuklar gibi neşeyle odayı araştırır, ünlü cinayet romanları yazarının Haliç'e bakan yazı masasında oturup kalemlerini incelerken... Tahmin edin ne olmuş?.. (Bunu okuyan ve yaşayan İngilizler için tabii büyük sürpriz ama bize göre hiç değil) Elektrikler sönmemiş mi, bizim iki kafadar uydurmakta oldukları Christie'nin kaybolma senaryosu ve cinayet hikâyeleriyle baş başa, birbirlerine sarılıp titremeye başlamışlar.. Ve karanlıkta kapıyı zar zor açarak sabahın 2'sinde kendilerini odalarına zor atmışlar.

Artık Pera'yı gerçekten unutamayacakları kesin bence, ne dersiniz?

(Not: Tarihi korumanın turizm açısından önemi de bir kez daha anlaşılmıştır umarım.)

Birçok okurun geçtiğimiz haftalarda bir yazımda söz ettiğim Bedri Rahmi Eyüboğlu ile eşi Eren Eyüboğlu'nun birbirlerine yazdıkları mektuplardan oluşan kitabın adını ve yayınevini sordular.

"Bedri Rahmi-Eren Eyüboğlu Aşk Mektupları 1932-1933"
Kitap Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından çıkarılmış.

Sıkıntılı gençlik yıllarında, birbirine çok âşık iki sevgilinin duygularını, yaşadıklarını, sanatın o yıllarda bile yaşamlarında nasıl önemli bir yer tuttuğunu son derece sevimli bir dille anlatan mektuplarını okumak gerçekten zevkli..

Bu çok özel mektupları yayınlama sorumluluğunu da oğulları Mehmet Eyüboğlu üstlenmiş bildiğiniz gibi.. Beğeneceğinizi sanıyorum.

İşte ödüle lâyık film!
Amerika'da orta siklet boks şampiyonu olmasına ramak kalmış bir boksör Rubin "Hurricane" Carter.. Ortadaki, kasırga anlamına gelen "Hurricane" boksörün lâkabı ve gerçek bir yaşam öyküsünü anlatan filmin de adı..

Rubin Carter New Jersey'de bir barda otururken, işlenen bir cinayet sonucu üç kişi hayatını kaybeder. Cinayetten sorumlu tutulan Carter yanındaki arkadaşıyla birlikte tutuklanır ve suçlu bulunarak üç kere ömür boyu hapis cezasına çarptırılır. Haksız yere 20 yıl hapishanede yatan zenci boksör yazdığı kitabı Kanada'da okuyarak etkilenen genç bir zenci öğrenci ve arkadaşlarının kampanyası sonunda.. Sonunu siz izleyin..

Muhammed Ali'nin o yıllarda yaptığı açıklamalarla, Bob Dylan'ın ise "Hurricane" adlı ünlü şarkısıyla destek verdiği Rubin Huricane Carter rolüne film çevrilmeden yıllar öncesinden talip olan Denzel Washington'dan başlayarak her oyuncunun muhteşem oyunları.. 1987 yılında yine ırkçılığı konu alan "A Soldier's story"de de Denzel Washington'la çalışmış olan Oscar'lı yönetmen Norman Jewison'ın muhteşem tekniği.. Ve nefes almadan izleyeceğiniz bir film.

Fırsat bulursanız kaçırmayın!

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır