kapat

06.05.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
I H Y
Sofra
L E I T Z
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
CAN ATAKLI(ataklic@sabah.com.tr )


Hemen askere sığınmak

Uzun bir süre önce yine yazmıştım; "İkidebir ortaya atılan darbe söylentileri çok rahatsız edici" diye. Ve eklemiştim "Sanıyorum bundan en çok askerler rahatsız oluyorlardır. Çünkü eninde sonunda darbe çok kötü bir şey olarak sunuluyor ve sanki askerler ülkeye kötülük yapacakmış izlenimi yaratılıyor. Bundan askerin sıkıntı duymaması mümkün değil."

Peki "darbe" sözleri ikidebir niçin ortaya atılıyor? Ya da niçin bir müdahale olması ihtimalini çağrıştıracak ifadeler kullanılıyor?

Çünkü sivil yöneticiler basiretsizliklerini, yeteneksizliklerini ve beceriksizliklerini başka türlü örtecek çare bulamıyorlar.

Sivil yöneticiler bu açmaza düştükleri için de, kamuoyu bunalımdan kurtulmanın çaresi olarak "güvenilir" bir otoriteye bel bağlıyor.

Daha bu hafta sonunda Meclis'te "vahim" bir olay yaşadık. Faziletli kadın milletvekilinin Meclis'e başı bağlı olarak girmek istemesi, tüm televizyonlardan canlı olarak yayınlandı.

Koca Meclis, DSP dışında, sessiz sakin otururken, herkesin gözü ister istemez "askerleri" aradı. İnanın, eğer üniformalı biri, Merve Kavakçı'yı kolundan tuttuğu gibi Meclis'in kapısına koysaydı kendisine kimse karşı çıkmayacağı gibi, yürekten de desteklenecekti.

Ve çok açık söylüyorum, hiç kimseye de "Neden böyle düşünüyorsun, burası Meclis, askerin ne işi var burada?" deme hakkını da kendimizde bulamayız.

Çünkü ne yazık ki, bu görüş halkın düşüncesinde yer etmiş durumda. Bunda da en büyük suç, bizzat sivil yöneticilerde, milletvekillerinde, bakanlarda, başbakanlarda ve hatta cumhurbaşkanında.

Şöyle geçirdiğimiz günlere dönüp bir bakın; en yetkili ağızlardan "darbe" söylentilerinin nasıl yayıldığını, bunun kimi zaman bir talep, kimi zaman da "korkutmaca" olduğunu hatırlayacaksınız.

Bugün bazı aydın! çevrelerde "atanmışlar-seçilmişler" tartışması yapılıyor. Atanmışların, seçilmişler üzerindeki baskısından, hatta dayatmalarından söz ediliyor.

Ama dönüp gerçeğe baktığımızda, pekçok baskı ve dayatmayı bizzat seçilmişlerin talep ettiğini, görüş ve fikirlerini açıklarken "atanmışlara" yaranmak için çaba harcadıklarını görüyoruz.

Başa çıkamadığı her sorun karşısında "asker böyle istiyor" kolaycılığına sapanlar, hem ülkede gerginliğin artmasına hem de zihinlerin bulanmasına neden oluyorlar.

Asker bizim askerimiz. 900 bini aşkın personeli, eş, çocuk ve yakınlarıyla 4 milyona ulaşan büyüklükte halkın bir kesimi. Asker de son seçimde oyunu kullandı ve sivil otoritenin oluşmasına katkıda bulundu.

Demokrasi "umacılar" göstererek değil, tüm kurum ve kuralları işletilerek korunur.

Türban sorunu da, hükümetin kurulması da, reformların yapılması da "güç çağrıları" yapılarak değil, aklın yoluyla, sağduyuyla çözülecektir.

Şimdi adamın biri potur giyip sarık takarsa ne olacak?
Çağdaş ve gelişmiş ülkelerde yasalar çok kısadır. Çünkü demokrasinin hayat bulduğu ülkelerde yasalar kadar gelenekler ve teamüller de geçerlidir. Bu nedenle kısacık yazılan bir kanun bile yeterlidir. Oysa bizim gibi ülkelerde yasalar, kurallar çok açık yazılmalı. Örneğin, Meclis'te şu anda türban krizi yaşıyoruz. Çünkü, kadınların giysileri net yazılmamış, Faziletliler de bundan yararlanmaya çalışıyor. Aynı durum erkekler için de söz konusu. Erkek giyimi için "ceket ve kravatlı olacak" deniyor. Bu durumda herhangi bir erkek milletvekili ayağına poturu çekip kafasına sarığı sardıktan sonra ceket giyip kravat takabilir. Uzun lafın kısası; iş istismar etmeye gelince yol çok. Ayrıca, unutmayın, bu mecliste "kadın başkan" hiç düşünülmediği için, o kürsüye çıkacak kadının nasıl giyineceği de tarif edilmemiş durumda. Demek ki, bize lâzım olan "çok ayrıntılı" yazılmış kurallar.

Kurallar ve bir maç
Kurallar elbette bozulur ama, mantıklı bir gerekçeyle. "Bir kereden birşey olmaz" mantığıyla kuralı bir kere bozarsanız, arkası gelir.

Bunu bizde sık sık görüyoruz. Kurallar önce bir kere için bozuluyor, sonra da yol oluyor. Daha da vahimi alışkanlık yaratıyor ve bir bakıyorsunuz kuralsızlık kural haline gelmiş. O zaman "yapanın yanında kâr kalıyor" inancı herkesin ideali haline geliyor.

Geçen hafta dikkatimi çeken, ancak fırsat bulup yazamadığım bir konuyu dile getirmek istiyorum.

Gaziantepspor- Fenerbahçe maçında, saha üzerinde garip işaretler görünüyordu. Bunlar belli ki bir gün önce yapılan 23 Nisan törenleri için çizilmişti, ki öğrenciler gösteri yaparken yerlerini bilsinler diye.

Bu işaretler maç saatine kadar silinememiş. Oysa uluslararası futbol kurallarına göre, maçın yapılacağı alanda saha çizgilerinin dışında hiçbir işaret olmaması gerek.

Peki o çizgilerin olması maçın sonucunu etkiledi mi? Elbette hayır, ama göz göre göre kural çiğnendi. Genel inancımız gereği "Canım ne var bunda, maç oynandı geçti işte" dedik.

Kural gereği maçın hakeminin "Bu çizgileri temizleyin, yoksa maçı oynatmam" demesi gerekti. O demedi. Saha kenarındaki komiser ses etmedi, maçı izleyen vali, belediye başkanı, klüp yöneticileri ve basın mensupları "Böyle olmaz" diye tepki göstermedi.

İşte size ülkemizde niçin pekçok şeyin "laçka" olduğunu gösteren somut bir delil.

Yazarlar sayfasına geri gitmek için tıklayınız.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır