kapat

28.03.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
microbanner
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CENGİZ ÇANDAR(ccandar@sabah.com.tr )


Demokrasi mesajı...

Bugünün dünyasında Amerika ile yakın ilişkide olan herhangi bir ülkede "askeri darbe" Amerika'nın onayı olmadan mümkün olabilir mi? Evet. Peki, Soğuk Savaş döneminde aynı durumdaki bir ülkede Amerika'nın açık veya gizli onayı olmadan "askeri darbe" olabilir miydi? Hayır.

Sorulara devam edebiliriz:

Soğuk Savaş dünyasının döneminde, Amerika, kendisine yakın ülkelerde "askeri darbe"ye onay verir miydi? Evet. Peki, bugün Amerika, kendisine yakın ülkelerde "askeri darbe"ye onay veriyor mu? Hayır.

Fark nereden ileri geliyor?

Her iki dönem, yani Soğuk Savaş dünyası ile Soğuk Savaş sonrası, 2000'lerin bugünkü dünyası arasındaki farktan. Bu, bir. İkincisi, Amerika'nın kendisindeki farktan. İki ayrı dünya; yani iki ayrı uluslararası denge söz konusu olduğu gibi, iki ayrı Amerika söz konusu...

Soğuk Savaş, birbirine hasım iki süperdevlet arasında oluşmuş bir uluslararası sistemi ifade ediyordu. Kutuplaşmış bir dünya idi. Her iki ideolojik ve asker” kampın kendi içinde, "iç dayanışma"yı bozma veya blok değiştirme ihtimali taşıyan gelişmelere izin yoktu. Bu tür her gelişme ihtimali, her ne pahasına olursa olsun, önleniyordu.

Bu önleme yollarından biri, arkasında Amerika'nın doğrudan bulunduğu Şili ve Yunanistan'daki gibi askeri darbelerle gelişmelerin önüne set çekmek; diğeri Amerika'nın göz kırpması ya da gözünü kapatmasıyla aynı yöntemin sahneye konmasıydı. Türkiye'de olanlar gibi.

Soğuk Savaş sonrasının dünyasında, Amerika, tek süperdevlet olarak kaldı. Roma'dan bu yana, hatta Roma'nın bile ulaşamadığı, dünya tarihinde görülmemiş bir gücün sahibi. Ancak, paradoksal biçimde, böyle bir gücün sahibi olmak her yerde olan-bitene istediği gibi hükmedebilmek anlamına gelmiyor. Ne var ki, istemediği türden bir gelişmeye alacağı tavırla, "oyun kuralları dışına çıkan"ı pişman edebiliyor.

Buna en ilginç örnek Pakistan. Türkiye'deki darbeleri kendisine örnek aldığını söyleyen Pervez Müşerref'in darbe niyetini Amerika sezmiş ve buna tevessül edilmemesi için Pakistan'a sinyaller göndermişti. Ama, demokrasisi çıkmış Pakistan'da bu sinyaller darbeye engel olamadı.

Gelgelelim iş orada bitmiyor. Bill Clinton, Pakistan'da da, tüm ülkede televizyondan ve radyolardan naklen verilen "tarih”" (TBMM'dekini hatırlatan) bir konuşma yaptı. Değişmiş Amerika'nın değişmiş yüzü, en çarpıcı biçimde o konuşmada yansıyor.

Pakistan, meşruiyet arayışı içinde, Clinton'un Güney Asya gezisinde Pakistan'a uğraması için adeta yalvarma halindeydi. Pakistan'a uğrayıp uğramamak, Washington'da uzun süre tartışma konusu oldu. Sadece birkaç saat kalması ve bu zaman zarfında Pakistan'a "açık mesajlar" verilmesi kararlaştırıldı. Bunun için Clinton'un, televizyon ve radyolardan naklen Pakistan halkına seslenmesi şartı koşuldu. Pakistan yönetimi kabul etti.

Ve, işte konuşmadan, Pakistan halkına hitaben çekiç gibi cümleler: "Önceki demokratik hükümetlerin vatandaşlarının durumunu düzeltecek işler yapmadıklarına dair hayal kırıklığınızı paylaşıyoruz. Fakat bir şey kesindir: demokrasi sağlam biçimde yerine oturamadan sürekli olarak tadil edilirse gelişemez. Zaafları olan bir demokrasiye verilecek cevap, demokrasiye son vermek değil, onu geliştirmektir."

Clinton, Müşerref'e ancak demokrasiye tümüyle yeniden dönüleceğine ilişkin somut bir takvim açıklanması, "tam bir plan, bir yol haritası" açıklanması halinde, Pakistan'ın Amerikan desteği kazanabileceğini bildirerek, aksi halde ne olacağını da açıkladı: "Eğer bunu yapmazsanız, Pakistan'ın daha da tecrit olması tehlikesi söz konusudur"...

Seçilmiş hükümetleri askeri darbeyle devirten Amerika'dan, askeri darbeleri hükümsüz sayarak, askeri rejimleri tecrit politikasına giden Amerika'ya ulaşmış bulunuyoruz.

Clinton'un İslamabad konuşması, çeşitli gerekçelere sığınarak Soğuk Savaş döneminde 3, Soğuk Savaş sonrası dönemde ise üstü kapalı türde 1 askeri darbeye maruz kalmış ülkemizin önünü görmesi, neyin imkânsız ve "yasak" olduğunun anlaşılması için çok önemli ipuçları taşıyor.

Cesaret ve niyet edildiği takdirde, Türkiye'de demokrasinin önü açık. Çünkü, başka herhangi bir yol kapalı...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır