kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 4 Mayıs 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
Günaydın 
YÜKSEL AYTUĞ

1990 yılının köşe yazısı

PEKİ o gün ne yazmışım diye bir de dergideki köşeme baktım. Ve kendimi 2008 yılında dünyaya geri dönen Jules Verne gibi hissettim. İşte 1990 Mayıs'ında kaleme aldığım o "fantezi" yazı:
2010 yılının sıcak bir Ağustos akşamı... İstanbul'un orta halli semtlerinden birinde, mütevazı bir apartman dairesindeki konuşmalara kulak kabartıyoruz.
Kalınlığı 3-4 santimi geçmeyen, duvara asılı bir tablo görünümündeki dev dijital ekranın karşısında Merve Hanım ile Salih Bey sohbet etmekteler.
- Aman Salih, bıktım senin şu çim hokeyi merakından. Sabah akşam aynı şeyi seyrediyorsun. Ta Hindistan'daki adamların ellerindeki sopalarla sağa sola koşturmaları seni neden bu kadar heyecanlandırıyor, anlamıyorum. 20 sene önce "Acaba televizyon bu hafta Fener-Beşiktaş maçını verecek mi?" diye sabahlara kadar bir papatya falı açmadığın kalırdı.
- Ne yapalım hanım, zaman değişti. Şimdi elimin altında 40 uydu kanalı, 4 kablolu yayın, üç tane de belediye kanalı var. Futbol filan artık zevk vermiyor. Birazdan Japon TV'si, Tayland Boksu Dünya Şampiyonası'nın final maçını verecek, asıl onu bekliyorum. Haa, sahi küçüğün odasından sesler geliyordu. Daha uyumadı mı velet?
- Teletekst yayınından Ali Baba ve Kırk Haramiler'i okuyor. Zaten bütün gün okulda bilgisayarın başında oturmaktan gözleri kan çanağı gibiydi. Bir de akşamları teleteksten masal okuma sevdasına tutuldu.
- Sen ondan önce bu ayki kablolu yayın abone ücretini nasıl ödeyeceğimizi düşün. Belediye Televizyonu'nun da bu ay şifresi değişecekmiş. Yeni şifre için tonlarca para ödeyeceğiz yine. Bir de üstüne üstlük babanın borsa tutkusu çıktı başıma. Neymiş efendim, kablolu yayınla İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nı izliyormuş. 65 yaşındaki adam bütün gün monitör başında. Bu heyecana nasıl dayanıyor, anlamıyorum.
Yazı böylece sürüp, gidiyor... Printer çıkışı alabilen televizyonlardan, Lüksemburg televizyonundaki erotik yayınları gece gizlice izlemeye çalışan evin büyük oğlundan, yani gerçekleşmesi olanaksız "ütopyalardan" (!) söz ediyor... Hatırlatırım, yıl 1990... "3-4 santim kalınlığında duvara tablo gibi asılabilen televizyon" genç bir TV eleştirmeninin sadece hayalinde canlandırabileceği bir fantezi... Kablo TV bir yana, daha ortada özel televizyonlar bile yok... Dijtial platformun ne olduğunu bilen de yok... Sokaktan geçen birine "teletekst" dediğinizde yabancı dil konuştuğunuzu sanıyor. "Belediyeler televizyon kuracakmış" diye müjde vermeye kalktığınızda, vatandaş "Önce sokaktaki çöpleri toplasınlar" diye çemkiriyor... Dönem, o dönem... Ve yukarıdaki yazı, gazetede bilgisayarla değil, "daktilo" ile yazılmış...
Gelin de kendinizi tarihteki ilk bilim-kurgu yazarı Jules Verne gibi hissetmeyin...