kapat

03.03.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
microbanner
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
RUHAT MENGİ(rmengi@sabah.com.tr )


Siz 5+5'lerle uğraşın!

"Sayın Ruhat Mengi..
Bu e-maili size başka bir umudum kalmadığı için yazıyorum.. İnanın çok çaresizim.. Hayat mücadelesinde yenilmek üzereyim.. Ve yardımınıza ihtiyacım var.."

İznik'ten Bahattin Basan'ın yazdığı mektup böyle başlıyor. Üniversite mezunu, 29 yaşında, özürlü bir genç Bahattin Basan.. Ankara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Fakültesi'ni zorluklarla, aldığı burs ve arkadaşlarının desteğiyle bitirmiş. Tam "Artık üniversite mezunuyum, hayatımı kurtardım" derken başvurduğu işlerin çoğunda "Yurdun her yerinde görev yapmasını önleyecek bir engeli bulunmaması" maddesiyle karşılaşmış. Diğerlerinde ise özürlü olduğu için ön sınava bile alınmamış.

Özürlü elemanlar için sınav açan kuruluşların dahi "az özürlü" olanları, tekerlekli sandalyeye mahkum olmayanları tercih ettiğini anlatıyor. Tek isteği kendi geçimini sağlayabilmek olan ve bunun için her zorluğu göğüsleyen, üniversite mezunu bir özürlü. Çalışan kardeşinden harçlık istemek ona zor geliyor ama durumu değiştirmek için elinde hiçbir imkân yok, ne acı değil mi? Mektubun devamını okusanız siz de benim gibi gözyaşlarınızı tutamazdınız.. Bildiğime göre bütün büyük firmaların özürlüler için belli bir kontenjan mecburiyeti var ama gördüğümüz gibi pratikte işlemiyor. Ve bu hiç şaşırtıcı değil..

Sağlıklı üniversite mezunlarının bile işsiz oturdukları bir dönemde nasıl olsun ki? İşsiz ve özürsüz gençlerin gönderdiği mektupları bir görseniz.. Okuyunca, keşke hepinize yardım etmek mümkün olsaydı diyoruz ama ne yazık ki bizim elimizden de fazla birşey gelmiyor.

Adanalı, Ziraat Fakültesi mezunu bir gence 6 aydır iş arıyorum. Ama yok, yok, yok.. İşyerleri ellerindeki eleman fazlalarını bile işten çıkararak, küçülme yoluyla ayakta kalmaya çalışıyorlar. İşsizlik had safhada, insanlar ekonomik sıkıntı içinde ve hükümetin en önemli gündemi 5+5, kıyak emeklilik, af vs..

Kendi aralarında konuşmayı, çekişmeyi bırakıp "sessiz çoğunluğun sesini" dinleseler duyacaklar ama çok meşgul olduklarından duyamıyorlar. Kurulduktan sonra uzlaşmacı tutumlarıyla takdir toplayan "Nihayet düzgün bir hükümete kavuştuk" dedirten bu hükümet de hatalı gidişiyle halkta ümitsizlik yaratmaya başladı.

Her seferinde size güzel, iç açıcı bir şeyler yazmak istiyorum, bir türlü bulamıyorum. Ama mutlaka bulacağım, elimde mumla arıyorum. Yakında birgün... İnşallah!

(Not: Bu üniversite gençlerine yardımcı olmak isteyen kuruluşlar veya zengin iş adamları varsa telefonlarını verebilirim.)

Bedri Rahmi'nin aşk mektupları
Önce Ayşe Kulin'in yazdığı Füreya'yı okudum. Hemen hemen hiç ara vermeden, veremeden.. Uluslararası haklı bir ün kazanmış seramik sanatçımız Füreya'nın son derece ilginç yaşam öyküsü öyle olağanüstü akıcılıkta bir anlatımla yazılmış ki durmanız mümkün değil..

Arkadan ünlü şair, yazar ve ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu ile kendisi gibi başarılı bir ressam olan eşi Eren Eyüboğlu'nun ilk görüşte başlayan ve ölümlerine kadar süren büyük aşkları sırasında birbirlerine yazdıkları mektuplardan oluşan kitap geldi, bu kez ona tutsak oldum.

Bedri Rahmi ile Romen kızı Ernestine 1932 yılında Paris'te tanışmışlar. Ayrı kaldıkları her zaman dilimini, her türlü kağıda, karta Fransızca ve Romence yazdıkları aşk dolu satırlarla süsleyen çiftin oğulları Mehmet Hamdi Eyüboğlu, her ikisini de kaybettikten sonra onların hatıralarını derlemeye çalışırken ulaşmış bu mektuplara.

Bazen "Acaba bu kadar özel duygularına, belgelerine bizi de ortak etmek isterler miydi" türünden bir suçluluğa da kapılıyor insan ama bencillik her zamanki gibi ağır basıyor sonunda..

Her iki kitabı da ilk fırsatta okuyun, bayılacaksınız!

Kutlama yerine protesto
"Dünya Kadınlar Günü'nü kutlamayalım" başlıklı yazıma dünyanın birçok köşesindeki (kadın ve erkek) okurlarımızdan olumlu tepkiler geldi. Hepsi aynı fikirde olduklarını, 2000 yılında kadın haklarına halâ önem verilmeyen, yasaların 60 yıl önceki halinde bekletildiği bir ülkede Kadınlar Günü kutlamanın anlamsız olduğunu söylüyorlar.

Asıl vurguladıkları ise bu yıl 8 Mart'ta kutlama yerine bir protesto mitingi yapılması. Bütün ülkelerde değişimlerin ancak tüm ülke kadınlarının katılımıyla gerçekleştiğini hatırlayacak olursak hiç de fena fikir değil. Kadın kuruluşları keşke bunu örgütleyebilselerdi.

ABD'nin Türkiye'yle ilgili İnsan Hakları Raporu'nun tamamını okumamıştım, benim geçen yazımda söz ettiğim haksızlıkların hemen hepsini almışlar. Sadece T.C.K'daki ayırımcı maddeler unutulmuş, ben onda da ısrar ediyorum.

Bunlardan birine dayanarak işlenen cinayetlerin sonuncusu geçen Salı basında yer aldı. Adam üç aylık karısını kendisini artık sevmediğine inandığı için öldürmüş. Varsayımlarını sıraladıktan sonra "Beni aldattığını ve aldatmaya devam edeceğini söyledi" diyor. Bunu diyor çünkü bu tek cümle (hatta sadece kendisinin böyle bir ihtimal olduğunu sanması bile) onun cezasını inanılmaz şekilde hafifletiyor. Ayrıca zavallı kadın öldüğü için aksini savunması, açıklaması da mümkün değil. Bir dahaki rapora kadar düzeltmezlerse ABD, bunu da unutmamalı bence!

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır