kapat

20.01.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
ALİ KIRCA(alikirca@sabah.com.tr )


Vatan için...

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'le şehit ailelerinden bir grup arasında önceki gün yaşanan diyalog, son derece düşündürücüydü...

Şehit ailelerinin sözcüsü, konuşmasına, "Böyle olacağını bilseydik çocuklarımızı göndermezdik" diye başladı.

Cumhurbaşkanı, sözcünün sözünü kesti:

"Oraya girme hiç!.."

Ve arkadan Çanakkale örneğini verdi:

"Çanakkale'ye giden 250 bin kişinin de anası, babası vardı. Millet olmamız, 'vatan için bir görev var' dendiği zaman, benden başlayarak, kimsenin iradesine bırakılmamıştır. O, vatandaş olmanın anayasal şartı. Göndermemezlik olur mu?"

Sözcü, itiraz edecek oldu:

"Efendim, tamamlamadım."

Cumhurbaşkanı kararlıydı:

"Cümlenin başı iyi değil, sonunun nasıl geleceğini ben iyi biliyorum..."

ooo

Cümlenin başının "iyi" olup olmadığı, sonunun nasıl geleceği tartışılırdı elbet...

Ama; Cumhurbaşkanıyla, şehit ailelerinin sözcüsü arasında geçen diyalog, bir başka ve "önemli" tartışmaya kapı açıyordu:

"Şehitlik..."

Cumhurbaşkanı'nın ifadesine göre "şehitlik mertebesi" gönüllü olarak seçilen ya da gönüllü olarak ulaşılan bir mertebe değildi.

"Vatan için bir görev var" dendiği zaman herkes gitmek zorundaydı.

Millet olmanın şartıydı bu...

Vatan görevi kimsenin iradesine bırakılmamıştı.

Askerlik görevi de o şartlardan biriydi.

Vatandaş olmanın "anayasal şartı"ydı.

"Kimsenin iradesine bırakılmamış" o görev sırasında ulaşılan "şehitlik" mertebesi de yerine getirilen o "şart"ın kaçınılmaz ve tartışılmaz sonuçlarından biriydi.

"İrad”" değildi!..

Cumhurbaşkanı; Çanakkale'ye giden (ve orada şehit olan) 250 bin kişinin de ana-babaları olduğunu hatırlatırken; o ana-babaların sonradan "Bilseydik göndermezdik" demediğini "ima" etmeye çalışıyordu.

ooo

Ateş düştüğü yeri yakar elbette... Bütün bir ülke, "onlar sizin değil, hepimizin şehidi"dir diye ölenleri kucaklasa da, evlat acısıyla bağrı yananların acılarını bu "genelleştirmeler" hafifletemezdi...

Ancak; olayın temelinde iki taraflı bir yaklaşım yanlışlığı seziliyordu.

Şehit ailelerinin, anayasal bir görev karşısında "bilseydik göndermezdik" demeye çok da hakları olmadığı anlaşılıyordu.

Ya da "hakları olmadığı" yüzlerine söyleniyordu.

Peki, hiçbir şey söylemeye veya hiçbir şey beklemeye hakları yok muydu?

Bizce vardı... Ama asıl itirazları, asıl talepleri; bugün Ankara'da kapı kapı dolaşarak dile getirdikleri itirazlar ve talepler olmamalıydı...

Önce; "Bilseydik, devletimize güvenmemiş olsaydık..." derken kastettikleri neydi?

Yani, çocuklarını askere gönderirken bildikleri ve o anlamda "Devlete güvendikleri" alan neydi?

"Vatanın bölünmez bütünlüğüne" karşı silahlı başkaldırıda bulunan bir örgüte karşı mücadele etmek ve vatanı korumak...

Devlet, bu mücadelede kayıplar verilmeyeceğine dair bir taahhütte bulunmuş değildi...

Herkes, "zorunlu" ya da "gönüllü"; bunu bilerek gidiyordu zaten... Devletin vereceği tek bu mücadelenin er-geç kazanılması olabilirdi ancak.. Dökülen kan, o zaman yerde kalmazdı...

Ya örgüt liderinin idamı? (Ya da ortadan kaldırılması?)

Devlet, bu konuda hiç bir taahhütte bulunmamıştı..

Bu bir "strateji" sorunuydu..

Devlet doğrudan "Apo'yu tasfiye" stratejisini ancak 1998'lerin sonundan itibaren geliştirmeye başlamıştı..

Yani, eski stratejiyle, PKK kesin yenilgiye uğratılabilir, ama Apo dışarda kalabilir ve "ele geçirilemeyebilir"di... O zaman, "talep" ne olacaktı?

Ya da, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Apo'nun yakalanmasından çok önce "idam" cezasını yasalarından çıkarmış olabilirdi.

Nitekim bu konudaki değişiklik tasarısı, Meclis'te çok farklı nedenlerle takılmıştı.. Öcalan'la filan da ilgisi yoktu..

Eğer, Apo yakalandığında Türk Ceza Kanunu'ndan idam cezası kalkmış olsaydı -ki pekala mümkündü- o zaman "talep" ne olacaktı?

Şehit aileleri ne talep edecekti Cumhurbaşkanı'ndan, Başbakan'dan ya da Başbakan Yardımcısı'ndan?

ooo

Şehit yakınlarına anlatılması ve onların da anlaması gereken gerçek şudur: PKK yenilmiştir, Apo yakalanmıştır, şehitlerin kanı yerde kalmamıştır...

Savaş kazanılmıştır... Ölenler boşuna ölmemiştir yani...

Ama, özellikle Cumhurbaşkanı'nın "şehitlik"le ilgili yaklaşımından sonra devletin de başka borçları vardır.

Madem ki, şehitlik kaçınılmaz, anayasal bir zorunluluktur; şehit yakınlarının da, o zorunluluğun karşısında "maddi-manevi" başka yükümlülüklerin yerine getirilmesini beklemeye hakları vardır.

Meseleye -iki taraftan da- bir de bu açıdan bakılmasında yarar olduğunu düşünüyoruz.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır