kapat

25.08.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
banners
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.


Devleti hissettik!


Deprem gecesi gürültü ve uğultuyla uyandığımda 10'uncu kattaki dairemin penceresinden şehre baktım. İnanamadım.

Ankara'da araba farlarının dışında hiçbir ışık yoktu. Sarsıntıyı hissetmemiştim. Deprem aklımın köşesinden bile geçmedi. Sular kesik, elektrikler kesik, anlayamıyordum. Telefona koştum, telefonda acaip bir ses. Cep telefonumla birilerine ulaşmaya çalıştım. Pencereden baktığımda bir jandarma minibüsünü gördüm. Savaş çıktı sandım. "Birileri bize saldırdı herhalde, Yunanistan, İran olabilir," diye düşündüm. Karartmadan başka bir şey olamazmış gibi geldi.

Aklıma babamın Kıbrıs Harekatı sırasında yaşanılan karartma gecelerini anlatışı geldi. Kafamda saniyeler içinde inanılmaz senaryolar kurdum. İzmir'deki ailemi düşündüm. Yunanistan'ın saldırısından korktum. Şimdi okuduğunuzda komik gelebilir, ama o an insan kendini o kadar aciz bir halde buluyor ki, ne yapacağını, ne yapması gerektiğini, ne düşüneceğini şaşırıyor.

Gözyaşlarım içime aktı...
Sonra anladım, benim o saniyeler içindeki acizliğim bir hiçmiş. Deprem olduğunu öğrendiğimde, Ankara'da fazla birşey olmayacağını, ama Ankara'nın yakınlarında bir yerlerin korkunç durumda olabileceğini düşündüm. O dakikadan sonra sanki gözyaşlarım içime aktı. Ağlayamadım.

Gazetenin telefonunu düşürmek için mücadele ederken, dördüncü kuşak deprem bölgesinde bulunan Ankara'da elektriklerin ve suların kesilmesine neden olabilecek kadar büyük bir sarsıntının yaşanmasını bir türlü anlayamıyordum. İzmir'de yaşadığım son depremde elektrikler bir dakika içinde gelmişti. Çok büyük bir sarsıntı olmalıydı. Telefonun tuşlarına basarken korkuyordum; ya deprem İzmir'deyse diye, bir yandan da; "İzmir çok uzak, olamaz," diye sakinleşmeye çalışıyordum.

Sonuçta gazetenin telefonuna ulaştım. Santraldeki arkadaşımız depremin çok etkili olduğunu, "Güneş tutulmasından sonra halk arasında hep kötü bir şeylerin olması beklentisi vardı ya, işte onlardan biri gerçekleşti," diye anlatmaya başladı. Ben bu tip yorumları dikkate almayan biri olarak depremin nerelerde olduğunu iki-üç kez tekrarlatıp telefonu kapattım. İlk söylenen 6.7 şiddetindeki bir depremdi.

***

Ve onbinlerce insan öldü, onbinlerce de yaralı var. Biz depremin ne şiddette olduğunu bile saptayamadık. Depremin şiddetini Colorado'dan daha net tespit ettiler. Şimdi devlet açıklama yapıyor: "Yaralar en kısa zamanda sarılacak..."

Gidenleri geri getirebilecek misiniz?

Deprem gecesi sabahın ilk ışıklarına kadar seslerini duyurmak için haykıran, kan kaybından, havasızlıktan, su kaybından, betonların arasında sıkışıp kalarak ölen insanları geri getirebilecek misiniz?

Şimdi yalnızca vicdanımız sızlıyor.
İstanbul'da depremden 24 saat sonra kurtarma ekiplerini arayan insanların haykırışlarını televizyon ekranlarından duyduk. Kurtarma ekipleri, İstanbul'da enkaz altında kalanlara 24 saat içinde ulaşamadı. Vatandaşlar, göçük altındakileri, tırnaklarıyla kazıyarak kurtarmaya çalışıyorlardı.

Ecevit, ekranlardan "Ankara'ya ulaşamıyorum. Bu yüzden talimatlarımı televizyon aracılığıyla vermek istiyorum," diyordu. Bu kadar da mı çaresizdik? Bu kadar mı hazırlıksızdık? Haberleşmek için mobil istasyon da kuramıyor muyduk?

Binlerce insan enkaz altında yaşamını kaybetti, şimdi herkes birbirini suçluyor. Müteahhitler ortalıktan kayboluyor. Yurtdışından gelen kurtarma ekipleriyle, AKUT, 100 küsur saat sonra enkaz altında insan kurtarıyor. 70 saat sonra enkaz altından çıkarılan kimsesiz kalmış iki yaşındaki çocuk için gözyaşı döküyoruz.

Evet, devlet var!
Bu arada bir devletimiz olduğunu hissediyoruz. Yurtdışından gelen kurtarma ekiplerine pasaport kontrolü yaparken devletimizi hissediyoruz.

Kurtarma ekiplerine tercümanlık yapacak gönüllüler aranırken devlet kendini hissettiriyor.

Ankara Valiliği'ne gönüllü tercümanlık yapmak için gidenler dört buçuk saat bekletilirken, devleti hissediyoruz. (Gönüllü tercümanlık için Ankara Valiliği kriz masasına başvuruda bulunanlar bekletildi.

Afet bölgesine giden otobüsü kaçıracaklarını söylediklerinde de, "Sekreterimiz bu saatlere kadar çalıştı," yanıtını aldılar. Saat o sıralarda 20.30'du. İnsanlar ise 40 saattir enkaz altındaydı. Gönüllü tercümanlık yapacak arkadaşlar ekmek kamyonuna atlayıp bölgeye gittiler)

Geri kalmışlık fotoğrafı
Ben inanılmaz derecede "mercimek beyinli" olduğumuzu düşünüyorum. Kooperatiflerde evleri ucuza getirmek için malzemeden çaldığımız için mercimek beyinliyiz. İki kuruş cebe indirmek için yüzlerce insanın ölümünden sorumlu olduğumuz için mercimek beyinliyiz. Enkaz altından depremzedeler çıkarılırken, mikrofon uzatıp, "Neler hissediyorsunuz?" diye sorduğumuz için mercimek beyinliyiz. Bir yığın yatırım yaparken doğru dürüst kurtarma ekibi kurmadığımız için mercimek beyinliyiz. AKUT faks geçiyor; bir litre suyu 2 milyona satanlar varmış. Biz hâlâ ucuz yoldan para kazanmanın derdindeyiz. Devlet hazırlıksız, biz de bu devlete yakışan ucuzcu, entrikacı, aslında kendini kandıran vatandaşlarız...

Deprem bir doğal felaket, ama bu deprem karşısında bizim durumumuz tam bir geri kalmışlık fotoğrafı. Şimdi elimiz kolumuz bağlı, yalnızca gözyaşı döküyoruz...


Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır