Nedret Selçuker çok çok eski bir gazeteci ağabeyimiz. Yaşını söylememek için nasıl direniyor anlatamam, ama galiba benim doğduğum yıllarda o gazetelere yazı yazıyor haber yapıyordu. Tabii Nedret Selçuker daha çok "radyo günlerinden" tanınıyor, o eşsiz sesi ve vurgularıyla okuduğu şiirleriyle.
Selçuker gazetecilik, yazarlık ve radyoculuk dışında nadir bulunan bir Türkçe aşığı. Öyle ki yıllardır güzel Türkçe için savaş veriyor. Özellikle imlâ kuralları ve vurgularda yapılan yanlışlıklar onu çılgına çeviriyor.
Bundan kaç yıl önceydi tam hatırlamıyorum, Türkçe imlâ konusundaki duyarlılığı nedeniyle tanışmıştık. "Ne olur" diyordu "Özellikle sizler şu imlâ kurallarına dikkat edin. Öğrenciler gazeteleri okuyarak büyüyor, sizin her yazdığınızı doğru kabul ediyor, siz yanlış yazdıkça onlar da yanlış öğreniyor ve bunu hayatları boyunca sürdürüyorlar."
Türkçe'deki "şapka" konusuna dikkati çekiyordu ısrarla. "O küçücük sandığımız şapkayı ihmal ederek dilimizi de katlediyoruz" diyordu. Gazete sahiplerine, Genel Yayın Müdürlerine, Köşe Yazarlarına, muhabirlere bıkmadan usanmadan mektuplar yazıp uyarıyordu. Bizlerse "Nedret Ağabey, biliyoruz, çok haklısınız, ama bu bilgisayar yok mu, işimizi o bozuyor, çünkü bu meretlerde şapka işareti yok" diye güya kendimizi savunuyorduk.
O da "Canım madem bu kadar yüksek teknoloji ile çalışıyorsunuz, herşeyi yapan bu bilgisayar şapkaya gelince mi çaresiz kalıyor?" diye soruyordu. Haklıydı, bilgisayarlara "şapka" bilgisi de girildi ister istemez. Nedret Selçuker, kimbilir kaç yılı bulan savaşından muzaffer çıkmıştı.
Selçuker bu kavgasını sadece böyle vermiyor. Kendine "misyon" edindiği "Türkçeyi güzel kullanma ve konuşma" idealini, öğretmenlere kurslar açarak sürdürüyor. Güzel Türkçe'yi bir de ustasından öğrenen bu öğretmenler yurdun dört bir yanında binlerce öğrenciye bu bilgileri aktarıyorlar.
İşte, taa yazının başında söylediğim gazete ziyaretinin amacı ilk dönem kursu bitiren öğretmenlerin kendilerini tanıtmaydı. Hepsi pırıl pırıl öğretmenler "Biz bu bayrağı Türkiye'nin her yerinde dalgalandıracağız, bizler Türkçe aşıkları olarak her zaman ve her yerde güzel Türkçe için uyarımızı sonuna kadar yapacağız" dediler.
Nedret Selçuker ve öğretmenleri saçma sapan bir Türkçe'nin egemen olduğu günümüzde bana birer "umut ışığı" gibi göründüler.
Yolları açık olsun.
Ancak tam bu sırada Sağlık Bakanı Osman Durmuş'tan çok ilginç bir açıklama geldi. Yeni bakan "Kan örneklerinin yurtdışında incelenmesiyle, Türk milletinin genetik özelliklerinin saptanacağını ve bunun aleyhimize kullanılabileceğini" söyledi.
Genetik bilimi çok gelişti. Bu işin uzmanları "bu olabilir" diyorlar. Elbette teknik ve bilimsel olarak böyle bir "tehlike" ihtimali vardır. Buna karşın, Türk milletini altetmek için bunca yıl beklemeye gerek yoktu herhalde. vrupa'da 2.5 milyon insanımız yaşıyor ve yıllardır gittikleri hastanelerde mutlaka kan örnekleri de vermişlerdir.
Ama yine de "toplu olarak ve hazır biçimde bulunmuş" kan örneklerinin "Türkiye düşmanları" için bir hazine olduğunu kabul etmek bana biraz "paranoya" gibi geliyor.
Çok uzun yıllardır "Türkiye düşmanlarının bizi mahvetmek için planlar yaptığı" korkusuyla yaşadık. Karayollarının uzunluğunu açıklamayı bile "milli güvenlik" gerekçesi saydık. Demek bu paranoya "genlerimizde" var. Şimdi de yüksek teknoloji ve bilimin ışığında korkuya kapılıyoruz galiba.