kapat

19.06.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
micro
Siber Haber
L E I T Z
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
Bayan Sabah
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
Kaf Dağı'ndan bir yâr gelir bizlere...
Balede elde ettiği başarıları, Uluslararası Melvin Jones Ödülü almaya kadar vardırmış, İş Bankası reklamında en genci kendisinden 20 yaş büyük duayenler arasında yer almış "Masal Prensi" Tan Sağtürk ile memleket gerçekleri üzerine...

Ayıptır söylemesi, "Masal Prensi"mizi yıllaar önce keşfetmiş olmanın haklı gururunu taşıyorum. Kendilerini ortaokulda, Giselle'i sahnelerken izlemiştim. Benim de ortaokul yıllarımdı; her sarışın erkeği otomatikman süper yakışıklı zannettiğim bir dönemdeydim. Düşünün ki, bu sarışın-mavi gözlü çocuk, bir de masal kahramanını canlandırıyordu... Eni konu etkilenmiştim...

Eh, "erkek dediğin esmer olur canım" yaşlarımı idrak edeli epey zaman oluyor. Üstelik hayatta Charles gibi prenslerin de mevcut olduğu, hattâ genellikle sadece Charles gibilerinin mevcut olduğu gerçeğiyle çok zaman önce yüzleştim. Hayat yordukça, Kraliyet Ailesi'ne gıcık kapan, işçi sınıfının yaptığı müziği dinlemeyi tercih eden gruba dahil oldum. Bu yüzden ki, geçtiğimiz yıl boyunca okuduğum her Tan Sağtürk röportajı yüzüme müstehzi bir ifade kondurdu. Masal Prensi'nin masalı sürüyordu; olay Fransa'yı müteakip, Türkiye'de geçiyordu... İyiydi, hoştu... Ama içimdeki küçük hırt; "Burası Türkiye, Kaf Dağı değil!" diye slogan atıyordu. Tan Sağtürk'ü karşıma çekip; "Ne diyosun kardeşim sen yaaaa?" demeye karar verdim.

Günahını almışız...
Karşımda, başı bulutlarda, ayakları yerde, memleket gerçeklerine vakıf ama iyi şeylerin olacağına inanan bir genç adam buldum. Duygu Dikmenoğlu'ndan bahsederken -ki, niyetleri ciddi ama bu mevzulara teyp kapalıyken girmeyi tercih ediyor- sesine bir "utangaç oğlan" tonu yerleşiyor: "İkimiz de çocukluğumuzu aynı tip sobalı evde geçirmişiz; aynı mahallenin çocuklarıyız." Utandım...

Önümüzdeki yıl eğitime geçecek bir okul zinciri kurduğunu biliyoruz. Klâsik bale mi öğreteceksin yalnızca?

Klasik baleyle başlayacağız, daha sonra dans okulu hâline getireceğiz. Tangodan, salsaya, belki de halk danslarına kadar; yediden 70'e, herkes için... Profesyonel dansçı olmak isteyenler de gelsin, amatör olarak dans etmek isteyenler de orada bulunsun istiyoruz. İki-üç sene içinde bir show okuluna dönüşmüş olur. Eylül döneminden itibaren devreye giriyor. Tamamen başka tedrisat kullanmayı düşünüyorum. Bugüne kadar Türkiye'de hep Rus tekniğiyle bale öğretilmiş. Uzun süre Fransa'da bulunmuş birisi olarak, burada bulunan arkadaşlarımla birlikte değerlendirdik: Konservatuarda 10 senede çıkarabildiğiniz bir talebeyi, belki daha kalitelisini, bu teknikle dört sene içinde elde edebiliyorsunuz. O yüzden bu geri kalmışlığı kendi okulumda telafi etmeye çalışacağım.

Kişisel başarıları bir yana bırakacak olursak, Türkiye'de balenin varlığından, ya da gelecekte varolmasından söz edilebilir mi?

Türkiye'de bir şey yaptığınız zaman maalesef o ilk oluyor. Bakıyorsunuz; hep bale sanatına bir şekilde yakınlaşmak istemiş ama yakınlaşamamış insanlarla karşılaşıyorsunuz. Böylesine bir potansiyeli değerlendirmekte fayda var. Benim AKM'deki Uyuyan Güzel temsilimin biletleri bir sene öncesinden satışa sunulmuş ve tükenmiş. Ben bugüne kadar hiçbir çocuğun bale temsiline gelip de etkilenmediğini görmedim. Mutlaka hayatında dinlediği en güzel masal gibi olmuştur o gece, o çocuk için... Tanıtımı yaptıktan sonra niceliği sağlamak kolay.

Memleket çukur dolu...
Bir ergen ve öğrenci olarak ayrıldığın Türkiye'ye, bir yetişkin ve profesyonel olarak döndün. İlk baktığında genel manzara nasıl göründü gözüne?

İlk kez yurt dışına çıkıyormuş gibi hissettim kendimi buraya geldiğim zaman. Belediye seçimleri yaklaşırken, ucuz asfaltla yolların sıvandığını gördüm; ilk gördüğüm buydu... Ülkede bir sürü çukur var ama o çukurları biz dolduracağız. İnancım var. Mesela medyanın, tahmin etmediğim kadar desteği oldu. Ben ne de olsa bir pop sanatçısı değilim. Balenin tanıtımı çok zordur. Ben operadaki ya da tiyatrodaki organizasyon bozukluğu konusunda, dikkat ettiyseniz bir yıldır hiç eleştiriye girmedim. Direkt istifa ettim ve kendi yapımı oluşturmaya çalıştım.

Yıllardır baleden yana hevesinden hiçbir şey kaybetmiş değil misin? Her gün aynı tekst, aynı prova, aynı egzersiz...

Bu ortamı mâbed gibi görüyoruz biz. Sabahtan kalkıyorsun, bütün hayatını buna endeksliyorsun. Özel hayat diye bir şey neredeyse kalmıyor. Sanat kelimesi nereden geliyor, onu araştırdım bir süre önce... "Art" kelimesi "artificial"dan, yani suniden geliyor. Suni mâbed!

"Art imitates life" diye bir lafları da var ama... "Sanat hayatı taklit eder" yani...

Kesinlikle... Toplum içinde tek başına yaşayamıyor insanoğlu. Şehirlerde yaşarken monotoniler oluşuyor. Bu monotoniler size bir süre sonra nasıl yaşadığınızı unutturuyor. Hep gelecek endişesiyle yaşıyorsunuz. Para kazanmalısınız ki hayatınızı idame ettirebilesiniz... Bunları bize unutturan tek şey hep doğa olmuş. Denize ya da dağa çıktığımız zaman, tek içimlik nefeste; "Oh yaşıyormuşum," diyorsak eğer, bir tek o anı hissediyoruz. Suni olarak doğanın toplum içinde oluşturulması gerekiyor. O da sanat... Bizim tek görevimiz, insanlara şu anı hissettirebilmek. Dans ederken orgazmvari hisler duymam da anı yaşadığım için. Derler ya; "Sanat için sanat mı, halk için sanat mı?.." Bence kendimiz için sanat...

Sanatçıların egosu şişman olur, bulunduğun ortamlarda çekememezlik çoktur. Üstelik operadan istifa etmen gibi şeyler, senin "ukalâ fırlama" damgası yemene neden olabilirdi. Ama herkes seni seviyor. Neden dersin?

Ben attığım okun, hedefi 12'den vuracağından hep emin oldum tuhaf bir şekilde. "Bükemediğin bileği öpeceksin," derler ya, herhalde onu hissediyorlar. Biraz ukalâ bir tavıra gireyim; hiçbir zaman ölmeyeceğimi hissediyorum. Çok tuhaf... Nasıl ölünebilir anlamakta güçlük çekiyorum. Çok ağır bir şekilde; "Varım" duygusunu hissediyorum. Yeryüzü varsa, ben varım.

O "şu âna tutkuyla bağlı" olma hissiyatıdır belki de bunun kaynağı?

Gerçekten hissediyorum ben şu ânı. Ne kadar ömrümüz kaldığını bilemiyoruz. Reenkarnasyon olup olmadığını da bilemiyoruz. Bu yaşamışlığım bir hatıra olarak kalacaksa belki anlamlıdır ama hatırlamıyorsan onun da hiçbir anlamı yok. İleride cennet mi var, cehennem mi var; hiç bilemiyorum. Benim için şu an yaşadığım cennet var. Ne istediysem oldu hayatta. Fransız Devlet Balesi'ne yaptığım, şimdi oynadıkları balenin ismi; "Hiçbir Şeyden Pişman Değilim."

En güzel kim?
Sahne sanatçıları, bakılmaya müptela insanlardır. İnsanların arasına karıştığında filan, kendinin çok farkında mısındır?

Benim kendimi izlemeye vaktim yok. Hiçbir zaman sabah kalktığında saçını tarayan biri olmadım.

Bir arkadaşım bunu duyunca şaşıracak. Çünkü sana dair, bu doğal görünümü kazanmak için, ayna karşısında saatler harcadığın şeklinde bir paranoyası var. "Hiç yokmuş gibi makyajı" yapmayı bilen makyaj uzmanı kadınlar gibi...

Gerçekten de eline geçirdiğini üzerine giyip çıkan bir yapım var. Bir de, sanatçı olduğunu söyleyen insan mümkün olduğu kadar çevreyi gözlemlemeli. Çünkü özellikle koreografi yaparken, izlenimleriniz, bir filtre olarak çıkıyor. O yüzden hiç aynanın karşısına geçip; "En güzel kim?" diye soracak vaktim olmadı benim.

Duygu Dikmenoğlu ile"güzel insanlar, gönül çifti" durumunuz var. Bir mefhum olarak bu "seviye" muhabbetinin beni sinir ettiğini de ekleyerek söyleyeyim; en "seviyeli" birlikteliği yürütüyorsunuz. Size atfedilen bu hâlden sıkıldığın olmuyor mu?

Ya, ben kendime bakmayı beceremediğim gibi, ilişkimde de ikimize bakamıyorum. Hep karşı tarafa bakıyorum...

Annemin masalları...
Annen çocukluğumuzun sağlam TRT figürlerinden biri. Tabiri caizse, çok "toprak" işler çıkarmış bir kadın bana göre... Siz bakıldığında birbirine taban tabana zıt iki tip gibi görünüyorsunuz. Senin bir "Püsküllü Prens" durumun var, annense had safhada "gerçek" bir kadın. İlişkiniz nasıldır?

Benim mesleğim gereği, bulutlarda yaşamam lâzım. O bulutları insanlara taşımalıyız biz ama iki ayağımız yerde kalarak... Annemse, hep gerçekleri göstermeye çalıştı. Ben annemin anlattığı masalların prensini oynuyorum şu anda. Ama annem, annesinin kendisine anlattığı masalları seyrettirseydi televizyonda, iki program yayınlayabilirdi ancak...


Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır