kapat

06.05.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
I H Y
Sofra
L E I T Z
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
İran mucizesi
İran sineması, dünya sinema sanatında bir 'mucizevi vaka' olarak değerlendiriliyor. Bu mucizenin üstatlarından Abbas Kiarostami işin 'sırrını' Atilla Dorsay'a açıkladı

Atilla DORSAY

Abbas Kiarostami, 59 yaşında bir sinema ustası. Sayısı 10'u bulmayan filmleriyle dünya üzerinde festivallerde tam 60 ödül almış. İstanbul şenliği bu yıl ona bir 'Onur Ödülü' verdi. Sanatçı İstanbul'da birkaç gün geçirdi. İran sineması, dünyada bir mucize sinema kabul ediliyor, filmleri her yerde ilgi görüyor. Bu mucizenin ardında neler olduğunu soruyorum ona...

Yasakların mucizesi
"İran sineması kuşkusuz ki o engin İran kültüründen, onun birikiminden yararlanıyor. Ama bu sinemayı oluşturan başka ögeler de var. Bunlardan biri, Humeyni'nin 1979'daki devriminden sonra gelen İslami dönem ve onun getirdiği çeşitli yasaklar. Bu yasaklar öylesine ağır ve öylesine çok ki, her sanatçı, her yönetmen onları aşmak için kendisine özgü yöntemler geliştirmek zorunda kaldı. Herbirimiz hikâye seçiminden anlatıma farklı biçimde bu yasakları aşmayı denedik. Ve ortaya tüm dünya ülkelerinden farklı bir sinema çıktı."

"Peki bu sinemanın başarısında, Batı sinemalarını saran şiddete, sekse, özel efektlere hiç başvurmadan, sadece hayatın temel sorunlarını en sade ve düz biçimde anlatmasının etkisi yok mu?"

"Olmaz olur mu? Benim söyleyemediğimi siz söylediniz. Batı bu sadelik ve hayata dönüş karşısında öylesine şaşırdı ki, bizi ve filmlerimizi aşırı yüceltti, ödül yağmuruna boğdu. İran sinemasının başarısının biraz da bir yanlış anlamadan geldiği bile söylenebilir."

Kiarostami sinemasında erkek kahramanların ve özellikle çocukların dünyasına eğiliyor. Kadın kahramanlar ve kadın-erkek ilişkileri yok...

Niçin?
"Son 20 yıldır İran sinemasında ailenin, kadının sorularını anlatan, kadın-erkek ilişkilerini gösteren filmler yapma imkânı yok. Çünkü İslami baskı nedeniyle kadınla erkeğin sevişmelerini göstermek olanaksız. Erkek kadına dokunamıyor bile... Birbirini seven iki insan birbirine dokunamaz mı? Dokunmadan sevgiyi nasıl anlatırsınız? Kadını mahremiyetinde bile türbansız, başörtüsüz göstermek mümkün değil. Sabah, bir kadın yatağında uyanıyor, çarşaflı... Böyle şey olur mu? Ben o yüzden kadın-erkek öyküleri anlatmıyorum. Yine de anlatmayı deneyen meslektaşlarım var, onlara saygı duyuyorum. Ama ben yapmıyorum."

İslam ve intihar
Abbas'ın filmi "Kirazın Tadı" intihar saplantılı bir adamı anlatıyor. Ama intihar tüm dinlerde yasak ve günah... Ya İslam'da? "İntihar konusunu ele almaktan korkmadınız mı?"

"Evet, korktum. Ama film intihar değil, intihar etme özgürlüğü üzerine bir film. Ünlü şairimiz Ömer Hayyam, hep ölümden söz eder ve ancak ölüm düşüncesinin hayatın gerçek olarak değerlendirilmesini sağladığını belirtir. Hayat da, ölüm de birer seçimdir. Aslında dünyaya gelmeyi seçmiyoruz. Ülkemizi, milliyetimizi, cinsiyetimizi, dinimizi, zengin-fakir oluşumuzu da seçmiyoruz. Ama gerekirse ölümü seçebilme şansımız var. İntihar, bir büyük salonun, bir sinemanın çıkış kapıları gibidir. O kapıların orda olduğunu bilmeseniz, içerde rahat edemez, filmi bile izleyemezsiniz."

Sanatçı ve baskı
"Kirazın Tadı," İran yönetiminin muhalefetine rağmen 1997 Cannes şenliğine gönderilip Altın Palmiye aldığı halde, bu hükümetin filme sıcak yaklaşmasını sağlayamamış. Ve film İran'da iki yıl gecikmeyle, ancak şu günlerde gösterime çıkıyor. Sanatçı, hükümet kanadından hep alay, hakaret ve suçlamalarla karşılanmış. Bunun etkisinde kalan kimi seyirciler de yönetmene karşı tepki göstermişler. Ama ona göre İran'da filmlerini anlayacak ve onlara sahip çıkacak belli bir aydın ve halk kitlesi var.

Ve Cannes 97'den bir anı anlatıyor. Kiarostami "Kirazın Tadı"nı yeni bitirmiş, tümünü izleyememiş bile... Film son dakikada gelmiş ve özel bir gösteride sunuluyor. Salon hınçahınç dolu. Gösteri bitiyor, Kiarostami koltuğunda büzülmüş, gözlerini bile açamıyor. Nasıl karşılanacağını hiç bilmiyor. Bir anlık bir sessizlikten sonra müthiş bir alkış başlıyor, beş-altı dakika sürüyor. Ve o başardığını anlıyor. Onu çok iyi anlıyorum; ben de o salondaydım...

"Yol" ve Türk sineması
Kiarostami, eski Türk sinemasını tanımış: İran'la Cüneyt Arkın'lı ortak filmler yaptığımız dönemin filmlerini... Ama sonra "Yol"u görmüş ve şaşırmış, 'böylesine bir başyapıt bu sinemadan nasıl çıktı' diye... Bu filmin tüm üçüncü dünya sinemasını, bu arada İran sinemasını da çok etkilediğini belirtiyor.

Sanatçı evli, iki yetişkin çocuğu var. 10 yıldır ABD'de de bir evi var. Ama ülkesini çok seviyor, Tahran'a bayılıyor: "İsfahan veya Tebriz de güzeldir, ama Tahran bambaşkadır. Orda herşeyi bulursunuz." Bu sevgiyle o daha İran üzerine çok film yapar... Nitekim yapmış da... Bir türlü İngilizceye çeviremediği son filmi, Ağustos'ta Venedik festivalinde gösterilecek. Ve gelecek Nisan'da da İstanbul'da... Bu kenti, bu seyirciyi, bu festivali çok sevdiğini belirtiyor ve gelecek yıl için şimdiden davet beklediğini söylüyor. Benden festival yöneticilerine duyurması.


Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır