Ingrid Betancourt'un özgürlüğüne kavuşması, bu vesileyle imajını parlatan Sarkozy'nin işine geldi.
Bu filmi daha önce gördük!
Esin KÜÇÜKTEPEPINAR
19.07.2008
Amerikan Konsolosluğu'na yapılan saldırı da, Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri tarafından rehin tutulan Ingrid Betancourt ve 13 rehinenin gerillaların elinden kaçırılma operasyonu da 24 dizisini hatırlatıyordu. Zaten Hollywood gerçek olayları seviyor..
İLİŞKİLİ HABERLER
Bu filmi daha önce gördük!
Gece karanlığında vınlayan bir helikopter, ağır silahlarla donanmış askerler, devir teslimi bekleyen esirlerin gerilim dolu bakışları, kısaca tekinsiz bir atmosferde ölüm kalım savaşı... "Hangi film?" diye sormak gereksiz. Haklısınız, bu tür sahneleri Hollywood aksiyonlarında binlerce kez izledik. Dolayısıyla imgesel kodlarla tıka basa olan kollektif hafızamızın daha geçenlerde, haber bültenlerinden öğrendiğimiz gerçek bir kurtarma operasyonu karşısında hiç yabancılık çekmeden anında duruma vakıf olmaya kalkışması anlaşılabilir. Gerçek ile kurmaca arasındaki bu sıkı fıkı fotoğraf ilişkisi gerçek yaşamdan 'uyarlama' veya 'esinlenme' ibaresiyle kafamızı iyice bulandırabiliyor. Bu arada biz büyük resmin farkına varamadan yani olayın vahim boyutunu idrak edemeden, Hollywoodlu yapımcılar kolları sıvıyor bile. Al sana film! Nitekim bu helikopterli gerilim anlarını 2 Temmuz'da bizzat yaşayan 46 yaşındaki Kolombiyalı/Fransız kadın politikacı, yeşilci aktivist Ingrid Betancourt'un öyküsü sinemaya uyarlanacak. Ne de olsa altı yıldır hükümet karşıtı Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) tarafından rehin tutuluyordu. Sonuçta Betancourt ve üç Amerikalının da aralarında bulunduğu 14 rehine, değme ajan filmlerine taş çıkaracak kıvraklıktaki bir operasyonla kurtarıldı.
ORTAK YAPIMCILI OPERASYON
Betancourt'un yıllardır görmediği iki çocuğuna gözyaşları içinde sarıldığı duygusal görüntülerden birkaç gün sonra da Hollywood'un bu öyküyü sinemaya uyarlama niyeti haber bültenlerine düştü. Yönetmen olarak bir Kolombiyalı seçileceği ve hükümetin de para desteği sunacağı açıklandı. Tabii ki filmin bütçesindeki iki ana yapımcı, Amerikan ve Fransız. Yani tıpkı gerçek hayattaki kurtarma operasyonunun kendisi gibi. Peki bu film bize aynı meseleyi (son kurtarma operasyonu hariç) anlatan 2003 tarihli Kayıp Barış (Missing Peace) adlı belgeselden farklı ne anlatacak? Rehinelerin serbest bırakılması aşamasında yönetmen Oliver Stone'u bile sinirlendiren Kolombiya Devlet Başkanı Alvaro Uribe'nin duruma arabulucu olan Venezüella ve Ekvador'un solcu devlet başkanları Chavez ile Rafael'i engellemeye çalışması, ardından Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve ABD'ye yanaşarak muhtelif manevralar geliştirmesi gerçekten senaryoda yer bulabilecek mi? Anında tarih yazarak gündemi düzleyiveren günümüz politikaları söz konusuyken, Hollywood'un da üzerine düşeni yapmaması düşünülemez. Dolayısıyla dön dolaş 'bu filmi önceden gördük' hissiyatını köpürteceğinden kuşkulanmayı elden bırakmamak gerek. Karşımıza sivri açıları törpülenmiş, politik haritası kaydırılmış, göz yaşartan bir ibret ve azim öyküsü çıkması işten bile değil. 1993 yılında Somali, Mogadişu'da Amerikan ordusunun gerçekleştirdiği ve 19 Amerikalı askerin hayatını kaybettiği operasyonun anlatıldığı film, meseleyi gayet tek boyutlu ele alarak nihayetinde bir kahramanlık güzellemesi yapan İngiliz Ridley Scott gibi yönetmenler ırkçılıkla suçlandıklarında nedense haksızlığa uğramış gibi yapıyorlar. Masumca 'film izlemeye' giden seyircinin yolunu kesip 'izleyecekleriniz vallahi de gerçek' diyerek tarihe tanıklık vazifesi yüklemek, ama sonuçta resmen resmi ideolojiyi pompalayan bir eğlencelik bulduğunuzu fark ettiğinizde 'tarih yazmıyor, film yapıyoruz' sözleriyle bizi oyalamaya kalkışmaları herhalde bizim kafa karışıklığımıza fazlaca güvenmelerinden kaynaklanıyor. Steven Spielberg mesela meşhur Münih filmiyle Ortadoğu barışını Münih Olimpiyatları'ndaki katliam ve sonrası üzerinden sağlamaya çalışırken bile iki manalı cümle ve imge için tüm filmi kana buluyor. Elbette ki İsrail gizli servisinin karşı atağındaki suikast operasyonları, değme kurmaca filminin entrikasını yaya bıraktığından fazladan dolap çevirmeye gerek yok. Ama Spielberg'ün meseleyi usta işi bir aksiyon ve gerilimle takdim etme zaafı, hassasiyeti ve samimiyeti konusundaki şüphelerimizi köpürtüyor.
UYARLAMALAR TUTUYOR
Nihayetinde sanat ile yaşamın habire birbirini taklit ettiğine dair bir daire çıkarırsak eğer ortaya, olayları ele alışıyla Hollywood, çoğu zaman köşe oluyor. Ne de olsa malum 'gerçek yaşam dramaları' denilen ve adeta türe dönüşen bu uyarlamalar çoğu zaman iyi satıyor, yatırılan paranın hakkını gişede veriyor. Formül, ibret ve başarı öyküsü anlatmaktan ibaret olduğu için de yaşanmışlıkların sivri tarafları törpülenmek zorunda. Böylece gerçeği sinemasal olmayan kaygılarla farklı yönlere çekerek bildiğini okuyan bu filmler, kendi iddialarıyla çelişiyorlar. Bu da yaşam ile sanat arasında elbet bir kopukluk yaratarak mevzuyu resmi bir 'duygusal mesaj' kıvamına dönüştürüyor. Bu nedenle Nicolas Cage'li Dünya Ticaret Merkezi veya Uçuş 93 gibi filmler, trajik travmalar üzerinden dayanışma öyküleri anlatmaya kalkarken güdük kalıyorlar. Dolayısıyla agresif Er Ryan'ı Kurtarmak veya iyi niyetli Michael Collins fark etmiyor, her ikisinden de benzer ve ortalama dersleri alıp çıkıyoruz. 11 Eylül miladından sonra sinemada teröre bakışını törpülemiş gibi görünen ama 'siyaseten doğruculuk' kisvesinde bildiğini okuyan filmler için zamanlama elbet çok önemli. Ama hicvin alasını yapan Başkanın Adamları'nın (Wag the Dog, 1997) beklenmedik şekilde gerçek gündemle benzeşmesi kaderin bir cilvesi elbet. Yani gerçek yaşamın kurmacayı yakinen taklit etmesi algımızı ve ilgimizi dağıtıyor.
İLİŞKİLİ HABERLER
Bu filmi daha önce gördük!
Yayın tarihi: 26 Temmuz 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/26/ct/haber,6286912DC623430A9455349F3DCFBB31.html
Tüm hakları saklıdır.