kapat

23.03.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
microbanner
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.

Küçücük yüzlerdeki kocaman gözler...

Onlar da benim gibi tatil yapmadılar, İstanbul'u terketmediler. Yoğunluğu son derece azalan trafik içinde, belli başlı kavşaklarda ve ışıklarda yine yanıbaşımızda beliriverdiler.

Ya camlarımızı silmeye davrandılar ve bunu da yaptılar. Ya da minik ellerindeki kağıt peçete paketlerini yüzümüze doğru salladılar. Kimi zaman ise sadece küçücük yüzlerindeki kocaman gözlerini bize dikip baktılar, sadece baktılar...

Onlar, İstanbul'un yoksul semtlerinden gelen küçük çocuklardı. Durdurulmaz bir göçün bu kente yığdığı Doğulu, Güneydoğulu, Karadenizli, Orta Anadolulu ailelerin sayısını kısıtlamayı henüz bilmediği ya da beceremediği sayısız çocuktan bazıları... Ne aileleri ne de toplum onların çocuk haklarına yeterince uyularak, gerekli beslenmeyi, eğitimi, oyunu ve eğlenceyi alarak çağdaş standartlara göre büyümelerini sağlayamamıştı. Onlar bu ülkenin topraklarının genişliğine kıyasla belki çok değildiler. Ama bu ülkenin ekonomik potansiyeline göre çoktular. Ve bu nedenle, hiç kimse, hiç bir kurum onlara çocukluklarının tüm haklarını vermeyi, onları çağdaş koşullara göre yetiştirmeyi başaramamıştı.

Onlar sanki ülkenin kötü yönetilmesinin bedelini ödemeye mahkum edilmiş kurbanlardı. Okulda, oyun alanlarında veya evlerinin sıcak mahremiyetinde olmaları gerektiği halde sokaktaydılar. Sürekli sokaklarda, otoyollarda, olmamaları gereken heryerde... Herşeyin alınıp satıldığı bu düzen, onların küçük bedenlerine de fiyat biçmişti. Kimileri bu bedeli o küçük bedenleri kentin karanlık ve izbe yerlerinde azgın ve hasta iştahlara satarak ödüyordu. Kimileri evlerinden "şu kadar para getir de nasıl getirirsen getir" diye sokağa salınıyordu. Kimilerinin ise olasılıkla bir evleri bile yoktu.

Ve onlar öyle minicik bedenlerini lüks arabalarımızın önüne atarken, içimizden farklı, giderek çelişkili duygular yükseliyordu. Acımakla öfke, kızgınlıkla çaresizlik, korkuyla merhamet arasında soluk alıyorduk.

Arabamızı kımıldatma imkanına bile sahip değilken bu küçük yaratıklar burnumuzun dibinde belirip bizim çaresizliğimizi sömürmüyor muydu? Camı açmak tehlikeli değil miydi? Birine birşey versek, birinden birşey alsak diğerleri de üşüşmeyecek miydi? Üstelik bu onların aynı işi sürekli yapmaya, köşeleri çoğaltmaya "uygar" hayatımızın her anına geri kalmışlık manzaraları sokmaya davet etmeyecek miydi?

Ama onları bilmezden, görmezden gelebilir miydik? Onları arabaların önüne atan kendi istekleri, iradeleri miydi? Onlar artık yalnızca bizim sorunumuz değildi üstelik: 20. yüzyılın sonundaki inanılmaz savaşlar ve göçler onları uygar Avrupa'nın tüm büyük kentlerinin ayrılmaz parçası yapmıştı. Eğer, onların durumuna eğilmek ve küçük yaratıkları ait oldukları aile, eğitim ve ilgi yuvalarına geri göndermek sorunu varsa, bu sorun artık tüm Avrupa paylaşıyordu, paylaşmalıydı.

Evet, birden ve hiç istenmedikleri yerde karşımızda beliriveren ve o küçük bedenlerinin üzerindeki sarsak kafalarında inanılmayacak kadar iri gözler taşıyan çocuklar... Yoksulluğun ve çaresizliğin o masum çiçekleri, büyük kentlerimizin hüzünlü figüranları, kalkınma politikalarımızın iflasının canlı göstergeleri...

Sizlerle her karşılaşmamda üzülüyorum, giderek kahroluyorum. Ve camı açıp açmamak, yardım edip etmemek, sattığınız ıvır-zıvırı alıp almamak konusunda her seferinde Shakespeare'vari ikilemler yaşıyorum. Umurunuzda olmasa da, bunu bilin!..


Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır