kapat

03.09.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Enkazı pozitif düşünce kaldıracak
Kaybettiğimiz binlerce insana can borcumuzu üreterek ödeyeceğiz. Sağ kalanlara daha iyi bir hayatı ise ekonomik büyümeyle sağlayabiliriz.

FARUK TÜRKOĞLU

By-pass ve benzeri kalp ameliyatlarını geçirenler, hastaneden çıktıklarında bambaşka bir insan olur. Kalp makinesine bağlanıp, hayat ile ölüm arasında gidip gelenler, sonraki hayatlarında daha duyarlı ve duygusaldır. Yüzyılın felaketi sonrasındaki günlerde, depremden doğrudan zarar görmeyenler de benzer bir psikoloji içine girdi: Duygularımızdaki sarsıntı, depremin üzerinden günler geçse de şiddetini hiç kaybetmedi. Yüreklerimizdeki artçı şoklar, 17 Ağustos Salı sabahı ile aynı şiddette.

Felaketten sonraki duygu sağanağı, bazen öfkeye, bazen dayanışma duygusuna dönüştü. Çocukluğumuzdan bu yana beynimize kazınmış, tüm yargıları, değerleri, sorguladık. Herkes kendisiyle, yönetimiyle yüzleşti, hesaplaştı.

Ancak akkor sıcaklığını bugüne kadar hiç kaybetmeyen duygularımızı ve öfkemizi en kısa sürede aklın, mantığın ve bilimin kalıplarına dökmek zorundayız. İnsanoğlunun, doğal afetlere karşı alabileceği en çağdaş önlemler için bir şeyler yapılmasını sağlayamazsak, çocuklarımıza ve geleceğimize de borçlu kalacağız. Bu süreçte en büyük yardımcımız pozitif düşünce tarzı olacak. Pozitif düşünce, her kötülüğün bir de iyi yanını arayan ve bulan Pollyannacılık değil. Bu düşünce tarzına sahip insanlar, olumsuzluklara razı olmaz. Pozitif düşünceye sahip insan, sızlanmak ve hep başkalarından yardım-destek istemek yerine, her koşulda yapılabilecek bir şeyin olduğunu kavrar. Pozitif insan, kendisine ve halkına güvendiği için cesur ve insiyatif sahibidir. Hoşgörü ve şefkat duygusu, onun her koşulda en doğru olanı yapmasını sağlar. Yalnız sözleri değil tutum ve davranışları pozitif olan kişi, yılların tortusu olan klişe ve önyargılara itibar etmez. Umudunu, güvenini ve iyimserliğini hiç kaybetmez. Çaresizlik ve atalet ona yabancıdır.

Karamsarlığın pençesinde
Son kuşakta pozitif düşünce tarzına sahip insanlar iyice azınlığa düşürüldü ve meydan olumsuzlukları iyice büyüten, toplumun her kalp çarpıntısına "enfarktüs" teşhisi koyan karamsarlara kaldı. Psikologların "borderline" (sınır çizgisi) dedikleri rahatsızlık hepimizi etkisine aldı. Nevroz ve psikoz arasındaki sınır çizgisini her bahanede aştık ve güvenimizi, umudumuzu kaybettik.

* Yıllar yılı, "Millet değil illet...", "Biz adam olmayız" gibi lafları ağzımıza sakız ederek, kendi halkımızın potansiyelini küçümsedik. Kendimizi bir şey sanıp ayrı bir yere koyduk ve toplumun geride kalanının yeteneksiz ve cahil olduğunu düşündük. Kendi yetersizliğimizi başarısızlığımızı ve özgüven eksikliğini tüm topluma malettik.

* Aydınlarımız, ekonomistlerimiz, yazarlarımız ve politikacılarımız, negatif söylemleri ile halkı, girişimcileri sürekli tedirgin etti. Ağzını her açtığında "Bu Eylül (veya Mart) ayında kriz patlayacak" diyenler iş dünyasının yatırım azmini zayıflattı. Toplumun ilgisini çekmek ve kişisel rating toplamının en iyi yolu kriz tellallığıydı.

* Türkiye, orta düzeyde gelişmiş, yine orta düzeyde borçlu, gelişmekte olan bir ülke. Gelir dağılımı bozuk ve enflasyon yüksek. Devletin yeniden yapılanmaması, yolsuzlukları artırıyor. Ama eğitim düzeyinin yükselmesi, gerileyen nüfus artış hızı, dinamik ve esnek girişimcileri sayesinde yeterli bir büyüme potansiyelimiz var. Ancak psikologların felaketleştirme (catastrophizing) dedikleri rahatsızlığın etkisi altında olanlar Türkiye'den umutsuzdu: "Bıçak kemiğe dayandı!.. Türkiye dibe vurdu!.. Sırtımız duvara dayandı!.. Batıyoruz.." gibi laflar insanları ve özellikle gençlerin bir bölümünü çaresizliğin ve umutsuzluğun kucağına attı.

* Ülkemizi ve ekonomiyi insafsızca eleştirdik, banbaşka koşullar altında sorunlarını çözmüş ülkelerle karşılaştırdık. "Eller aya, biz yaya" sözü, az gelişmişliğin bir kader olduğu izlenimini çocukluktan itibaren beynimize nakşetti. Türkiye'nin koşullarını iyi bilen uzmanlarımıza kulak vermeyip, geçiyorken uğramış yabancıların ağzına baktık.

* 17 Ağustos depreminden sonraki günlerde bile, kapsamlı bir araştırma yapılmadan üretilen karamsar tahmin ve projeksiyonlar ağır bastı. "Enflasyon yükselecek. Ekonomi krize girecek" gibi aşırı karamsar tahminler, yoksulluk ve işsizlikg ibi iki sosyal sarsıntı konusundaki korkuları besledi.

Çaresizlik ve atalet
Esasında, negatif düşünce tarzına sahip insanların büyük bölümü iyi niyetli. Bunlar, toplumsal kesimleri, sert uyarı ve eleştirilerle sarsmak ve eyleme yöneltmek istiyorlar. Ancak bu kıyamet uyarıları sık sık yapılınca etkisini kaybediyor ve geri tepiyor.

* Karamsar açıklamalar, insanlar ve toplumdaki "başedebilme duygusu"nu erozyona uğratıyor.

* Gençler güvendikleri yetkililerin bile umutsuz beyanlarını oldukça, "50 yıldır düzeltilmeyen aksaklıkları konusunda bizler tek başımıza ne yapabiliriz ki?" diye düşünüyor.

* Çaresizlik ve umutsuzluk duyguları, toplumun hayat damarlarını tıkıyor, kurutuyor. Çaresizliğin doğal sonucu olan, atalet, ihmal, kayıtsızlık, sorunları daha da ağırlaştırıyor. Bu kısır döngü, "Uçurumun eşiğindeyiz" duygusunu iyice perçinliyor.

Yüzyılın felaketinden sonra da ruhlarımızı ve kollektif aklımızı negatif düşünce tarzının esaretinden kurtarmak en büyük görev.

Gençlik aşısı
Cesur ve insiyatif sahibi, Türkiye ve dünyaya pozitif ama gerçekçi bir şekilde bakabilen gençler, aynı kararlılıkla siyasete girip, bizim kuşağı silkelemek ve "enkaz temizliği" yapmak zorunda. Politikaya gençlik aşısı yapılmadığı takdirde, aksaklıklar sürüp gidecek. Çünkü ekonomi ve toplumun dinamik kesimleri 21. yüzyıla hazırlanırken, politika hala 1970'lerin yöntem ve söylemlerine takılıp kaldı. Çökük binalara büyük bir cesaretle giren genç kuşak, aynı kararlılıkla, politikanın dehlizlerine, labirentine dalacak.

Kaybettiğimiz binlerce insana olan can borcumuzu, çalışarak, üreterek ödeyeceğiz. Deprem de sağ kalan yakınlarına daha iyi bir hayat sağlamak ancak ekonominin rayına oturması ve hızlı büyümesi ile mümkün olacak.

Çetin Altan'ın da sık sık vurguladığı gibi, Türk'e övmenin veya kötülemenin hiçbir kıymet-i harbiyesi yok. Bugün haklı olarak dozu yükselen eleştiriler için harcadığımız enerjiyi, bundan sonra hayatta kalanların mutluluğu için harcamamız şart.

Her alanda dünya standartlarına ulaşmak için işe beynimizden başlayacağız. Sanayileşmiş ülkelerin düzeyine ulaşmayı hedefleyecek ve "Neyimiz eksik ki? diye soracağız. Türkiye, Güney Kore'nin 1980-95 arasındaki büyüme başarısını son felakete rağmen başarabilir.

Dünyaya penceremizi kapatmak ve Türkiye'yi izole etmek yerine, dünyanın tüm çağdaş değerlerine kapımızı açacağız. Türkiye, büyük yarışta yerini alacak ve yoksulluğa tüm gücü ile meydan okuyacak. Adapazarı, İzmit, Gölcük ve Yalova yeniden inşa edilirken, demokrasimizi ve devleti de yeniden yapılandıracağız. İnsanlar, Anayasa'daki yaşama, barınma ve eğitim haklarını tam bir güvence altına alacak yeniden yapılanmayı, sağlam bir zemine oturttuğumuzda kaybettiklerimizin anısını yaşatmış olacağız. Pozitif, gerçekçi ve yapıcı bir düşünce tarzının ancak demokrasi ve şeffaflık ortamında yeşerdiğini bileceğiz. Ailede, okulda, işyerinde, devlet dairelerinde demokrasiyi kökleştirmeye çalışacağız.

Zor günlerde birbirimize gösterdiğimiz destek ve dayanışmayı, tüm hayatımıza yaymaya çalışacağız. Sevgiyi, dostluğu ertelemeyeceğiz. Bazen bir güzel söz, bir gönül alma için bile vaktimiz kalmayacağını artık hiç unutmayacağız..

Bunları yapmazsak, gözyaşlarımız, yürek sıkışmalarımız, çırpınmalarımız unutulacak ve bir işe yaramayacak.

Ekonomi insan kaynağıyla kalkınır
Gençler, Türkiye'nin çehresini değiştirecek: Deprem sonrası günlerde, 15-30 yaş arası 17 milyon genç, gelecek için beslenen umutları iyice güçlendirdi. Eğitim ve bilgi düzeyi toplumun genelinin üstünde olan bu kitle, deprem sonrası çalışmalarda başı çekti. Geçmişin kin ve düşmanlıklarından, önyargılarından arınmış görünen gençlerimiz önümüzdeki yıllarda ekonomiyi ve devleti yeniden yapılandıracak bilgi ve enerjiye sahip görünüyor.

Dayanışma daha da güçlenecek: Şair William Blake, "Mücadele gerçek dostluktur" diyor. Depremin yıkıntılarına karşı yeni bir hayat kurmak için elbirliği ile verdiğimiz mücadele, dayanışma duygularını güçlendirerek ve zamanla toplumun değerler sistemini değiştirecek. 1980-99 döneminin yükselen değerleri olan para, lüks tüketim ve benmerkezcilik artık bugünkü kadar etkili olmayacak. Yeni dönemin yükselen değerleri, insan, dayanışma, birlikte üretim olacak.

İnsanımız dirençli ve dayanıklı: Amerikalı yazar Mary Lee Settle, geçmiş yıllarda Türkiye'yi adım adım dolaştı. İzlenimlerini kaleme aldığı ve Yorum Ajans tarafından yayınlanan "Anadolu'da Bir Zaman Çemberi" adlı kitabının son sayfasında insanımızın direncini şöyle anlatıyor.

... Virginia'da bir dostum vardı. Kore Savaşı'nda bir esir kampında Türk askerleri ile birlikte kalmıştı. Türkler'le ilgili gözlemlerini bana şöyle anlattı: "Biz Amerikalılar kendimize bakmayı beceremiyorduk. Türkler bize acıdı. Ormanda kaybolmuş arkadaşları gibi görüyorlardı bizi. Hakim adında bir arkadaşım vardı. Hastalandığım zaman bana iyiyecek getirdi ve bir Türk arkadaşına bakar gibi baktı bana. Hayatta kalabilmeyi biliyorlardı... Bizden fazla yiycekleri yoktu, ancak neleri varsa paylaşıyorlardı... Kendimi ölüm döşeğinde sandığımda, Hakim bana çorba getirdi, yanımda kaldı ve iyileştirdi. Yardımları bana cesaret verdi. Birçok Amerikalı asker öldü. Çünkü umutlarını yitirdiler. Oysa kamptaki Türk askerleri bir kişi dahi kaybetmediler, birbirlerini gözetip baktılar. Örgütlüydüler, aralarında biri hastalandığında yiyecekleri ne kadar kıt olursa olsun, iyileşene kadar, hastaya yedirip, onunla paylaşıyorlardı..."

İnsanımızın bu erdemi, GSMH istatistiklerinde görmek mümkün değil. Ancak son depremin de gösterdiği gibi toplumun tabanında, büyük bir direnç ve yaşama hırsı var.

Ekonomi yeni bir büyüme ivmesi kazancak: Türkiye ekonomisi, son 10 yılda komşu ülkelerdeki savaşa, ekonomik ve sosyal sarsıntılara rağmen, yılda ortalama yüzde 4.7 büyüdü. Yüzyılın felaketi ile büyük bir darbe alan ekonomi, insan kaynağının direnci, dayanışması, bilgi ve enerjisi ile yeni bir atılım başlatacak güçte. Ekonomiyi önümüzdeki dönemde etkileyecek, dalgalanma ve krizlere karşı uyanık olduğumuz takdirde, 7-8 yıl üst üste yüzde 7-8'lik büyüme performansı hayal değil.


Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır