'Kısa kes Polatkan!..'
Celseler saat 18:00'de sona eriyordu. Yassıada Mahkemesi'nin Başkanı Salim Başol, saat 17:50'a geldiği için Hasan Polatkan'a son savunması için izin vermemişti...
EDİRNE'DEN milletvekili seçilmiştim. Seçmenlerimle temas etmek için seçim bölgeme gitmiştim. Süloğlu'lu Kamil isimli aslan gibi karayağız, delikanlı bir partili arkadaşımız vardı. "Beyağa," dedi, "Süloğlu'ndan başlayalım."
Süloğlu'ndan başladık. Bir cumartesi günü kahvehaneye girdik. Oturanların çoğu subaydı. Tavla, pişpirik gibi basit oyunlar oynuyorlardı. Kahvehane sahibi bizi köşeye oturttu. Genç yaşında vefat eden rahmetli Kamil ayağa kalktı: "Milletvekilimiz Talat Asal seçmenleriyle temas etmek için gelmiştir. Onun için buradayız..."
SUBAYLARIN İLGİSİ
Subaylar sandalyelerini düzeltip bize doğru döndüler. Doğrusunu isterseniz afalladım. Müvekkilim daha 6 ay kadar evvel idam edilmişti. Ben ne yapmalı, ne söylemeliydim? Bir süre bakıştık durduk. Sonra kahvehanenin uzak köşesinde oturan bir vatandaş ayağa kalktı: "Sayın milletvekilim, Türkiye'deki linyit meselesi nedir, yakıt meselesi nedir, biliyorsan bir söyleyiver," dedi.
Ben seçim mücadelesi sırasında Uzunköprü'de linyit ocakları bulunduğu için bu konuyu incelemiştim. Özellikle yakıt ve enerji durumunu 1960 bütçe kanun tasarısında inceleme fırsatı bulmuştum ve Uzunköprü mitinginde her söylediğimi rakamlar vererek iyice anlatmıştım. Vatandaşın sorusu bana ferahlama kapılarını açmıştı.
Konuyu çok iyi anlattım. Subaylar konuyla ilgili sorular sordular. Rakamlara dayalı 1950-60 arası için mukayeseli cevaplar verdim. Herkes memnundu. Hatta subay arkadaşlar ertesi gün için beni öğle yemeğine davet ettiler.
Kahveden ayrılmış yürüyordum. Soruyu soran vatandaş da bizimle geliyordu. Yanıma çağırdım. Böyle bir soruyu sormak nereden aklına geldi, dedim. Cevabı şu oldu:
"SEN ONUN AVUKATISIN"
"Efendim, sen Uzunköprü mitinginde bunu konuşmuştun. Ben de seni dinlemiştim. Bu meseleyi çok iyi bildiğini biliyorum. Sen Başbakanımız Adnan Menderes'in avukatıydın. DP'nin yani Menderes'in enerji konusunda neler yapıtığını öğrenmeleri ve senin ne kadar bilgi olduğunu o subayların görmeleri için bu soruyu mahsus sordum."
İşte 1946 Ruhu Süloğlu'ndaki bu vatandaşın inancına bağlı idrakinin pırıltısıdır.
TATAR TAHSİN AGA
Cindoruk üç gün sonra Edine'den ayrılmıştı. Keşan, İpsala, Enez'i de içine alan bir program yaparak Uzunköprü'ye intikal etmiştim. Uzunköprüde uzun yıllar DP'den belediye başkanılığı yapmış rahmetli tam dört dörtlük dava adamı Mustafa Soykan vardı.
Rahmetli Soykan daima ya siyah ya da koyu lacivert elbise giyerdi. Kolalı beyaz gömleğe o reklerde kravat takar ve de koyu lacivert ya da siyah şapka kullanırdı.
Onun çok yakın bir arkadaşı vardı: Tatar Tahsin Aga... Tahsin Aga kıcacık boylu, tıknaz, kırmızı yüzlü, başında birkaç tel saçı olan son derece esprili, akıl küpü bir partiliydi. Bütün bir seçim mücadelesi boyunca sabahın köründen gece yarısına kadar benim yanımdan ayrılmazdı. Kömür madenleri vardı. Yani hali vakti epeyce yerindeydi.
Seçim mücadelesinin son gününden bir gün öncesiydi. O cuma gecesi Uzunköprü'de büyük bir kapalı salon toplantısı düzenlemiştik. Bu bir kapalı salon toplantısıydı ama fiilen açık hava toplantısına dönüşmüştü. Öylesine kalabalıktı...
AGA SIR OLUYOR
Mustafa Soykan'dan sonra ben konuştum. Uzunca, iyi, heyecanlı, bir miktar da duygulu bir konuşma yapmıştım. Toplantı bitmişti. Arkadaşlar birşeyler yiyelim dediler. Tahsin Aga'yı aradık, yoktu. Arattık, bulunamadı. Yemekten sonra otele geldim. Tahsin Aga'nın uğrayıp uğramadığını sordumk. Uğramamıştı. Hangi saatte gelirse gelsin bana haber vermelerini söyleyerek yattım.
Hava ışıyordu. Beni uyandırdılar. Tahsin Aga geldi dediler. Acele giyinip yanına gittim. Çay içiyordu. Merak ettiğimizi, nereye gittiğini sordum.
GÜNDOĞDU SÖYLEVİS
Tatar Tahsin başını öne eğip gözlerini yere dikerek anlatmaya başladı:
- Beyaga, sen Beyefendi'yi müdafaa ettin. Senin adayımız olduğunu duyunca sevinçten uçtum. Beyefendi'yi son göreni görmüş olmanın sevincindeydim. Cesur bir adam giriyor; her şeyi vatandaşa açıklar, söyler dedim. Seninle dolaştım. Her gittiğin yere gittim. Seni dinledim. Sen 1950'ye kadar geliyor sonra 1960'a uçuveriyordun. Partimizin 1950-60 arasında yaptıklarını anlatmıyordun. Anlatamıyordun. Validen, kaymakamdan, savcıdan çekiniyordun. Ben ise senin gibi cesur dediğim insana bunu yakıştıramıyordum. Haklıydın ama ben böyle düşünmüyordum. Bu gece son gece. Belki anlatır diye bekledim ama gene anlatmadın. Ben de bindiğim gib cibe gündoğdu (ayçiçeği) tarlalarına girdim. Mehtap vardı. Rüzgar esiyordu. Jipin üstüne çıktım. Gündoğduları insan gibi gördüm. Rüzgar esince gündoğduların başları birbirine vurdular, beni alkışladılar. Özür dilerim vatandaşlarım, geciktim, dedim. Ve sonra DP'yi anlattım. DP'nin yaptığı yolları, fabrikaları, barajları, okulları, camileri; hepsini hepsini anlattım. İçimin zehinrini döktüm. Gündoğdular beni alkışladı. Oraya gittim, oradan geliyorum.
1946 Ruhu işte bu Tatar Tahsin Aga'dır.
BONDOYLA HAPSE
Sonra Tatar Tahsin ilave etti:
"Bu Mustafa Soykan var ya... Belediye bandosunu o kurdu. 27 Mayıs'tan sonra onu aldılar. Kurduğu bandosunu çaldırarak hapse götürdüler. Ben de üzüntümden kendimii bizim evin çatısına hapsettim. Soykan 30 gün valinin emriyle hapiste yattı. Ben de çatıda yattım. O tahliye oldu. Ben de kendimi tahliye ettim."
1946 Ruhu hapsedilen dava arkadaşından sdolayı kendisini de hapseden Tatar Tahsin Aga'dır.
Nasıl olsa ses çıkmaz
DARBEDEN yani 27 Mayıs 1960'tan önce Menderes erken seçime gitme kararındaydı. Bunu İzmir'de ve Eskişehir'de açıklamıştı. Yine de darbe yapılmıştı. Çünkü darbe 1960'tan çok önce hazırlanmıştı. 1958'de kesinleşmişti.
Silahı bir güç için Türkiye'de darbe yapmak zor değildir. 27 Mayısçılar gibi fetvacı profesörlerden kurulu sözde bir bilim heyeti meydana getirilebiliyorsa ve 12 Mart'ta ve de 12 Eylül'de olduğu gibi şakşakçılar ortalığı velveleye verebiliyorsa, darbe için bahane bulmak zor bir iş değildir.
Türk tarihi içinde gözlemlediğim şudur: Türk milleti ne kadar çile çekmiş, ne derece yakınmış olursa olsun yöneticilere karşı yaygın bir başkaldırıda bulunmamıştır. Pasif direnişlerle yetinmiştir. Şikayetini, infialini ancak atasözleriyle, türkülerle dile getirmiştir. Örneğin padişaha kızmış, "Böbürlenme padişahım senden büyük Allah var," demiştir.
Oğlunun karşılaştığı kötü muamele karşısında, "Mehmet gitti askere, alır gelir teskere," demiştir. Tahsildara kızdığı için, "Kapat şu kapıyı, zemheri soğuğu maliyecinin nefesi gibi geliyor," diye bağırmıştır. Darbeciler milletin bu huyunu bildikleri için pervasızca davranabilmişlerdir.
'Savunma yapma!'
TARİH: 26 Temmuz 1961
GÜN: Çarşamba
15 Eylül 1960 tarihinde başlayan Yassıada Davalarının ondokuzuncusu ve sonnucusu olan "Anayasa'yı İhlal Davası" da bitmek üzere...
Saatlerin 17:50'yi gösterdiği bir anda Başkan Salim Başol ile sanık eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan arasında geçen şu konuşma salonu dolduranların dikkatli ve endişeli bakışları arasında sürüyor:
Başol: Polatkan sen gel! Müdafaan kaç sayfa?
Polatkan: Müsvette halinde bulunduğu için ne kadar olduğunu bilmiyorum efendim. 10 dakika içinde bitmez zannederim.
Başol: Öyle şey olmaz! Kısa kes! Az konuş... Sne zaten diğer davalarda da uzun müdafaa yaptın.
Polatkan: Hayatımın mevzuu bahis olduğu bir meselede son sözlerimi söylememe müsaade edin efendim.
Başol: Olmaz, kısa kes, az konuş.
Polatkan: Öyle ise müdafaa yapmayayım mı?
Başol: Yapma!
Not: Bunu üzerine Polatkan savunmasını yazılı olarak Yüksek Adalet Divanı'na sunmuştu.
YARIN
"Güneş batarken gölgeler büyük olur beyefendi" sözünü kime söyledim?
Yukarıdaki lafım hangi sonuçlara yol açtı ve nasıl cezalandırıldım?
Bana, küfürler ederek, "Demek Hiltonlar'da kalırsın ha," diyen kimdi?
TALAT ASAL'IN YAZI DİZİSİ-7
|