Gülümseyen diller
MELİS D. ÇALAPKULU
21.07.2007
Yemek kültürü yazarı Hülya Ekşigil'in Dilim gülümsüyo! kitabı, yediği her şeyin kökenini ve farklı kültürlerdeki yerini merak edenlere rehberlik ediyor. Kitap adını, dört yaşındaki bir çocuğun çikolatalı dondurma yedikten sonra yaptığı yorumdan alıyor..
'Dilim gülümsüyo!' aslında dört yaşındaki bir çocuğun çikolatalı dondurma yedikten sonra yaptığı yorum. Yemek kültürü yazarı Hülya Ekşigil, bu sevimli yorumu ilk kitabına isim olarak seçmiş. "Yemeğin ne kadar mutluluk veren bir şey olduğunu bundan daha iyi anlatan bir söz olamaz herhalde," diyor. 'dilim gülümsüyo!'da, yazarın, çoğu Milliyet Sanat dergisinde yayımlanan yemek kültürü üzerine yazıları yer alıyor. İçinde hiç resim yok. Bununla ilgili "Çünkü bu, bir yemek tarifi kitabı değil!" diyor Ekşigil. Hemen her yazının ardından gelen birer tarifi ise "Onlar da işin 'bonus'u" diye açıklıyor. Bu kitaptan; 'Unutma bizi' dolmasının nerelerde yapıldığını, kahveye bir zamanlar 'Müslümanların şarabı' dendiğini, Avusturyalıların kendilerine ne zaman 'ceset ziyafeti' çektiğini, 'boğa penisi çorbası' içilen lokantanın hangi ülkede olduğunu ve daha pek çok ilginç bilgiyi öğrenebilirsiniz...
- Ne var bu kitapta, neden alır okur bu kitabı sizce?
- Bu kitap; gerçekten yemeğe, ama 'yeme-içme'nin arka planında neler olduğuna meraklı insanlara, malzemelerin kökeniyle ilgilenen ve iyisinin nerelerde aranabileceğini merak edenlere, bazı alanlarda rehber olabilir. İçindeki bir iki yazı ise sadece eğlenmek için bile okunabilir.
BİLGİ OLMAZSA OLMAZ
- Çok enteresan bilgiler var gerçekten. Özellikle de her gün yiyip içtiğimiz şeylere dair...
- Kendim bir okuyucu olarak herhangi bir konuda bir şey okurken, eğer içinde bir bilgi yoksa, pek bir değer atfedemiyorum o yazıya. Bir şey öğrenmek istiyorum mutlaka. Bu kitabı da o tarz bir okuyucunun okuyacağını düşünüyorum.
- Kitapta hiç fotoğraf yok.
- Çünkü bu bir tarif kitabı değil. 'Yemek üzerine metinler' demek daha doğru olur.
- Yemeğin kültüründen ve sosyal boyutundan bahsediyorsunuz yazılarınızda. Araştırmalarınızı nasıl yapıyorsunuz?
- Güvendiğim kitaplarım var. Malzemelerle ilgili her zaman onlara bakıyorum. İnternetten de çok yararlanıyorum ama olağanüstü tehlikeli bir mecra bence. Çünkü herkes kafasına göre birtakım bilgiler verebiliyor. Dolayısıyla internetten bulduğum bir bilgiyi ancak birkaç yerden doğrulayarak kullanıyorum.
- Siz dergicilikten geliyorsunuz. Kitapta bahsettiğinize göre yeme-içme kültürüne olan ilginiz Tuğrul Şavkay'la başlamış.
- Evet. Tırnak içinde 'kültürü' diye ayırırsak, Tuğrul'la başladı. Ondan önce, ben öğrencilik yıllarında bile hep kendini doyurmayı becermiş biriydim. Yemek yapmaktan ve eş dostla paylaşmaktan çok zevk alırdım hep. Ama bu işin düşünsel boyutu ayrı bir şey, başka bir aşama o. Tuğrul'un yazılarını okumaya başladığımda, 'Ya fasulyeye şöyle de bakılabilir, onun da şöyle ilginç bir hikâyesi olabilir' demeye başladım. Bir de bu konuda en çok konuştuğum kişi Deniz Alphan (gazeteci) olmuştur. Biz Vizyon dergisinde çalışırken o kadar çok yemek üzerine konuşurduk ki, bazen bizi ziyarete gelen arkadaşlar, 'Yine maydanoz filan konuşuyorsanız gelmeyelim,' derlerdi. Sonunda da bu işleri yazan biri haline geldim.
- Uzun süredir bu işle ilgileniyorsunuz. Sizi yemeğe dair hâlâ şaşırtan şeyler var mı?
- Her zaman. Bunun kadar 'dipsiz kuyu' olan başka bir konu bilmiyorum ben. Bir otun bile, pek çok ayrı kültürde, pek çok ayrı işleniş şekli var. Farklı anlamları var, birtakım dini törenlerde yeri var... Düşünün, bu tek bir ot. Bir insanın yalnız kendi ülkesindeki yemek kültürüne bile tam anlamıyla vakıf olması mümkün değil.
- Bazı yazılarınızda kendi değerlerimize sahip çıkamadığımızdan bahsediyorsunuz...
- Önce şunu söyleyeyim, siyasi olarak durduğum yerde, en uzak durduğum nokta milliyetçilik. Kesinlikle o anlamda düşünmüyorum yani. Ama bu coğrafyada var edilen, yıldızı parlatılan şeyler var. Bu bir harman ve bu harmanın içinden bir şeyleri cımbızlayarak çekip almak mümkün değil ama her bir şeyin ayrı ayrı hakkını vermek mümkün. Yani biz Türk kahvesinin kıymetini bilmemiş insanlarız, ne diyeyim. Mesela kitapta da var, bir arkadaşımın başına gelmişti; Afyon'da bir yerde, kaymaklı ekmek kadayıfı istiyor, kaldığı otelin garsonu gururla, 'Yok abi, bizde krem karamel var,' diyor. İçler acısı bir şey.
- Yazılarınızda özellikle nelere dikkat ediyorsunuz?
- Herkesin ulaşabileceği şeylerden söz etmeye dikkat ediyorum. Çünkü bir yazıyı kimin okuyacağını hiç kestiremezsiniz. Gözünü kırpmadan her türlü malzemeye para harcayacak biri de olabilir, memleketin bir köşesinde çok sınırlı imkânlarla bir şeyler yaratıp sofrasına çeşni katmaya çalışan biri de... İkisinin de kendine uygun bir şeyler bulabilmesi lazım. Ama genellikle çoğunluğun ulaşabileceği, fikir alabileceği ve o fikri bir şekilde hayatına katabileceği şeyler yazmak istiyorum. Kendim yiyip içtiğim ve birilerinin ulaşamayacağı yerlerden söz etmekten hiç hoşlanmıyorum mesela. Nadiren o tür kişilerden ya da yerlerden söz edersem, bu mutlaka çok özel bir deneyim kabul ettiğim için ve onun bir kısmını yazılı olarak aktardığımda da yine ilginç geleceğini düşündüğüm içindir.
İMAMBAYILDI DÜŞKÜNÜ
- Ailenizde köklü bir yemek kültürü var mıydı?
- Anneannem çalışan biriydi ve hiç yemek yapmayı bilmezdi. Onun annesi çok güzel yemek yaparmış. Annem anneannesine çıraklık ederek öğrenmiş yemek yapmayı ve çok güzel yemek yapar. Ben 'eli yeşil' denen insanların varlığına inanırım. Kuru dalları toprağa sokup ağaç fışkırtan bir insan cinsi vardır. Sanıyorum bu kimyasal bir şey. Onların teniyle ilgili bir özellik yani. Annem de öyledir. Kabak haşlasa çok lezzetli olur. Ama ben 'eli yeşil' değilim. Özenerek bir yemeği güzel yaparım. Dolayısıyla çok güzel şeyler yiyerek büyüdüm. Sonra yatılı okula gittim. Orada genellikle beğenmediğiniz şeyler yiyerek yaşarsınız.
- Ve bütün bunlar aslında bir isyan mıydı?
- Bilemiyorum. Ama sonra çok erken yaşta bir bekâr evim oldu. Bekâr evi insanı yemek yapmak konusunda çok geliştiren bir şey. Tabii bu biraz merakla ilgili bir konu ama annemin çok katkısı olmuştur. Ben 15 yaşında, imambayıldı meraklısıydım. Annem de çalışıyor. Sürekli imambayıldı istiyordum. Dedi ki bir gün 'Ben her gün sana imambayıldı pişiremem, çok meralıysan gir mutfağa pişir'. Giriş o giriş.
Yayın tarihi: 3 Kasım 2007, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/11/03/ct/haber,AEC6C96404314EC0809368491FBD70CB.html
Tüm hakları saklıdır.