kapat

25.03.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
microbanner
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CENGİZ ÇANDAR(ccandar@sabah.com.tr )


Ya AB, ya "muz cumhuriyeti"...

Türkiye'de yeni "mücadele meydanı" artık Avrupa Birliği konusu. Türkiye, Avrupa Birliği'ne adımını atana veya Avrupa'dan (ve bununla beraber uluslararası sistemden) ipini koparana dek de, bu böyle kalacak.

İleri ile geri, gelişme ile statüko, hukuk devleti ile kapalı-baskıcı toplum, demokrasi ile asker güdümlü güdük parlamenterizm arasındaki mücadelenin bundan böyle zemini ve turnusol kağıdı, Avrupa Birliği.

Aslında Cumhurbaşkanlığı seçimi konusu dahi bu çerçevenin içine oturuyor. Ortadaki zorlama ne? Anayasa'da Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili maddede değişiklik yapmak. Niçin? 36 senedir politika sahnesinde bulunan, bu sürenin ikisinde Türkiye'yi asker” darbeye taşıyan, bir seferinde de postmodern karakterdeki farklı asker” darbenin sözcülüğünü üstlenen ve 7 yıldır Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan 76 yaşındaki Süleyman Demirel'i yeniden seçtirmek için.

Kim yapıyor veya yaptırıyor bu zorlamayı? 75 yaşındaki Başbakan Bülent Ecevit.

Gerekçesi ne? İstikrarın bozulmaması.
76 yaşında emekliliği çoktan gelmiş geçmiş bir Cumhurbaşkanı ile 75 yaşındaki bir Başbakan'ın kaprislerine bağlanan bir "istikrar" anlayışı ile Türkiye'nin önüne bakabilmesi mümkün mü? Doktorunun himmetine bağlı bir insan için anayasa değişikliği yapmak, daha önce de belirtmiştik, "muz cumhuriyetleri"ne özgü bir olgudur ve Avrupa Birliği adayı ülkelerin bu kimliğine uymaz.

Bu konunun Avrupa Birliği konusuyla bir ilişkisi var mı?
Var tabii. Türkiye'de insanlar Avrupa Birliği ile bütünleşmeyi niçin istiyorlar? Ülkede demokrasinin kökleşmesi, insan haklarına riayet eden, hukukun üstünlüğüne dayalı bir devlet yapısının inşa edilmesi, toplumun refah düzeyinin mutlaka yükseleceği umuduyla. Yani, Avrupa Birliği üyeliği ve buna giden yol, Türkiye'de, başta devlet örgütlenmesi ve zihniyeti, her alanda yenilenmenin ve değişimin 2000'li yıllardaki adıdır.

Demirel'in süresinin uzatılmasına kalkışılması, buna Ecevit'in önderlik etmesi ve TBMM'nin iradesine ipotek konulmak istenmesi, şahsiyetinin tahkir edilmesi, utanmazca bir anayasa değişikliği paketi ile milletvekillerinin sırf Demirel'i yeniden seçtirmek için satın alınmaya kalkışılması ve şerefleriyle oynanması nedir? Besbelli değil mi? Demirel ile Ecevit'li statükonun devamı...

AB istikametiyle Demirel'i seçtirme inadı çelişiyor.
Kişilere bağlı bir istikrar anlayışından daha sakat bir anlayış olamaz. Hele bu "istikrar simgesi" gibi sunulan kişi, son derece yaşlı ve üstelik Türk siyasi hayatında sürekli istikrarsızlık üretmiş, hiçbir moral değer bırakmamış, kaypaklığı ve ilkesiz davranışlarıyla temayüz etmiş birisi ise, onun adı ile "istikrar" kelimesini yanyana getirmek, toplumumuzun ortalama zekâsına hakaret etmektir.

Bir zamanlar Taksim-Eminönü arasında işleyen Studebaker marka, halkın dili dönmediği için "sütçü beygiri" denilen, orta koltukları açılıp kapanan 1940'lardan kalma külüstür dolmuşlar vardı. Yeni, daha güçlü, daha dayanıklı, daha rahat ve daha ekonomik dolmuş işletmeciliği yerine "sütçü beygiri"nin devamlılığına bakarak, külüstürlüğüne bakmayarak artık müşteri istemese bile Taksim-Sirkeci arasında işletmekte inat etmekle, Demirel'in Cumhurbaşkanlığını uzatmakta inat etmek açısından özde bir fark yoktur.

Bu arada Demirel'in etrafında kenetlenmeye heveslenenler ile Türkiye'nin Avrupa yollarını mayınlamaya çalışanların aynı kişiler ve güç merkezleri olduğu ayan beyan gözüküyor.

Bunlar güçlüler. Köşk'ten Yargıtay Başsavcılığı'na, ekranlardan gazete idarehanelerinin önemli bir bölümüne, bir kısım hükümet üyesinden, güvenlik mekanizmasına uzanan etkili bir yelpazede yer alıyorlar.

Karşılarında olanlar da, hiç olmadıkları kadar güçlü. Toplumun önemli bir bölümüne dayanıyorlar. En önemlisi, herkesin diline pelesenk olduğu haliyle "küreselleşme" döneminde "uluslararası boyut"a oturuyorlar.

İlki tutuculuğu temsil ediyor. Saldırganlıktan medet umuyor. Hiçbir gelecek vizyonu taşımıyor. Savunma mevzilerini tahkim etmekle meşgul.

İkincisi, 21. yüzyılı, Türkiye'nin stratejik hedeflerini ifade ediyor.

Zor ve sancılı bir mücadele olacak ama sonunda kimin kazanacağı belli...

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır