kapat

30.04.1999
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
S u p e r o n l i n e
Magazin
I H Y
Sofra
L E I T Z
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
Hazırlayanlar
Sabah Künye
E-Posta

1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 1999
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
ÇETİN ALTAN(caltan@sabah.com.tr )


Çimdik çimdik makarna...

Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer de, bizim Türkiye Cumhuriyeti'nin çağdaş bir hukuk devleti olmadığını nihayet resmen açıklamak zorunda kaldı.

Nitekim Avrupa Birliği üyeliği için adaylık listesine dahi bu gerekçe ile alınmadık ve 200 yıldır hayalini kurup durduğumuz Avrupalı sayılma umudu tuzla buz oldu.

Yunanistan da Amerikancı Albaylar cuntasından sonra böyle bir sakıncayla burun buruna gelmişti. Ancak orada sağcı Karamanlis, hem darbeci Albayları cezalandırdı, hem anayasayı değiştirerek Avrupa tipi bir demokrasiyi yerleştirebildi Yunanistan'a...

Biz ise Soğuk Savaş döneminde Atina'dan çok sağdık kaldık Washinton'a...

Bu nedenle de hem çağdaş bir hukuk devleti olma aşamasına bir türlü geçemedik; hem ne turban tartışmalarıyla, ne Susurluk modeli cinayet örgütlenmelerinin üstesinden gelebildik...

Soğuk Savaş yıllarında Washington'a aşırı sadakat, sade bizi Avrupa kriterlerinden iyice kopartmadı, aynı zamanda NATO içinde dahi çağdaşlaşamayan bir ülke durumuna düşürdü.

Şimdi gelelim bugüne...
Karşımızda iki önemli merkez var. Biri yine Washington, öteki bu kez, Brüksel...

İkisi de sık sık üstümüze doğru uzatıyor elini..

Şu farkla ki, Amerika Birleşik Devletleri, -belki de neden bu durumlara düştüğümüzü bildiğinden ötürü- kollamak için; Avrupa Birliği ise kollamak için değil, sadece parmaklamak için...

Bizi kara kara düşündüren de şu:

Ya sonunda Amerika da, Avrupa'ya özenir ve bizi kollamak yerine, bir de parmaklamayı denemeye kalkarsa...

* * *

Bazı siyasetçilerin vatanı çok sevmeleri; sıçanın peyniri, kedinin de ciğeri çok sevmesine benzermiş.

Onlar da vatanı çok sevdikleri için, fırsatını bulunca doya doya yerlermiş, doya doya yerlermiş...

* * *

Yugoslavya'nın NATO bombardımanları altında mahv ve perişan olmasının anısına, Miloseviç'in koskocaman bir heykelinin dikilmesini isteyenler varmış..

Ancak inadının hem kendisine, hem halkına nelere malolduğunu göstermek için; heykelin kafası bir yanda, gövdesi bir yanda, kol ve bacakları bir yanda olarak, paramparça dikilmesinin daha uygun olacağını düşünüyorlarmış.

Altına da şöyle yazacaklarmış:

İşte bir kahraman, yahut bir salak..

* * *

Saddam'ın da haftada iki-üç kez bombalanması ihmal edilmiyor. Irak bombalandıkça, Iraklılar daha çok seviyorlarmış Saddam'ı..

Hatta Iraklı bir ozan, hamasi bir manzume yazmış bu konuda:

Yağsın daha çok yağsın bombalar...

Varsın ekmek olmasın, don kalmasın ayakta...

Yeni kuşaklar için seferberdir analarla babalar

Şimdi herkes vatanı düşünüyor yatakta

Fabrika gibi çalışıyor şehirler kasabalar..

Bir deri, bir kemik dilenci avuçları...

Dua eder Saddam'a iyi ki varsın diye..

Biz alıştık tutmaya iftarsız oruçları,

Açlıktan sürünelim, su olmasın içmeye

Saddam yiğit, Saddam bize Tanrımızdan hediye

İniminim inlesek de ne güzel, yok olsak da ne güzel..

Madem ki Saddam büyük, Saddam cihana bedel...

* * *

Siyasetçilerin avantaları üstüne kitlelere malolmuş ciddi incelemeler çok değil.

Nedeni de herkesin az çok bilmesi bunların ne tür avantalar olduğunu...

Ancak bazen siyasetçi zora düştüğünde bedeli büyük ödeniyor avantaların...

Öylesine üzülüyor, eriyip bitiyor, kahroluyorlar ki...

O yüzden genç siyasetçilere eski bilgelerin bir sözünü hatırlatmak yerinde olur sanırız:

- Ne oldum deme, ne olacağım de..

Yazarlar sayfasına geri gitmek için tıklayınız.

Copyright © 1999, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır