Hızar sırtında aşk...

Şimdi, diyeceksiniz ki, bu adam kendini müneccim diye bize yutturmaya çalışıyor. Emin olun böyle bir niyetim yok. Sadece azıcık takdir bekliyorum. Sebep mi? Daha geçen haftaki yazımın başlığı 'Cinsel açlık tehlikesi' idi, kamuoyunu uyarmış, önlem alınması gerektiğini belirtmiştim; yazının mürekkebi kurumadan, yurtta Vakit yazarı Hüseyin Üzmez, dünyada ise Avusturyalı sapık baba skandalları patladı. Sevimsiz konular olduğu için bu hadiseler üzerine yazmayacağım. Herkes gibi kara kara düşünmekle yetiniyorum... Şimdi dönelim bizim hop kültür dünyamıza... Ne yazık ki, beğenerek izlediğim Bıçak Sırtı isimli dizi de, bir 'cinsel açlık skandalı' ile apar topar bitirildi. Evet efendim, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulguru, tarhanayı kaybeden şehzade Orhan (Fikret Kuşkan), iyi bir insan olmaya çalışıyordu artık... Ama bir insan her şeyini mi kaybeder arkadaş? Hanım gitti, çocuk gitti, manita uçtu, varlığından geç haberdar olduğu abisi gözünün önünde kendi kafasına sıktı, annesi araba altında kaldı, dükkânın hisseleri ne oldu belli değil, e saltanat, veliahtlık falan deseniz o da sizlere ömür... Şehzade Orhan'ın madde bağımlısı olmaması için tek bir sebep söyleyin bana!.. Artık o göz seğirmesi, burun oynaması falan iyice fazlalaşır mı, göz torbaları yanağa kadar düşer mi, ne olur bilemem. Hayatı kaydı adamın... Aslında ben dizi boyunca ya da diziye girdiği andan itibaren, hep kendime yakın bulduğum ve ortalıkta "Numiş! Numiş!" diye dolanan Leyla Hanım'ın akıbetiyle ilgilendim. Hatta, Leyla Hanım tipolojisinde hanımlar ortalığı sarsa, dünyanın çok daha yaşanılabilir bir yer olacağı gibi felsefi bir sonuç bile çıkardım. Dizi, Osmanlı hanedanının marangozhanede hızar üzerinden kayıp düşmesi ile ilgileneceği yerde, Numiş ile Leyla Hanım'ın maceralarına yoğunlaşsaydı, halkımız konuya çok daha farklı bir alaka gösterebilirdi, reyting seviyeleri yükselebilirdi diye de düşünmedim değil... Olmadı... Şimdi, tabii reyting düşük olabilir, vatandaş senaryonun inceliğini anlamamış olabilir, bıçak sırtında fazla raks etmenin mümkün olmaması gerçeği de ayrı bir etkendir falan da, bu dizilere final bölümü çekecekseniz, bari bunu iki, üç bölüme yayın da her şey efendi gibi bağlansın. Aksi halde, izleyiciye ayıp oluyor gibi geliyor bana. "Reyting alamadık, reklamlar yeterli gelmedi, kısacası yemediniz, alın bu finalle gargara yapın," diyorlar alenen. Sonra, sayın okurlar, nedir bu bütün dizilerde bir DNA durumları? Bıçak Sırtı'nda iki DNA durumu birden tartışıldı; yetmedi, arada bir de Güneş'i hamile ettiler. Ondan sonra, tıp âlemiyle sürekli halvet olarak bizi kör gözüm parmağına misali sosyal sorumluluk manyağı yapmaya çalışan Binbir Gece de girdi DNA testi yaptırırsın-yaptırmazsın topuna... Neyse efendim, diziler artık kendilerini seyrettirmez hale gelene kadar reklam posasını çıkarıp, geri kalanından büyükbaş hayvanlara küspe niyetine sunma hevesinden vazgeçmeyecek gibi görünüyor. Eh, bu devir de sona erecektir nasıl olsa... Bakınız bu millet mesela Özcan Deniz'i acayip bir biçimde defterden silmiş vaziyettedir. Ben hiç takip etmedim ama Asmalı Konak'ın etinden, sütünden, yününden yararlandıktan sonra, bir de Amerikan soslu filmini çekip tıp âleminden tutarsızlıklarla dolu 'liposankşın'ını yaptırdılar, Özcan Deniz bir daha hayır etmedi. Sahnede vurulduğu son talihsiz hadiseden sonra verdiği ilk konserde, boş koltuklara seslendi. Halbuki daha bir sene evvel, senaryolardan senaryolar beğenmiyor, albümlerden albümlere konacağını sanıyor; yani hayatın hep zirvede devam edeceğini zannediyordu. Öyle olmadı işte... Demek ki, bir projeye suyu sıkılacak havuç gibi bakıp, posasını da kulağımızdan tıkıştırma sevdası ters tepiyor. Yapmayalım böyle... Tabii kime laf anlatıyoruz, orası da ayrı mevzu. Söz konusu ortamlarda sadece astronotların sayabileceği miktarda para kazanılıyor. Bir garip tosunun lafına mı bakacak bu arkadaşlar?