İşte size bir bulmaca: Masal masal matitas Kaynanamın kıçı tas
Çukura düştü çıkamaz
Pır pır eder uçamaz
Bilin bakalım nedir bu?
Bilemeyecek ne var canım:
Ankara'nın, Avrupa Birliği'ne tam üye olabilme çabaları...
19. Yüzyıl halk ozanlarından Ruhsati'nin harika bir koşması vardır:
Bir vakte erdi ki bizim günümüz
Yiğit belli değil mert belli değil
Herkes yarasına derman arıyor
Deva belli değil dert belli değil
Farkeyledik ahir vaktin yettiğin
Merhamet çekilip göğe gittiğin
Gücü yeten soyar gücü yettiğin
Koyun belli değil kurt belli değil
Ruhsati'nin yaşadığı dönemden bu yana, nerdeyse 150 yıla yakın bir zaman geçti. Ama şiir tazeliğini, hatta güncelliğini koruyor.
Acaba bunun nedeni Ruhsati'nin ozanlık gücü mü, yoksa bizim toplumun kendini dönüştürecek bir iç dinamizmden yoksun oluşu mu?
Ruhsati de, Bektaşi tarikatına bağlı olduğu için; aklımıza birden ünlü bir Bektaşi fıkrası geldi...
Bektaşi Babaları'ndan biri, bir Mevlevi Şeyhi ile karşılaşmış.
Şeyh Efendi:
- Biz, demiş; Allah der, döneriz.
Bektaşi Babası:
- Biz de, demiş; Allah der, dururuz.
Ola ki, Ruhsati'nin koşmasının hala güncelliğini koruması da, çağlar değişse dahi, bizim afur tafurlu egemenlerin:
- Önce avanta, der; hep orada dururuz, demelerindendir.
Süleyman Bey, allem kallem, bakalım başarabilecek mi, Cumhurbaşkanlığı'nda 5 yıl daha kalmayı?
Şayet o da, sonunda evde kalmış bir politikacı durumuna düşerse; yine kesmemeli umudunu büsbütün...
Kısmetsizliğe karşı çıkmanın çeşitli yöntemleri vardır.
Örneğin, artık iyice yaşlanmış olan bir kızoğlankız, her gece yatmadan önce yatağının altına bakarmış; acaba bir delikanlı saklanmış olabilir mi, diye..
Bir süre sonra, bir yatak daha satın almış, şansını arttırmak için...
Bizim genç meslekdaşlar, son 50 yılda en endazesiz vaatlerde bulunmuş politikacının kim olduğunu şöyle bir araştırmaya kalksalar, şampiyonluğu kim kazanırdı acaba?
Örneğin 25 yıl kadar önce, Milli Selamet Partisi'nin Genel Başkanı olan Necmeddin Erbakan:
- Yılda 100 bin tank yapacağız, diye tutturmuştu.
Derken hızını alamadı:
- Nötron bombası da yapıp ihraç edeceğiz, demeye başladı.
O yıllarda Erbakan'ın bu tür nişangahsız atışlarıyla dalga geçenler, eski bir Acem fıkrasını anlatırlardı.
Vaktiyle bir İranlı, Türk arkadaşına:
- Ben, demiş, öylesine büyük bir kâşane yaptırdım ki, geçen yıl damına çıkan ustaların elinden kayan keser, hala düşüyor; henüz yere varmadı.
Türk arkadaş:
- Ya, demiş, ben de bir hıyar büyütmeye başladım; büyüttüm, büyüttüm, büyüttüm; kökü İzmir'de olduğu halde ucu İran hududunu geçmeye başladı.
İranlı:
- O kadar büyük hıyar olur mu, demiş.
- Olur ya; şayet keseri düşürmezsen, büyüye büyüye ucu kıçına girecek...