kapat

19.09.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
inter merkez
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
ALİ ŞEN(alisen@sabah.com.tr )


Tiyatro sezonu yakında başlıyor

Depremzedelerin psikolojik bozukluk içinde olduğunu biliyoruz. Devlet tiyatrolarının bu dönemde çadırkentlere gelip halkın moralini yükseltmesi çok yararlı olur

1952 yılında, doğduğum Prizren'de "Doğru Yol Türk Kültür ve Musiki Cemiyeti"ni kurmuştuk. "Kuyrukluyıldız" adlı piyeste de başrolü oynamış ve Türkçe lisanı ile Kosova'da ilk defa bir tiyatro oyununu sahnelemiştik.

Tiyatro çoğunluğa yönelen bir sanattır. Tam bir halk sanatıdır. Tiyatronun eğlendiriciliği ile öğreticiliği iç içedir. Bir tiyatro oyununda; olay, kişiler, yer ve zaman en önemli unsurlardır. Tiyatroda trajedi, komedi, dram gibi oyun türleri vardır. Eski Türk toplumunda, Türk tiyatrosu hemen hemen tümü dinsel içerikli olan seyirlik oyunlarla beraber toplumsal olaylar ve danslı, taklitçi oyunlar biçiminde sergilenmiştir.

Tiyatromuz, Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet dönemlerini geçirip günümüze gelmiştir. Batı tiyatrosu etkisinde gelişen tiyatromuz 1949 yılında kurulan Devlet Tiyatro ve Operasıyla halkımıza hizmet vermeye başladı. Alman profesör Kral Ebert ve Muhsin Ertuğrul tiyatromuzun ilk yıllarında büyük hizmet vermişlerdir. Halk Evleri'nin de tiyatromuzun yurt düzeyine yayılmasında büyük katkısı olmuştur. 1950'li yıllarda özel tiyatrolar, özellikle büyük şehirlerimizde perdelerini açtılar.

Geçenlerde Devlet Sanatçılığı unvanını hakkıyla alan Ayten Gökçer ile beraberdim. Ayten ve eşi Cüneyt'in hayatı hep tiyatro ve sanatla geçti. Hanımların yaşı söylenmemekle beraber Ayten'in 1952'de konservatuarın bale bölümünde başlayan sanatçılığı onu bu ülkenin en büyük sanatçıları arasına soktu. 40 yıldır Devlet Tiyatroları'nda 30'u aşkın eserde çeşitli roller ve başrollerde oynadı. Yaratıcı bir kişiliğe sahip olan Ayten, 4 yıla yakın "My Fair Lady" müzikalini afişlerde tutmayı başardı. Bu oyun ve "Kaktüs Çiçeği"ndeki kompozisyonları ile yılın en iyi kadın sanatçısı unvanını kazanmıştır. Paris'te, Atina'da, Almanya'nın pek çok şehrinde verdiği temsillerle yabancı basın tarafından da hep övülmüştür. Çok tiyatro sanatçısı tanırım. Ayten'in Türkçe diksiyon yorumu ve her türdeki oyun gücüne az rastladım. Bodrum'da torununu anlatırken sanki yine bir oyun içindeymiş gibi yüz ifadesinde tatlı heyecanlar gördüm.

"Tiyatro seyircisi azalıyor mu?" soruma cevabı şöyle oldu. "Hayır, kaliteye hitap eden yapıtlar azalınca ilgi azalıyor. Rekabet artık komşu tiyatrodaki yapıt, aktris veya aktörle değil, televizyonlardan dolayı dünya ile rekabet ediyoruz. Kötü örnekleri çok da olsa, halkımız televizyonun karşısında akşamlarını geçiriyor. Ancak, çok iyi ve kaliteli eserler sahnelendiğinde halk televizyonunu kapatıp, tiyatro salonlarını dolduruyor. Son zamanlarda salonlar dolusu sanatçımız var demenin, aslında övünülecek tarafı yoktur. Bir rol için bir aktris veya aktörü arayıp, yıllarca bulamayan yapımcılar vardır" büyük sanatçı Ayten Gökçer'i Kanal D'de başlayacak on bölümlük "Yılan Hikayesi" eserinde seyretmek için sabırsızlanıyorum.

Depremzedelerin psikolojik yardıma ihtiyaçları olduğunu yazmıştım. Yaklaşan kış akşamlarında özel tiyatrolarımız ve devlet tiyatrolarımızın o bölgelerde salon bulamasalar dahi, çadırlarda kendi paylarına düşen görevlerini yapmalarını bekliyorum.

Umutsuz ruh hastası
Bu Hıncal Uluç'u yazılarıma konu ettiğimde, pek çok insan bana şaşırıyor "Böylesine bir kişiliğe sahip birini, köşende yer verip neden ünlü yapıyorsun, anlamıyoruz" diyorlar. Ben de bu antipatik, kişiliksiz ve yalancı adamdan söz etmemeye gayret ediyorum. Bana bulaşmadan da edemiyor. Perşembe günkü Sabah Gazetesi'nde yine bana bulaşmış.

Ali Sami Alkış gazetesinde, Galatasaray-Neuchatel maçı ile ilgili gerçekleri yazmış. Ali Sami bu konuyu benimle hiç konuşmadı. Kaynakları kendisinde. Ancak bu ruh hastası, kişilik zaafı olan Hıncal "Bu Şen'in palavrası Ali Sami.. O masa başı zaferinde Ali Şen'in zerre payı yok.." deyip bana hakaret etmiş.

Ali Sami Alkış'ı ilk defa telefon ile arayıp bütün gerçekleri anlattım. Bu yalancı, dolambaz adama göre ben, Ali Sami'yi, diğer basın mensupları gibi, kendi tabiriyle kafa kola almışım. Aklı sıra böyle yazıp, Ali Sami'yi menfaat ve para karşılığı yazı yazıyor durumuna getirmiş. Ali Sami'nin ona cevabı ne olur bilemem.

Yazısında yine Rusya ile Simferapol'de oynadığımız maçtan söz etmiş. Bu pespaye benim beyin yıkar gibi hakemleri ayarladığımı anlattığımı yazmış. Böyle lafları kimseye söylemedim. Hele bu yalancı pespaye ile hiçbir gün bir masada beraber oturmadığım için ve benimle oturma şerefini kendisine vermediğim için benim, kendisinin beynini nerede yıkadığımı da anlatmamış. Yani içi-dışı yalan dolu bir adam.

Aynı köşesinde başarılı Atletizm Federasyonu Başkanı Fikret Çetinkaya'yı da suçluyor. Fenerbahçe Kulübü'ne hizmet etmiş Federasyon Başkanı'na yine yalan ve dolanlarla iftiralar atmış. Fikret Çetinkaya ile kulüpte beraber çalıştık, iyi tanırım. Hayatını atletizme adamıştır. Başkanın defalarca bu Hıncal Uluç'u aramasına rağmen onun telefonlarına çıkmama kabalığını göstermesi, kişiliğini çok iyi bildiğim için bana sürpriz olmadı. Ancak Fikret Çetinkaya'nın elinde kalem yok, bu Hıncal'ın var. Bu kişiliksiz adamın yalanlarına karşı dürüst insanları koruyacak bizler varız.

"Umutsuz Ruh Hastası" başlıklı yazımı 4 Nisan tarihinde yazmıştım. O yazıda da dediğim gibi bu gecelerin adamı, yalan yazılar yazan, ona buna sataşan, pespaye, köşesini saldırı alanı olarak kullanan bu aşağılık kişilik, Hıncal Uluç'u yine bana bulaşana kadar yazılarıma konu etmeyeceğim. Çünkü benim yazılarıma bu adamı konu etmem için kişiliğinde, karakterinden umutlu olmasam da, düzelmeler görmem gerekecektir.

Amerikan sporunda ırkçılık
Amerika'da bulunduğum on gün içindeki izlenimlerimi geçen hafta yazmıştım. Dünyanın en çok etnik grubuna sahip Amerika'nın, yeni yüzyılın yarısında, Balkanlardaki gibi pek çok etnik çatışmaya sahne olacağını tahmin ettiğimi yazmıştım. Bazı eyaletlerde ve tüm Amerika'da etnik gruplara ait çeşitli yüzdeler vererek, Amerika'nın yeni yüzyılın ilk 50 yılında etnik sorunlarla ciddi bir şekilde karşı karşıya kalacağını belirtmiştim. Milletvekili, akademisyen ve pek çok okuyucumdan e-mail aldım. Bu araştırmama büyük ilgi gösterdiler.

Geçen hafta Amerikan futbol sezonu başladı. The Herald Gazetesi'nin yazarı Leonard Pitts aynen şunları yazıyor: "Spor yapın: Etnik sorunları durdurun. Amerika'daki etnik farklılıklar spor saha ve salonlarımıza taşınmaya başlandı." Red Skins yani Kızılderililere ait futbol takımı, Buffalo Germans gibi basketbol ekipleri, Yiddish gibi Yahudi takımları, Boston Celtics gibi İrlandalılara ait takımlar, Amerika'daki etnik kavgaları şimdiden spora soktular. Bu ülkenin esas sahipleri Kızılderililer hiç gülmediler. Mutlu iken gülmek kolaydır. Kızılderililer hiç mutlu olmadı. Kızgın insanlar.

İrlandalılar da pek çok göçmen gruplarında olduğu gibi bu ülkeye geldiklerinde köpeklerden biraz daha iyi muamele görüyorlardı. Bütün bunlar Amerikan vatandaşı olmasına rağmen, ülkeye geldiklerinde yaşadıkları eziklikleri ve kavgaları Amerikan sporuna bulaştırmaya başlıyorlar. Zor zamanda doğru işi yapmak mühimdir. "Etnik sorunları alevleyecek takımların isimlerini değiştirin." Leonard Pitts benim, Amerika'nın ilk 50 yılında bahsettiğim etnik sorunların spora da yansıyacağı endişesini taşıyor. Adam, benim, yazımı mı okumuş ne?!..

Yazarlar sayfasina geri gitmek icin tiklayiniz.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır