BU köşede çokça yazdım. Dedim ki, "Sema törenleri sahne şovuna dönüştürüldü. Düğünlerde, kutlamalarda, konserlerde, albüm tanıtımlarında arkaya üç-dört semazen çıkartılıp, bir kaç dakika döndürülüyor. Bu Mevlana'ya ve Mevlevi düşüncesine saygısızlıktır. Semazenlere klip dansçısı ya da figüran muamelesi yapılamaz. Sema töreni, dini ve felsefi atmosferinin dışında sahnelenemez..." Bu yazılarım üzerine Mevlana Vakfı'ndan üzerinde lale figürü şeklinde Allah yazılı bir hat sanatı örneği ve teşekkür içeren bir yazı aldım. Önceki gece Açıkhava Tiyatrosu'nda Mevlana'nın 800. doğum yılı nedeniyle organize edilen Rumi adlı gösteriye kafamda aynı kaygılarla gittim. Acaba Mevlana bir kez daha ticari beklentilere alet mi edilecekti? Gösteriyi baştan sona kadar bu eleştirel gözlükle izlememe rağmen, "samimi" buldum. Ama keşke ışık ve ses provaları daha ciddi yapılmış olsaydı. UNESCO, 2007'yi tüm dünyada Mevlana Yılı olarak ilan etti. Ama gelin görün ki, "Rumi" gösterisi yılın altıncı ayına gelmemize rağmen Mevlana konusunda ülkemizde yapılan en dişe dokunur etkinlikti. Sanırım, diğer organizasyonlar için 17 Aralık'taki Şeb-i Aruz Törenleri bekleniyor. Niye ki? UNESCO, Mevlana Ayı değil, Mevlana Yılı ilan etmedi mi? Hani uluslararası tanıtım faaliyetleri, hani yurtdışı temsilciliklerinde Mevlana'yı tanıtan etkinlikler, konferanslar, sema gösterileri?.. Bırakın dünyayı, nerede Türk televizyonlarında Mevlana belgeselleri? İşte bu yüzden Orhan Şallıel'in üç yıllık çalışması sonucu gerçekleştirdiği Rumi gösterisini ayakta alkışladım. Ali Gül'ü, Yılmaz Erdoğan'ı, Hüsnü Şenlendirici'yi, İstanbul Symponic Project Orkestra ve Korosu'nu (Keşke kendilerine Türkçe bir isim bulsalardı) ve tabii ki muhteşem sema gösterisiyle Ziya Azazi'yi de... Gördüm ki, Azazi'nin semaya uluslararası bir sanatsal anlam kazandıran ve Açıkhava'da bulunan herkesin ayaklarını yerden kesen gösterisi "çıplaklık" nedeniyle eleştirilmiş. Bazı uzmanlar, "Semanın özüne ihanet edildi" demişler... Bu satırların sahibi olan ben, yukarıda da belirttiğim gibi sema törenleri konusunda en fazla hassasiyet gösteren kişilerden biri olmama rağmen, Azazi'nin sahnede sergiledikleri benim bile gözlerimi yaşarttı, yüreğimi titretti... Önemli olan, "çıplaklığın" neye hizmet ettiğini anlamak, özümsemektir. Orada kullanılan yarı çıplak insan bedeninin "arınmak" olduğunu anlayamayanlar için üzüldüm. Hele ki Mevlana'nın tüm felsefesini "hoşgörü" üzerine kurduğunu unutanlara söyleyecek hiç sözüm yok. Onlara, Azazi'nin gösterisini bir de "Mevlana gözüyle" izlemelerini tavsiye ederim. Yılmaz Erdoğan sahnede anlatıyordu: "Padişah camiye giderken, korumaları garibanları bir hayli örselemiş. Bir tanesi yerinden doğrulurken şöyle demiş: Padişahım camiye gidişin buysa..." Yılmaz sahnede bunları söylerken, çevre otellerdeki havai fişek gösterileri yüzünden bizler onu duymakta güçlük çekiyorduk. İçimden, parasını gürültülü patırtılı bir görmemişlikle havaya savuranlar için şu cümle geçti: "Senin düğünün, derneğin buysa..." Hatırlayın, Mevlana hayatı üç kelimeye nasıl sığdırmıştı? "Hamdım, piştim, yandım..." Hamlığı havai fişek ateşiyle tütsülemek olası mıydı?
Bugünkü Tüm Yazıları
Hamdım, piştim, yandım...
Yayın tarihi: 22 Haziran 2007, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/06/22/gny/haber,67EE678A91634B21958F588898EAA401.html
Tüm hakları saklıdır.