| |
Türkiye hizmete dönük siyasi rekabeti özlüyor
Tabii ki Türkiye'nin sorunları bitmez. Sanki gelişmiş ülkelerin sorunları bitiyor mu? Örneğin Fransa'daki başkanlık seçimleri kampanyası dolayısıyla sergilenen tablolara bakarsanız, bu ülkenin sorunlarının çapı hakkında fikir edinebilirsiniz. Önemli olan bir ülkenin insanlarında geleceğe dönük inancın var olmasıdır. İnsanlar kendi ülkelerinin yarınına güveniyorsa, iç ve dış sermaye o ülkeye yatırım yapıyorsa, çoğulcu demokrasi sağlıklı işliyorsa ve o ülkede hukukun üstün olduğu bir düzende herkes kanunlar önünde eşitse, sorunlara çözümler de üretilebilir. Türkiye'nin büyük sorunları var. Bunlardan bazıları kuşaktan kuşağa aktarılan kronik problemler. Bazıları da bazen iç ve dış konjonktürün, bazen de kötü yönetimin ürettiği güncel sorunlar.
SORUNLAR ÇOK Hızlı kentleşmeye karşı kamunun gerek altyapılar, gerekse güvenlik üretmekte zorlandığını hepimiz görüyoruz. Eğitimdeki darboğazlar, sadece öğrencileri zorlamıyor. İlk ve ortaöğretimden başlayarak üniversitelere uzanan alanlardaki eğitim kadroları da sayısız problemlerle karşı karşıya. Öğretmen atamaları bile yüz binlerce eğitimciyi kötümserliğe sürüklemiyor mu? Tıp fakültelerini bitiren doktorların zorunlu hizmete mahkum edilmeleri, bu alandaki yetersizliğin kanıtı değil mi mesela? Ekonomik krizlerin mağdurları olan "İmar Bankası bono-zedeleri" bile toplumun bir kesiminin haksızlığa uğradığı duygusunu kemikleştirmiyor mu? "Güneydoğu Sorunu" veya "Kıbrıs Sorunu" gibi kronik kriz konularından söz etmiyoruz. Ya da Avrupa Birliği kuruluşunun 50'nci yılını 27 ülke olarak kutlarken, Türkiye'nin hâlâ "Üye adayı" olmasından da söz etmiyoruz. Bulgaristan ve Romanya'nın bile AB üyesi olduklarını, Kıbrıs Rumlarının bile AB içinde bulunduklarını hatırlatıp, "Biz nerede yanlış yaptık" sorusuna da girmiyoruz. Ama bütün bunların ötesinde kendi kendimize sormalıyız: - Bu ülkenin yarını dününden daha mı kötü olacak? Türkiye hiçbir sorununa çözüm üretemeyecek mi? Türk insanı hep ümitsiz ve karamsar kalmaya mı mahkum? Ben bu ülkenin yarınına güven duyanlardanım. Dolaşıp gördükçe, insanları dinledikçe, dünya ile Türkiye'yi karşılaştırdıkça, bu güvenim artıyor.
GÜVENMEK Örneğin sizler de bu ihracatın 100 milyar dolara nasıl ulaştığını merak etmiyor musunuz? Veya şu anda Türk sanayicilerinin günde 100 bin takım kadın ve erkek dış giyimi ürettiklerini, bunların yüzde 70'inin ya doğrudan ya da "Laleli Pazarı" yoluyla ihraç edildiğinin farkında mısınız? İstanbul'un ilçelerini geziyor musunuz? Esenler'de, Pendik'te gecekondu mahallelerinin dönüşüm programı içinde nasıl modern kent yapısı ile kaynaştıklarını görüyor musunuz? Pendik'te Fin ve Rus şirketlerinin yerleşim merkezleri inşa ettiklerini görseniz şaşırmaz mıydınız? Muğla ilinden yapılan mermer ihracatının rakamlarını gördünüz mü? Kayseri'nin sanayicilerinin milyar dolarlık cirolara nasıl ulaştıklarını izliyor musunuz? Gaziantep ve Denizli organize sanayi bölgelerinin üretimlerini incelediniz mi hiç?
SİYASETTEN BEKLENEN Siyasetten beklenen bu tablonun karartılması değil, istihdam ve refahın yolunu açan bu görüntülerin sayılarının artırılmasıdır. Bu tablo bir partinin malı değildir. Unutmayalım ki hâlâ milyonlarca insan iş bekliyor. Hâlâ sosyal güvenlik hizmetlerinden yararlanamayan milyonlarca Türk var. Yapılması gerekenlerin listesi, hala yapılanlardan daha fazla. Kısacası, siyasetin kavga değil hizmete dönük bir rekabetin mesleği olması gerektiğini hatırlamalıdır Türk siyasetçileri. Türkiye kavganın değil, dinamik gücünü anlayıp, bunları olumluya çeviren bir siyaset anlayışının hasreti içindedir.
|