kapat

15.10.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Sofra
L E I T Z
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

Teba
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
ABDURRAHMAN YILDIRIM(yildirim@sabah.com.tr )


Kurtuluş kalıcı perhizde

Emin Öztürk, JP Morgan'ın Türkiye ekonomisti. Daha önce Merkez Bankası'nda ve Bankalar Birliği'nde çalıştı. IMF ile anlaşma yapılır, özelleştirme hızlandırılır ve kamu reformu yapılırsa Türkiye'de 2001'den başlayarak rahatlama sağlanabilir diye düşünen Emin Öztürk sorularımızı yanıtladı

* Yüzde 25 enflasyon hedefine uygun faiz dışı fazla ve 2000 yılı ekonomik hedefleri sizce ne olmalı?

Bu konuda dört unsuru vurgulayarak başlamak lazım.

Birincisi enflasyon hedefiyle faiz dışı fazla hedefinin tutarlı olması gerekir. Son birkaç haftadır faiz dışı fazla hedefinin ne olacağı konusunda GSMH'nın yüzde 2-5'i arasında çeşitli rakamlar duyduk ama enflasyon hedefi yüzde 25 olarak sabitmiş gibi bahsediliyor. Halbuki bu ikisi birbirinden bağımsız değişkenler değil.

İkinci konu ise faiz dışı fazla hedefinin gerçekleştirilebilir olması gerekir. Yalnız şunu da hatırlamalıyız. 2000 yılı faiz dışı fazlanın gerçekleştirilebilmesi için çok iyi bir yıl değil. Bunun çeşitli nedenleri var. Ekonomi 2000 yılına çok yavaş büyüme hızıyla giriyor ve bu yavaş büyüme hızı üzerine bir de depremin kamu maliyesine yaptığı olumsuz etkiler geldi. Dolayısıyla faiz dışı fazlayı artırıcı yönde çok ağır kararların alınması politik yönden güç olabilir.

Üçüncü olarak 2000 yılında hükümetin özelleştirmede çok büyük bir aşama kaydetmesi ve buradan gelecek gelirlerin de iç borçların itfasında kullanması lazım. Bu çok kolay birşey değil. Türkiye'nin elinde özelleştirilecek çok fazla varlığı olmakla birlikte geçmiş deneyimler özelleştirmenin başarılı olmadığını gösteriyor. Hatta bir de ilave şart var. Burada iç borç itfaları gelecek yılın Şubat-Ağustos döneminde çok yoğun olacağı için, bu gelirlerin de aynı döneme denk getirilmesi lazım.

Dördüncü olarak söylemek istediğim husus, Hazine'nin 2000'de net olarak dış piyasalardan borçlanmasının gerekliliği. Yurt dışından yapılacak borçlanmaların da, iç borcun itfasında kullanılması ve bunun mümkün olduğunca erken tarihlerde alınması lazım. Bu yapılsın ki, Hazine gelecek yıl Şubat'tan Ağustos'a kadar iç borç geri ödemelerini rahatlıkla atlatabilsin ve faiz yükünde bir rahatlama sağlayabilsin.

* Hükümetin IMF ile anlaşmayı sağlayacak hedefleri koyduğunu varsayarsak 2000 yılını nasıl geçirebiliriz, büyüme hızı ne olur, canlanmada sıçrama olur mu?

Sıçrama şeklinde bir canlılık zor görünüyor. Benim büyüme beklentim yüzde 3.5 düzeyinde. Bunun da içerisinde 1999'daki büyümenin çok düşük olması var. İstatistiki nedenlerle 2000'in büyümesi olduğundan iyi görünecek. İstikrar programının uygulandığı ve enflasyonun düştüğü bir ülkenin olağanüstü büyüme hızına ulaşması gerçekçi değil.

* Bir de anlaşma yapılmadığını varsayarsak, nasıl bir yıl geçirebiliriz? Ya da anlaşma olmasına rağmen yılın belli aylarında uygulanmadığı durumda ne olabilir?

O zaman Türkiye'de dış borç ve iç borçların ne zaman idare edilebilir seviyenin üzerine çıkacağını ve ne zaman çok büyük sıkıntılara neden olacağını tartışmaya başlarız. Faiz oranları da şimdiki seviyeden üç haneli rakamlara çıkar. Şu anda en büyük sorun, iç borç stokunun çok hızlı bir şekilde büyümeye devam etmesi.

* Sorunlarımız iç borçlanmada mı somutlaşıyor?

Evet, iç borçlanma ve faizler sorunların aynası.

* Ekonomide yaşadığımız sorunun kaynağı sizce nedir? Çözüme nereden başlamamız gerekir?

En büyük sorun, iç borcun çok hızlı büyümesi görünüyor. Bunun da arkasında kamu sektörünün bu borcu yaratan bir yapıya sahip olması yatıyor. Burada rakamlarla açıklama yapmamız gerekiyor. Büyük tabloya bakalım, Türkiye'de hep yakınılan vergi gelirlerinin eksikliği konusunda ne kadar şikayet etmeye hakkımız var, bunu bir soralım. 1990'dan bu yana vergi gelirlerinin milli gelire oranı artmakta. Fakat sıkıntıyı yaratan esas husus harcamaların milli gelire oranının çok daha hızlı artmasında. Burada da harcamaların artmasının nedeni genellikle sanıldığının aksine sadece faiz kalemi değil. Faiz kaleminde hızlı bir artış olduğu görülüyor. 1990-1999 yılı arasında milli gelire göre 10 puanlık artış var. Ancak faiz dışı harcamaların da 7 puan arttığını görmekteyiz.

* Yani devlet büyümüş?

Evet. Büyümek için daha fazla vergi de toplamış ama o kadar büyümüş ki, hem faiz hem de faiz dışı harcamaları açısından topladığı vergi gelirleri yetmez olmuş. Bunu borçlanarak karşılamış. Yurtiçi piyasalar üzerinde bu borçlanma yükünün yarattığı reel faizler ise son bir kaç yıl içinde iç borcun hızlanarak büyümesi olgusunu yarattı. Dolayısıyla Türkiye ekonomik istikrarı kalıcı olarak başarmak istiyorsa, kamu sektörünün bir reforma gitmesi lazım. Bunun da sadece çok kısa süreli olarak can acıtıcı önlemlerle değil, daha kalıcı bir perhiz ile sağlanması gerekli.

* Memur maaşlar ne ölçüde sorun yaratıyor sizce?

Türkiye'de her Ocak ve Temmuz ayında çok tartışılan bir konu bu. Bu konuya küçük tablodan da görülebileceği gibi, memurlara verilecek zam oranı olarak değil de, bütçe içinde personel harcamalarının ne hızla arttığını enflasyonla karşılaştırarak bakalım. 1994'deki negatif hareket dışında 1995'den beri bütçedeki personel harcamaları hem toptan eşya hem de tüketici enflasyonun üzerinde artmış. 1999'da ileriye yönelik enflasyona göre memur maaşlarında ayarlama yapılmış olmasına ve bu çok büyük sıkıntı ve şikayet yaratmasına rağmen bu sene sonu itibariyle personel harcamalarının yine enflasyonun üzerinde olması bekleniyor. Dolayısıyla burada sadece oran belirleme değil, aynı zamanda kadroların hızla büyümesine de dikkat edilmesi gerekir. Makro açıdan yalnızca Temmuz'da veya gelecek Ocak'da ne kadar artış verileceği değil, toplam personel harcamalarının ne kadar büyüdüğü daha önemli.

* Her sene kış ayları Hazine'nin zor ayları olarak bilinir. Önümüzdeki dönemde borçlanmada bir sorun ya da politikalarda bir değişiklik öngörüyor musunuz?

Hazine'nin 2000 yılında ödeyeceği faiz faturası büyük ölçüde bu seneden belirlendi. Ancak 2000 yılında dış borçlanma ve özelleştirme gelirleri Şubat ayından itibaren başlayan itfaları olumlu şartlarda çok daha düşük faizlerde roll edilirse Türkiye 2001 yılında ancak rahatlamaya başlayabilir. Dolayısıyla her halükarda 2000 yılı çok kolay olmayacak. 2000 yılı, daha sonraki yıllarda meyvelerini toplamaya başlayacağımız bir geçiş yılı olabilir.

* Bu sorunların yönetiminde hükümet ne yapıyor?

Hükümete getirilebilecek en büyük eleştiri herhalde strateji eksikliği olur. Hükümetin daha önce aldığı kararları toplumdan gelen reaksiyonlar neticesinde sık sık değiştirdiğine ve geri adım attığına şahit oluyoruz. Yapılması gereken şeylerin net bir şekilde hükümetçe saptanması ve biraz da tepkilere bir ölçüde göğüs gererek o strateji doğrultusunda hükümetin yoluna devam etmesi lazım.

IMF anlaşması dış borçlanmayı kolaylaştıracak
* 94'ten bu yana Türkiye net dış borç ödeyicisi durumunda. IMF ile anlaşma yapılırsa bu durum 2000 yılında tersine döndürülebilir mi?

IMF anlaşmasından beklenen en önemli unsurlardan biri Hazine'nin tekrar net dış borçlanma yapabilir duruma gelmesi. Zaten Türkiye'nin stand-by istemesinin en önemli nedeninden birisi de, yapmak istediği programı dünyaya, dış yatırımcılara daha iyi anlatmak için bir onay müessesi olarak IMF'nin kullanılması. Yoksa stand-by normal olarak ödemeler dengesinde problemi olan ülkelere uygulanan birşey. Türkiye'nin ise ödemeler dengesi geçen yıl fazla verdi, 1999'da ise küçük bir açık vermesi bekleniyor. IMF'yle stand-by anlaşmasından beklenen Türkiye'nin dış borçlanmasını hem miktar olarak artırması hem de maliyetinin makul seviyelere çekilmesinin sağlanması.

Dış sermaye için Türkiye riski azaltılmalı

* Yabancılar bizim ekonomimizi nasıl değerlendiriyorlar, beklentileri ne?

Yabancı yatırımcıların küçük bir bölümü Türkiye'yi çok yakından tanıyan, izleyen ve Türkiye şartlarında iş görmek için gerekli yatırımı yapmış kurumlar. Bunun yanında daha büyük sayıda yatırımcı kitlesi var ki, bunlar Türkiye'yi yatırım yapılması oldukça riskli ve zor bir ülke olarak görüyorlar. Türkiye'nin yapısal reformlarıyla kamu sektöründeki reformlarıyla enflasyonu ve bütçe açığını düşürerek başarması gereken bu riskli görüntüyü üzerinden atmaktır. Dolayısıyla Türkiye'nin hedefi, riskli bulduğu için gelmeyen, buna cüret bile edemeyen yatırımcı kitlesini çekmeye yönelik uzun vadeli politikalar olmalıdır. Bu ise sadece 1-2 senelik bir IMF anlaşması olayı değil, kamu reformunu da içeren uzun vadeli bir çözüm arayışını gerektiriyor.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır