Yeşilköy'de yeni açılan Eleos, mavi-beyaz dekorasyonuyla Rum meyhanelerini andırıyor. Adını Angela Dimitriu'nun Eleos adlı şarkısından alan lokantada, Ege'nin ünlü otlu salatalarıyla mezeleri var..
Yüzyıllar boyu Osmanlı'da meyhanecilik sektörünü Rumlar elinde tutmuştu. 1960'lı yıllara kadar, o azınlıkların arasına tek tük Müslüman işletmeci de girdi, ama bunun dışında önemli bir değişiklik olmadı. Sonra çeşitli nedenlerle Rumlar ve öteki azınlıklar
Türkiye'den, dolayısıyla İstanbul'dan ayrıldıklarında, bu mesleği Rum meyhanecilerin yanında yetişen Müslümanlar sürdürdü. Ardından da önüne gelen meyhaneciliğe başladı. Öyle ki, bir Rum meyhanesinde kesinlikle bulunmayan acılı ezme salata bile yeni mezelerin vazgeçilmezleri arasına girdi. Ancak hakiki Rum meyhaneleri tarihe karıştığı halde, hâlâ meyhanelerde en çok Rum müziği, tercihen Anadolu Rumlarının Rembetiko müziği çalınır. Rumca isimli içkili mekânlar, daha fazla ilgi uyandırır. Bu taklit meyhanelerin ömrü uzun olmaz. Geçenlerde Yeşilköy'de, Eleos isimli bir meyhanenin albenili broşürü elime geçti. Ayrıntılı fotoğraflarının yer aldığı mekân çok çekici görünüyordu. Ön tarafında bahçesinin de bulunduğunu okuyunca, her anlamda sıcak bir gün olan 1 Mayıs'ın akşamı, Yeşilköy'ün yolunu tuttum. Yeşilköy, İstanbul'un fazla yozlaşmamış ender semtlerindendir. Bir zamanlar varlıklı Rumların yaşadığı bu semtte, hâlâ orijinal mimari özelliklerini koruyan evler, köşkler yer alır. Yeşilköy'de, marinaya bakan lokantalara ilave olarak daha arkalarda, sokak aralarındaki eski binalar birer ikişer içkili, içkisiz lokantalara dönüşüyor. Eleos'un konumu daha da ilginç; Yeşilköy'deki İtalyan Kilisesi'nin karşısında. Biz gittiğimizde bir etkinlik nedeniyle ışıkları yanan ve kalabalık bir cemaatin girip çıktığı bu kilise, İstanbul'un birçok semtinde kapılarına kilit vurulmuş, giderek köhneleşen Hıristiyan ve Musevilerin dini yapılarından farklı olarak, çeşitli din ve ırkların bir arada huzur içinde yaşadıkları bundan 45 yıl öncesinin İstanbulu'nu çağrıştırıyordu. Eleos'un bulunduğu bina da eski; pencerelerinde bombeli eski tip parmaklıklar var ve bunlara rengârenk çiçek saksıları asılı. Bina beyaz ve mavi renklerde boyanmış. İç mekân da bembeyaz boyalı. İskemleler ve salonun bir köşesindeki duvara bitişik rahat kanepeler de beyaz. Beyaz masa örtülerinin üzerine konan mavi renkli 'chemin de tabl' denen daha küçük örtüler bu bembeyazlığı dengeliyor; duvarlarını ise eski İstanbul meyhanelerinin büyük boy siyah-beyaz fotoğrafları süslüyor. Ön taraftaki küçük bahçede, bizimki dışındaki bütün masalar gittiğimizde doluydu. Eski Rum garsonların içten konukseverliğini hatırlatan servis personeli, sanki buranın gedikli müşterisiymişiz gibi bizi karşılayıp buyur etti. Ortaya ekmeklerle birlikte bir tabakta tatlımsı süzme yoğurt ve zeytinyağı getirildi. Sonra da soğuk meze tepsisinden tercihlerimizi yaptık. Mezeler bildiklerimizin dışına çıkmıyordu. Sadece Bombay fasulyesinden yapılmış sıcak pilaki, bir ölçüde farklı sayılabilirdi. Sıcak mezelerde de ızgara ya da tava kalamar, iri ahtapot kolları, balık kokoreç gibi son zamanlarda bütün içkili mekânlarda bulunan spesiyaliteler mevcuttu. Bildik mezeler servis edilecekse, niçin buraya Eleos gibi Rumca bir isim verildiğini, Rembetiko müziği çalınması ve dekora Yunan bayrağının renklerinin hâkim olması dışında Ege'nin öteki yakasına ait ne gibi özelliklerin bulunduğunu merak edip garsona sordum. Eleos, 'merhamet' anlamına geliyormuş. Eğer soğuk mezelerin bir bölümünü tatmış ve kalitesinden memnun kalmamış olsaydım, bu ismin, kötü yemekler önüne geldiği için tepesi atan müşterilerin gazabını yatıştırmak için konduğunu düşünebilirdim. Bunun dışında meyhaneyle merhamet ismi arasında bağlantı kuramadım. Az sonra masamıza uğrayan meyhanenin genç sahibi Aleks Karaköse durumu açıkladı. Meğer iki yıl önce çok moda olan, Yunanlı şarkıcı Angela Dimitriu'nun
Eleos adlı şarkısını çok sevdiği için bu adı koymuş. İkinci merak ettiğim, burada Yunan mutfağından ne gibi örnekler bulunduğuydu. "Biz burada Yunan mutfağı sunduğumuzu iddia etmiyoruz", diye yanıtladı Aleks Bey. Sadece Ege mutfağı ağırlıklı bir mönü oluşturduklarını, çeşitli ot salataları ile Marmara ve Ege mezelerini kaliteli biçimde hazırlamaya özen gösterdiklerini söyledi.
TARAMA YERİNE ÇİROZ
Gerçekten de örneğin acılı ezme salatası yoktu mezeler arasında. Ne var ki hiç değilse tarama bulunabilirdi, o da yoktu. Buna karşılık çirozu kolay kolay rastlanmayacak kadar yumuşak ve lezzetliydi. Kalamar ve ahtapot çeşitleri de Ege'nin iyi lokantalarının düzeyinde ve yumuşacıktı. Mezelerin bolluğundan balığa yer kalmadı. Sadece bir porsiyon dilbalığı kavurma söyledik ve birer parça tattık. O da çok lezzetliydi. Yemeğin üstüne dondurmalı irmik tatlısı ve çikolata şelalesi adını verdikleri sıcak çikolatalı kek geldi soframıza. Onlar da sınıfı geçti. Sonuçta aydın ve çağdaş görünüşlü müşteriler arasında, eski günlerin İstanbul'unu anımsatan bir atmosferde, bir zamanların Rum garsonlarının çizgisini yansıtan servis anlayışıyla sundukları günümüz mezelerini keyifle yedik. Yanında da eskiden bu kadar kaliteli çeşitleri bulunmayan mis gibi anason kokan yaş üzüm rakısını yudumladık. İyi ki gitmişiz!