kapat

19.09.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
inter merkez
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
GÜLAY GÖKTÜRK(gokturk@turk.net )


Ölümüne kazık kakmak

Meğer ne kadar bağımlı ne kadar statükocu ve ne kadar kaderciymişim de haberim yokmuş...

Tam bir aydır bütün jeologlar, bütün sismologlar ve diğer log'lar bu şehirde bir saniyeyle 30-40 yıl arasında herhangi bir zamanda 7 şiddetinde bir deprem olabileceğini söylüyor.

Seslerinin sükuneti söylediklerinin vahametini hafifletmiyor: Üstü kapalı söylense de anlıyoruz ki Gölcük depreminin bizim 15 kilometre ötemizden geçen fayı tetiklemiş olması ihtimali yüksek. Ayrıca yüz yıllık periyodumuzu da doldurmuş durumdayız zaten.

Kısacası İstanbul uzatmaları oynuyor...

Ama ben hâlâ bu şehirde canımdan çok sevdiğim insanlarla birlikte yaşamaya gelecekle ilgili planlar yapmaya devam ediyorum.

İşte buna inanamıyorum.

***

Depremle bir arada yaşamak şık bir slogan gerçekten.

Ama bana kalırsa tek taraflı bir temenniden başka bir şey değil. Biz sarsıla sarsıla yaşamayı göze aldık diyelim. O bizimle birlikte yaşamak istemiyor ki... O bizi sarsıntılarla teslim alıp yutmak istiyor.

Ve bu konuda elimizden çok az şey geliyor. Yeni binalarımızı sağlam yapsak da daha önce yaptığımız milyonlarca çürük bina için elimizden pek az şey geliyor.

Vaktimizin yarısını evimizde geçirsek diğer yarısını şansa bırakıyoruz.

Önümüzdeki 30 yıl boyunca şehrin çürük binalarından içeri adım atmamak ve sağlam zeminlerinden dışarı adım atmamak gibi bir yaşam planımız olamayacağına göre açıkçası burada yaşıyorsak büyük bir riski göze alarak yaşıyoruz.

İşte ben bu büyük riski alışımdaki kaderciliğe bakıp bakıp şaşıyorum.

Hiçbir şeyi şansa bırakmamayı ilke edinmiş olan ben; hayatımın iplerini kendi ellerimde bulundurmak konusunda bunca titizlenen ben; "elle gelen düğün bayram" avuntusuna hiçbir zaman prim vermemiş olan ben şaşılası bir kadercilik içinde oturmuş deprem bekliyorum.

Eskiden sürekli çığ tehdidi altında yaşayan bir köyün sakinlerinin neden hâlâ o köyü terk etmediklerini bir türlü anlayamaz kaderciliğin böylesi karşısında küçümsemeyle karışık bir şaşkınlık duyardım. Şimdi burada kalmakla aynen o köylüler gibi davrandığımı gördükçe kendimi tanıyamıyorum.

"Uygarlık yerleşikliktir" derler. Ama yerleşik olmanın bu kadarı fazla değil mi? Bu "ölümüne" kazık kakmışlığı anlayamıyorum. Ama değiştiremiyorum.

Gitmek... Ayağımızı daha sağlam basacağımız bir toprağa, örneğin Ankara'ya gitmek... Bu fikri yarım ağız yakınlarıma açtığımda karşılaştığım şiddetli muhalefetle birlikte rahatladığımı fark ediyorum.

Kadere teslim oluşun suçunu paylaşmaktan doğan bir rahatlama...

İşin kötüsü bunu da kendime yakıştıramıyorum.

Su katılmamış bir pozitivist olarak hâlâ bu şehirde yaşamamı rasyonalize edebilmek için sarıldığım tek tutamak istatistik. İstanbul'da muhtemel bir depremde ortaya çıkacak can kaybı rakamlarını evirip çeviriyorum, yüzdelere vuruyorum, bu yüzdeyi sağlam bir bina ve zeminde yaşayanlar için biraz daha düşürüyorum. Küsuratları atıyorum, ihtimali iyice azaltarak İstanbul'da yaşamanın aptalca olmadığını ispatlamaya çalışıyorum.

Sonra birden hatırlıyorum ki bu şehirde yaşayan 12 milyon insanın her biri benzer hesaplar yapıp İstanbul depreminde ölecek olan 40-50 bin kişinin içinde kendisi olmayacağını sanıyor. O korkunç deprem sonrası manzaralarını seyrederken kendimi hep enkazın altındakilerle değil dışındakilerle özdeşleştiriyor. Ama biliyoruz ki en azından 40-45 bini yanılıyor.

Böylece son tutamağım da elimden kayıyor. Tutarsızlığımda baş başa kalıyorum.

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır