kapat

26.10.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Sofra
L E I T Z
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

Teba
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
RUHAT MENGİ(rmengi@sabah.com.tr )


"Orta sahne"de yeni oyunlar

TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı "vatandaşlıktan çıkarılan veya kendi istiğiyle çıkanlara bir kereye mahsus af" önermiş.

Merve Kavakçı bir Türk'le evlenirse milletvekilliği devam edebilirmiş.

Atatürk'e ve rejime sövüp sayan Şevki Yılmaz'ın affedilmesi gündemdeymiş.

Tayyip Erdoğan arka arkaya, iki önemli iş adamının evindeki toplantılara şeref konuğu olarak katılacakmış.

Erdoğan cumhurbaşkanlığına sıcak bakıyormuş. Zaten Cumhurbaşkanlığı siyasi bir makam olmadığı için milletvekili olma yasağı buraya uygulanamaz"mış.

"Anayasayı bir kez delmekle birşey olmaz" sözünden başlayarak nerelere geldik, bilmem görebiliyor musunuz?

Anayasayı korumakla görevli bir komisyon başkanı çıkıp böyle bir öneri yapabiliyor. Siyasi yasaklılar "devletin tepesi"nde siyasete devam etmek üzere açıkça çalışma yapıyor ve önemli iş adamlarının da desteğini alabiliyorlar.

Sözünü ettiğim tüm olaylarda tek bir amaç var: Bir şekilde hukuku tongaya bastırmak.

Dün görüştüğüm eski ANAP milletvekili İmren Aykut, Merve Kavakçı ve Tayyip Erdoğan'a verilen destekler konusunda şunları söylüyor:

"Merve Kavakçı, zaten Amerikan vatandaşı iken, yasalara göre katılmaması gerektiğini peşinen bildiği bir seçime girmiş. Milletvekiliği hukuken, daha baştan söz konusu değil. Şimdi, yeniden Türk vatandaşlığını kabul etmesi veya evlenmesi bu durumu nasıl değiştirebilir?

Bir yandan, bu kadar gayri ahlaki yaklaşım içinde olan, yalan söyleyen, terör örgütü toplantılarına katıldığı, konuştuğu belgelenen bir hanımı korumaya, yeniden milletvekili yapmaya uğraşıyor, öte yandan milletvekili olması bile yasaklanan Tayyip Erdoğan için, hukuku zorlama yorumlarla işletmeye çalışarak adamın devlet başkanı olmasından sözediyorlar.

Haydi aynı siyasi görüşü paylaşanlar bunların olabileceğini düşünüyor diyelim, ya farklı görüşteki siyasilere ve işadamlarına ne oluyor?

Hoşgörü, tamam.. Daha demokrat ve insan haklarına saygılı bir ortamda, her görüşün birlikte, elele yaşaması, tamam...

Ama demokrasiyi "Kendilerini istedikleri noktaya götürecek bir tren" olarak gören ve bunu açıkça ifade etmekten çekinmeyenlerin siyasi çabalarına destek vermek?. İşte o tamam değil!

"Umarım düştükleri gaflet uykusundan uyanmaları uzun sürdmez.."

İmren Aykut işadamları ve siyasetçiler hakkında söylediklerinde çok haklı.

Altına imzamı atarım.

Siz atmaz mısınız?

Elhamdülillah Atatürkçüyüz!
Bir şeyi çok merak eder oldum son zamanlarda; "Çok şükür elhamdülillah Türküz, laikiz, Atatürkçüyüz.. Atatürk ilkelerine yürekten bağlıyız" demek mümkün mü, değil mi?

Bir başka deyişle "Müslümanız ama aynı zamanda laik ve Atatürkçüyüz" demek..

Bakıyorsunuz bazı gazeteler "Kışlalı cinayeti Müslümanların üstüne yıkılmak isteniyor" diye başlık atmışlar.

Ve bu gazetelerin hepsi "İslâmcı" diye adlandırılanlar da değil.

Yani bir tarafta "laikler, Atatürkçüler.." Diğer tarafta "Müslümanlar"..

Görünüşe göre birinin aynı zamanda diğeri olması imkânsız.

Sanki Müslümanlıkla laiklik, Atatürkçülük, cumhuriyetçilik taban tabana zıt "kavramlar"mış gibi.. Atatürk gibi bir lidere kendi milleti hayran olunca neredeyse müslümanlık elden gidiyor..

Ahmet Taner Kışlalı laik ve Atatürk ilkelerine bağlı bir aydındı. Aynı zamanda -yakınlarının da belirttiği gibi- inançlı bir müslümanmış. Nitekim türbanlı öğrencilerinin üzüntüsü diğerlerininkinden daha az değildi.

Bu tek örnek bile yıllardır kasten yaratılmak istenen kutuplaşmayı açıkça ortaya koymaya yeterli.

"Cinayetin suçu Müslümanların üzerine yıkılmak isteniyor" sözünün yanlışlığını da: Denecekse, "Müslümanlar"ın değil "şeriatçı"ların.. "Siyasi İslamcı"ların demek gerekiyor.

Çünkü bu kaybın büyüklüğünü farketmek için bir 'din' veya "siyasi görüş"e bağlı olmak gerekmiyor. İnsan olmak ve Türkiye'yi sevmek yetiyor!

Ne hissediyorsunuz?
Geçen çarşamba gecesi geç saatlerde Reha Muhtar'ın haber programını izliyorum. Önce depremde 4 çocuğunu birden kaybetmiş bir kadının, tarifi imkânsız acılar içinde dövünen, ağlayan görüntüleri geliyor ekrana.

Zavallı anne, başına gelen dehşet verici olayın şokunu yeni yeni atlatıyor olmalı ki kayıplarının ilk kez farkına varıyormuşcasına konuşuyor, konuşuyor..

"Bana, hiçbirşey olmamış gibi davranıyorlar. Artık dayanamıyorum. Yavrularım, kızım, oğlum, neredesiniz" diye gözyaşı döküyor.

Biraz sonra Reha Muhtar aynı kadınla telefon bağlantısında karşı karşıya. İşte aralarında geçen ilk cümleler;

R.M - Depremde 2 çocuğunuzu kaybettiniz, değil mi?

- Hayır, 4 çocuğumu birden kaybettim.

R.M - Ne hissediyorsunuz, bize anlatır mısınız?..

Meslekdaşım Reha Muhtar'a tek bir şey söyleyeceğim. Benzer durumdaki insanlar, bu sorulara eminim bütün duyğularına karşın içlerinden gelen cevabı "ayıp olur" düşüncesiyle veremiyorlar.

Verebilselerdi, hiç şüphe yok siz dahil bir daha hiç bir medya mensubu bu tür soruları soramazdı..

Biraz saygı, biraz insaf artık!

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır